Seyit Ahmet UZUN

Tarih: 13.08.2025 12:26

TÜRKÇE YAZILMIŞ EN KORKUNÇ ROMAN

Facebook Twitter Linked-in

 

“Nasıl ki her doğan güneşin batışı, her ilkbaharın bir kışı varsa her doğan insanın da ölümü vardır. Ebedi değildi fani insanlar için dünyanın omuzları rodeoya katılmış bir kovboy gibi kimisi az kimisi çok kalıyordu dünya atının sırtında; ama sonunda hepsi düşüyordu toprağın kara bağrına.” Sf. 12

Bu gerçekten yola çıkarak insanların ağız tadını kaçıran ölümün kaçınılmaz bir son olarak karşımıza çıkacağı hakikatiyle insanları yüzleştirmek için yazılmış sıra dışı bir roman birçok insanın merak ettiği konuya da ışık olmaktadır. 

Türk Edebiyatında metafizik kurgu alanında ilk roman olma özelliğine sahip Kabirde İlk Gece Türkçe yazılmış en korkunç roman olarak anılmayı başardı. Ancak kitap korku romanı olmadığı halde ismini görenlerin, okuyanların genel tespitiyle bu vasfı kazandı. 

İnsanların hem korku hem merak duygusuyla yaklaşarak heyecanla okuyup sonra da dönütlerini paylaştıkları mesajlar kitabın yazılış amacına ulaştığını göstermesi açısından oldukça önemliydi. Okur yorumları ve mesajlarından bazıları bu konuda bir fikir verecektir sanıyorum. Bu yorumlar kitap yurdundan alınmıştır. 

“Okumak isteyen arkadaşlar kesinlikle okuyun. Ben okudum iki tane daha aldım. Birini babama birini de nişanlıma hediye ettim. Okuduğum onlarca kitap içerisinde tüylerimi diken diken eden nadir eserlerden birisi.”

“Kitabın bütün serisini sipariş ettim. İki gün önce geldi. Daha birinciyi yarıladım. İlk defa bu tarz bir kitap okuyorum. Yazılanlardan çok etkilendim. Bazı bölümlerinden tahmin edersiniz ki (cehennemi anlatan kısımdan) çok hoşlanmadım ama herkesin okuması gerektiğini düşünüyorum. İnsan bir yandan okurken diğer yandan kendini sorguluyor. Siz de okuyun sarsılacaksınız.”

Aslında kitabı korkunç kılan en önemli hususlardan birisi insanı inancıyla, ahiretiyle, geleceğiyle yüzleştirme aynasının karşısına geçirmesiydi. 

Kitap fuarlarında okurlardan aldığın tepkilerin çoğu “Korkunç!” ifadesiydi. Bazılarıyla bu ifadeyi istişare ve değerlendirme fırsatım oldu. 

“Niçin korkunç?” dediğimde, “Hazır olmadığım bir dünyayı hatırlatıyor,” diyerek korkunçluğunun gerekçesini açıklıyorlardı. 

Aslında bu bakış açısı insanın ahiret inancına “Devekuşu” duruşudur. Yani başını kuma soktuğunda avcıların yok olduğunu sanan devekuşu gibi hatırlamadığında, düşünmediğinde ölümün gelmeyeceğini sananlar bu kitabın sarsıcı hatırlatması karşısında titremektedirler. 

“Gelecekte korkmamak için korkmadan okuyun,” diyen bir okuyucum aslında kitabın ana fikrini veciz bir şekilde özetlemiştir. 

Bu kitabı okuyanlar insanı sarsarak kendisine getiren, onu geleceğiyle yüzleştiren, hayatlarının cennete mi cehenneme mi ait olacağına dair ipuçlarını veren kısacası insana kendisini hatırlatan sarsıcı bir eser olarak görmektedir. 

Kitabın 57. Baskısına ulaşması okuyucuların birbirine tavsiye ederek onun değerini okur gözüyle göstermeleri açısından oldukça önemliydi. Kitabın en iyi reklamı iyi okurların yorumları ve önerileridir.  Ünlü, tanınmış, popüler, ulusal basın tarafından desteklenen bir kitap olmadığı halde 57. Baskıya ulaşması bunun en önemli göstergesidir. 

Okurlarıma en kalbi sevgilerimle…

Kitabı korkunç kılan unsurlardan birisi de kendilerini hesap vermeyecek bir makamda gören zalimlerin en korkulu rüyasının gerçekleşme zamanı olmasıdır. Korkunun ecele faydası olmadığı gibi zulmün (dünya gücünün haksız kullanımının da) cehennemden kaçmaya faydası olmayacağını görmeleri zalimler için korkunç hakikattir. 

Kitap ilahi adaletin gerçekleşmesine doğru bir serüveni anlattığı için özellikle zalimler, haksızlığı meslek edinenler için en korkunç olma özelliğine daha sahiptir. 

Sadi Şirazi bu hususu ne güzel açıklamaktadır; “Aciz kimsenin eline kuvvetli vurma, okur ki bir gün onun ayağına karınca gibi düşersin.”

Kitap İlahi Komedya’nın rövanşı olması açısından da dikkat çekicidir. Hz. Muhammed’i (as) ve Hz. Ali’yi cehennemin bölücüler bölümünde çirkin bir şekilde tasvir eden Dante, Kabirde İlk Gece kitabında zalimler cehenneminde yerini almıştır. Kendi cehennemine karşı yaşadığı cehennemi şöyle değerlendirir; “Burada gördüğüm azapların karşısında yazdıklarım çok basit ve gülünç kalır. Çünkü buradaki acılar tasvir edilemez.” 

İlhamını Miraç olayından aldığım, Kur'an, hadis ve alimlerin birikiminden istifade ederek kurgusuınu yaptığım kitap özellikle korkuların üzerine giderek, sarsılan bir ruh haliyle geleceğiyle yüzleşebilen insanların ahiretini cennet iklimine çevirme gayesine matuftur. 

“Ne dehşet verici bir görüntüydü. Allah’ı inkar ederek yaşayan insanlar; taşlarla aynı ateşte yanıyordu. Taş gibi katı kalpleri olan insanlar cehennemin ateşinde yumuşatılıyordu. 

Ne gözler gördü böyle ateşi ne yürekler hissetti

İnancın öldürüldüğü kalpler, ateşin dehşetinde eridi

İnkarın senin olsun yaşamın tüm zevkleriyle birlikte

Ateş seni sarınca anlarsın haklı olan kim göklerde” sf. 52

“Allah’ın kendilerini gördüğünü unutarak masum çocukların mallarına zulmen el koyanların cezası şiddetlenerek artıyordu. Şunlardan birisi dünyadayken, “Senin malını almaktan alıkoyacak güç nerede söyle?” diyerek masum çocuğun yakasından tutup yere savurmuştu.

Bir gün Allah’ın bunların hesabını soracağını asla aklına getirmemişti. İşte o sırada ateş zindanının bir duvarı yarıldı. Alnında nur parlayan bir çocuk belirdi.

“Ver bakalım haklarımı ver, veeer!”

Gücünden bir şey kalmamıştı. Boynu bükülmüş, başı eğilmişti. O diklenen, büyüklenen adamdan eser yoktu. 

Korkudan konuşamıyordu bile. O zayıf ve güçsüz çocuk şimdi çok güçlü bir pehlivan gibi hesap soruyordu. Kim Allah’ın karşısında ne kadar güçlü olursa olsun yenilmeye mahkûm, kim de Allah’ın yanındaysa ne kadar güçsüz olursa olsun galip gelmeye muktedirdir.” Sf. 56

“Hey sen tefeci, sahtekâr! Söyle bakalım kabirde ilk gecen nasıl geçti?”

Korku dolu bakışların ve ürpertilerin içinde titreyerek cevap verdi;

“Benim azabım daha canım çıkarken başladı. Gözümün önüne kara yüzlü varlıklar geldi. Kendilerini melek olarak tanıttılar. Ama ben onları hep güler yüzlü, nurlu bilirdim. Öyle görünce zararda olduğumu anladım. Sonra öyle sıkıntılı bir şekilde ruhum bedenimden ayrıldı ki acısını tarif etmem imkânsız. Benzetme yapacak olursam sıcak şişlerin süngerden çıktığı gibi sanki bedenimin her tarafını kopartırcasına çıktı.” Sf 61

“Ama asıl çirkinlik cehennem alevlerinde kendisini gösteriyordu. Yüzler yanıyor, deriler soyuluyordu. Ateşe alışan deriler bir müddet sonra değişiyor ve azabın derilere işleyen acısı tekrar yürekleri yakıyordu. Kapı ağır ağır açıldı. Burası bir mezbahaneyi andırıyordu… Buradaki insanların önünde temiz, leziz etler dururken onlar kendilerine sunulan bu güzel etleri bırakıp az ileride bulunan leş gibi kokan çürümüş, kokmuş etlere yöneliyordu. Onları büyük bir iştahla yiyorlardı…Malik bu sahnenin dünyaya bakan yüzünü şöyle açıkladı; 

Bu insanlar zina ederek, Allah’ın helal kıldığı eşlerini aldatanlar ve karşı cinsi bırakarak hem cinsiyle cinsel ilişkiyi tercih edenlerdir. Kısacası gayri meşru ilişkiyi meşru ilişkiye tercih edenlerdir. Helal ve temiz eşleri dururken eşlerini aldatarak başkalarıyla birlikte olanlar cehennem ateşinin odunları arasındaki yerlerini bu şekilde almaktadırlar.”  Sf. 63-64

 

“Münafıklar, Allah’ın lanet ettiği ender canlılardan oldukları için azapları da şanlarına layık bir şekilde hazırlanmıştı. 

Bir münafık, zebaninin tam karşısında duruyordu. Zebani elindeki mızrakla münafığın yüzüne vurduğunda başı tersdönüyor, yüzü arkaya geliyor ve sonunda o münafık garabet bir varlığa dönüyordu…. Şimdi ihanet ettiği yüzü yerde sürükleniyordu… Ve biraz sonra her bir zebaninin döndürdüğü münafık kendileri için hazırlanan ateş çukuruna düşüyordu.” Sf.119

“Ateş bütün harareti ve sabırsızlığıyla onları içine almak için ileriye doğru atılıyordu. Geriye kaçmak istiyorlardı ama ne mümkün… Kaçacak hiçbir yerleri yoktu. Ne mal mülk ne evlat ne servet ne de oturdukları sahiplendikleri o hırs dolu makamları kendilerine yer açmıyordu.” Sf. 100

“Ateş koca bir yılan gibi yüzlerinde dolaşıyor, ayaklarının altından kaynıyordu. Yüzleri çirkinleştikçe çirkinleşiyordu. Allah’ın ayetleri ve samimi kullarıyla alay edenlerin durumu hiç de iyi görünmüyordu. Dünyanın kısa zamanı sona ermiş, sahip oldukları tüm imkanlar kendilerinden uzaklaşmıştı… Yanlarında bekleyen cehennem bekçilerine seslendiler; 

“Ey nöbetçi bu ateşe atılmaktansa söyle Rabbin hiç değilse canımızı alsın da bu azabı tatmayalım.”

Zebaniler ise; “Hayır, hayır, siz bu azabı yaşayacak ve inananlara çektirdiğinizi sizler de çekeceksiniz. Kurtuluşuz mümkün değil. Ölüm burada yoktur. Ölüm öldü artık. Burada ebediyet vardır.” Zebaniler birden yüksek sesle haykırdı;

“Atlayııııın!”

Ses yüreklerin en ücra köşesine kadar korkuyu yaşattı. Tir tir titremekteydiler. Sırtlarında şaklayan kamçı birden onları ateşin derinliklerine sürükledi. İlk önce yüreklerde başlayan acı sonra bedenin her zerresinde hissedildi. Sf.91-92

“Kısa bir müddet önce kalabalıktan görünmeyen mezar şimdi üzerinde güneşin son ve ilk ışıklarıyla yalnızlığını yaşıyordu. 

Sondu; çünkü artık dünya yaşamının etli kanlı, dedikodulu, iftiralı, sevinçli, hüzünlü, hoşgörülü, komplo teorili, darbeli, darbesiz, lüks, sade günlerine elveda diyordu. 

İlkti; o güne kadar günlüklerine en ince ayrıntısına kadar işlenmiş yaşadığı hayatla yüzleşecekti. Mezar sonsuz hayatın ilk ve tek gecesiydi. 

Ölüm korkunç değildir onu korkunç kılan veremeyeceğimiz hesaplarla yeni ve sonsuz dünyaya gitmemizdir. Kul hakkı, zulüm, kibir, iftira, yolsuzluk, sahtekarlık ölümün korkunç yüzünün birkaç temsidir. Tercihlerimiz kaderimizdir. Kim ölüm sonrasını nasıl görmek istiyorsa öyle yaşamalıdır. 

 

Konu ile ilgili görseller…

image.png
image.png
image.png

Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —