Oktay YILMAZ

Tarih: 23.08.2025 15:41

Yönetimde Liyakat – Sadakat Dengesi

Facebook Twitter Linked-in

İnsanlık tarihi, yalnızca güç mücadelelerinin değil; aynı zamanda adalet ve liyakat arayışlarının da tarihidir. Devletlerin yükselişinde ehliyetli kadrolar belirleyici olmuş; çöküş dönemlerinde ise liyakatin yerini çıkar ilişkileri ve kör sadakat almıştır. Sağlıklı bir düzen için liyakat ile sadakatin birbirini tamamlayan değerler olarak doğru konumlandırılması gerekir.

Liyakat, Arapça kökenli bir kelime olup “layık olmak, ehil olmak, bir işe uygun bulunmak” anlamına gelir. Devlet yönetiminde liyakat, görevi üstlenecek kişinin bilgi, tecrübe, kabiliyet ve adalet duygusuyla ölçülmesidir. Modern demokrasilerde olduğu gibi, liyakate dayalı bir yönetim anlayışı devletin sürdürülebilirliği için vazgeçilmezdir. Çünkü liyakatin olmadığı yerde adalet terazisi bozulur; kurumlar keyfiliğe, toplum ise güvensizliğe sürüklenir.

Sadakat ise doğruluk, dürüstlük ve içten bağlılık demektir. Toplumsal birlik ruhunu besleyen bu erdem, anlamı yanlış yere kaydırıldığında kör bağlılık ve kayıtsız şartsız itaate dönüşür. Burada mesele, sadakatin kime ve neye yöneldiğidir. Demokratik bir düzende sadakat; şahıslara veya dar çıkar gruplarına değil, anayasal düzene, ortak değerlere ve hukukun üstünlüğüne bağlılık anlamına gelir.

Tarihten Dersler

Liyakatle donatılmış bir kadro, toplumu adalet ve refaha taşır. Kur’an’da Hz. Yusuf’un Mısır’da üstlendiği görev bunun en çarpıcı örneklerindendir. Yusuf, kendisini “emîn” (güvenilir) ve “hafîz” (bilgili, koruyucu) sıfatlarıyla tanıtarak liyakat anlayışının kadim köklerini ortaya koymuştur. Onun yönetici olarak seçilmesinin sebebi kişisel sadakati değil; bilgi, dürüstlük ve kabiliyettir.

İslam tarihinin yükseliş dönemlerinde de görevlere getirilen yöneticilerde şahsi bağlılıktan çok; adalet, ehliyet ve güvenilirlik aranmıştır. Çünkü adaletin olmadığı yerde devletin varlığı da tartışmalı hale gelir.

Liyakat ve Sadakatin Dengesi

Liyakat ve sadakat, birbirinin alternatifi değil; tamamlayıcısıdır. Sadakat, hukuka ve ortak değerlere yöneldiğinde liyakati destekler; liyakat ise sadakatin içini doldurur.

Ancak sadakat şahıslara indirgenirse liyakati ezer ve otoriterliği besler. Liyakatsiz sadakat, devletin çürümesine; sadakatsiz liyakat ise toplumun ortak değerlerden kopmasına yol açar.

İslam düşüncesinde “emanet ehline verilir” düsturu da bu dengeyi ifade eder. Emanet, toplumun iradesidir; ehil olan ise onu korumakla yükümlüdür.

Sonuç: Hakikate Sadakat, Göreve Liyakat

Bu iki kavramı doğru konumlandırmak, günümüz toplumlarının çetin sınavıdır. Sadakat, hakikate ve ortak değerlere bağlılık olarak anlaşılırsa; liyakat, o hakikati hayata geçirecek ehil kadroları ortaya çıkarır.

Gerçek sadakat, bireysel çıkarlara değil, ortak iyiliğe bağlılıktır. Gerçek liyakat ise bilgi ve adaletin göreve taşınmasıdır. Bir arada işlediğinde bu iki kavram, insanı yücelten, toplumu güçlendiren ve devleti ayakta tutan temel sütunlar haline gelir.

 

Kaynak: farklı bakış


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —