Engin GÜLTEKİN

Tarih: 26.11.2025 12:43

ZİHİNLERİN SÖMÜRGELEŞTİRİLMESİ VE YUMUŞAK GÜCÜN GÖRÜNMEYEN SAVAŞ ALANI

Facebook Twitter Linked-in

Klasik sömürgecilik döneminde ordular toprakları işgal eder, halklar silah zoruyla yönetilir, devletler doğrudan egemenlik altına alınırdı. Bugün ise sömürgeciliğin biçimi kökten değişmiş durumdadır. Artık devletler askeri güçle değil, kültür, medya, eğitim, marka, yaşam tarzı ve algı yönetimiyle başka toplumları işgal edip kuşatabiliyorlar. Bu Joseph Nye’ın “yumuşak güç” diye adlandırdığı bir stratejidir. Modern çağda savaşsız zafer kazanmanın en etkili yolu budur.

Toprak işgal edilmez; zihinler işgal edilir.

İnsan esir alınmaz; gönüllü köle hâline getirilir.

Yeni Sömürgeciliğin İdeolojik silahı yumuşak güçtür. Yumuşak güç, bir ülkenin kendi kültürünü, inanç ve değerlerini cazip bir model hâline getirerek diğer toplumları gönüllü biçimde etkilemesidir. Yani sömürmesidir. Hollywood filmleri, pop müzik, fast-food zincirleri, dijital platformlar, uluslararası burs programları, medya ağları ve küresel markalar; modern dünyanın en etkili işgal araçlarıdır.

Silah kullanılmaz, asker gönderilmez, baskı yapılmaz, sadece etkiler ve kendilerine hayranlıkla baktırırlar ve kendilerine hayran bırakırlar. Türkiye'nin batı hayranlığını bu minvalde değerlendirebiliriz.

Bu hayranlık, zamanla güçlü bir bağımlılığa dönüşür. Toplumlar kendi kültürlerini değersiz, dış güçleri ise “model alınması gereken üstün bir uygarlık” olarak görmeye başlarlar. Celladına aşık olmak buna denir.

Bu süreçte insanlar farkında olmadan başkasının istediği gibi düşünmeye, hissetmeye ve yaşamaya başlarlar. İşte modern sömürgeciliğin en sinsi boyutu budur.

Algı yönetimi, yumuşak gücün en keskin tarafını oluşturur. Artık ülkeler sadece toprak stratejisi değil, zihin stratejisi üretmektedirler ve bu stratejilerle zihinler işgal edilir. Uluslararası medya, sosyal ağlar, dijital platformlar ve reklam sektörü; insanların neyi sevmeleri, neyi sevmemeleri, neden korkmaları, kimden korkmaları, kime güvenmeleri gerektiğini belirlerler. Yani bireylerin ve toplumların hayatını artık onlar düzenler.

Gerçeklik, güçlü devletlerin medya laboratuvarlarında yeniden üretilir.

Hakikat, küresel ekranlarda makyajlanmış bir biçimde sunulur. Ne gerçek, ne sanal, kim haklı kim haksızın ölçüsü artık kaybolmuştur. Toplumlar kendi aklıyla değil, kendilerine servis edilen algıyla konuşurlar.

Araf Süresi 179.Ayette Yüce Allah mealen şöyle der:

"Andolsun biz, cinlerden ve insanlardan birçoğunu cehennem için yarattık. Bunların kalpleri vardır ama onlarla kavrayamazlar; gözleri vardır ama onlarla göremezler; kulakları vardır ama onlarla işitemezler. Onlar hayvanlar gibidir, hatta daha da şaşkındırlar. İşte asıl gafiller onlardır."

Bu yüzden modern insan; farkında olmadan başkasının kurguladığı bir dünyanın figüranı olur.

Ne izlediğini, neyi sevdiğini, hangi değerlere inandığını bile kendisi belirlemez.

Yeni sömürgecilik, tanklarla değil; filmlerle, dizilerle, markalarla, fenomenlerle ve burslarla yapılır.

Sömürgeleştirilen İnsan kimliğini ve kişiliğini kaybetmiş bir bireydir artık. Modern bir birey.

Bu üçgenin merkezinde, kimliği parçalanmış, aidiyet duygusu aşınmış ve zihni başka güçler tarafından kuşatılmış ve onlar tarafından yönetilen modern insan yer alır.

Yumuşak güç, insanı önce etkiler, sonra hayran bırakır, en sonunda bağımlı kılar. Yukarda celladına aşık olmak demiştik buna... İnsan kendini özgür zanneder ama davranışları önceden tasarlanmıştır. O kendi hayatını yaşamaz kendisinden istenilen hayatı yaşar. Bu nedenle yeni sömürgecilik, “özgür birey” miti üzerinden ilerler.

Sömürgeleştirilen insan; kendi kültürünü inanç ve değerlerini küçük görür, başkasının değerlerini üstün bulur, tüketimi bir kimlik gibi taşır, üretme yerine sadece tüketir. Kendi düşünmez düşünmeyi başkasına bırakır. Aklını kiraya verir. Hayat tarzını ekranlardan kopyalar. Kopyaladığı hayatı yaşar. 

Bu kişi artık askerî bir işgale gerek olmadan kuşatılır ve yönetilir. Hatta yönetildiğini fark etmez bile... Gönüllü köleliktir bu...

Son yıllarda Türkiye hem bu yumuşak güç rekabetinde yer alan bir aktör, hem de küresel güçlerin hedefi hâline gelmiştir. Bir taraftan batıya hayranlık duyar, diğer taraftan edindiği batı değerlerini diğer ülkelere ihraç eder. Yani hem sömürülür hem de sömürür. Bunu sadece film endüstrisine bakarak bile söyleye biliriz. Türk filmlerinin kendi toplumuzda verdiği tahribatı filmlerin izlendiği diğer ülkelerde vermesi bunun en büyük kanıtıdır.

Türk dizilerinin küresel etkisi, TİKA’nın kalkınma yardımları, Diyanet’in uluslararası faaliyetleri, Türkiye bursları ve arabuluculuk diplomasisi; Türkiye’nin bölgede güçlü bir yumuşak güç merkezi olduğunu göstermektedir. Osmanlı mirası ise Balkanlar ve Ortadoğu’da tarihsel bir bağlayıcı etki üretmektedir. Ancak aynı zamanda Türkiye;

Hollywood’un, küresel medya tekellerinin, dijital platformların ve büyük güç propaganda ağlarının hedefindedir.

Bu nedenle Türkiye’nin hem kendi kültürünü koruma hem de kendi etki alanını güçlendirme çabası hayati önem taşımaktadır. Ancak Türkiye yeniden kendi medeniyet kodlarına dönmeli ve kendi inanç ve değerlerini korumalıdır.

Şunu bilmeli ve görmeliyiz ki; Günümüzde savaşlar artık tanklarla değil, filmlerle, şarkılarla, medyayla, markalarla ve sosyal ağlarla kazanılıyor.

Bundan dolayı Modern çağın en büyük mücadelesi zihin özgürlüğü mücadelesidir.

Yumuşak güç ile sömürgecilik arasındaki çok ince bir çizgi vardır.

Bu çizgiyi aşınca toplumlar kendi elleriyle özgürlüklerini teslim ederler.

Algı yönetimi sayesinde ise savaşmadan kazanılır ve direnmeden teslim olunur.

Bu yüzden her toplum için en büyük görev: kendi inanç ve değerlerini, kültürünü, örf ve adetini eğitim sistemini ve zihinsel bağımsızlığını korumak olmalıdır.

Kendi zihnini koruyabilen toplum, kendi geleceğini belirler. Zihni işgal edilen toplum ise kendi bedeninde bile yabancıdır, misafirdir.

Modern dünyanın en büyük sorusu şudur:

Biz gerçekten özgür müyüz, yoksa öyle olduğumuza mı inandırıldık? Bu sorunun cevabını her birey mutlaka vermelidir.

Bu sorunun cevabı başka bir yazı konusudur?

 

Selam ve dua ile...

Engin GÜLTEKİN

Eğitimci-Yazar-Sosyolog


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —