Halil ÇİFTÇİ

Tarih: 19.07.2025 19:22

Toplumsal Çürüme ve Manevi Diriliş

Facebook Twitter Linked-in

Her toplum, kendi içinde değişmeye ve dönüşmeye açıktır. Ancak bu dönüşüm, köklerinden değerlerinden ve yönünden koptuğunda, bir gelişme olmaktan çıkar; çürümeye dönüşür. Türkiye olarak biz de uzun süredir böyle bir sürecin içinden geçiyoruz. Ahlaki değerlerin hızla erozyona uğradığı, bireysel çıkarların ortak iyilik anlayışının önüne geçtiği ve manevi dayanakların sarsıldığı bir dönemde yaşıyoruz.Bu çürümenin işaretleri uzun zamandır göz önünde. Fakat ne yazık ki bu işaretleri yeterince ciddiye almadık. Oysa Kur’an’da Rabbimiz şöyle buyurur:

"Bir toplum, kendilerinde bulunanı değiştirmedikçe, Allah onların durumunu değiştirmez." (Rad Suresi, 11)

 

Toplumda, her alanda iyiye doğru bir hareket gerçekleşmediğinde, olumlu bir dönüşüm de mümkün olmamaktadır.Bu toplumsal çözülmenin nedenleri çok boyutlu olmakla birlikte, temel sorunlardan biri ülke olarak doğu ile batı arasında sıkışmış bir kimlik karmaşası içinde olmamızdır. Ne Batı’nın kurumsal değerlerini tam anlamıyla içselleştirebildik, ne de Doğu’nun kadim irfanına sıkı sıkıya bağlı kalabildik. Bu arada kalan konum, bizi istikametsiz ve günübirlik yaşayan; kendine ait bir yaşam felsefesi geliştirememiş, savrulmuş bir topluma dönüştürdü.Teknolojik ilerlemeler, insanlık tarihinin en hızlı dönüşümünü beraberinde getirdi. Ancak bu dönüşüm, aynı zamanda toplumsal yapıyı da derinden sarsan, hatta yozlaştıran bir süreci beraberinde getirdi. Medya, sosyal ağlar, dijital platformlar ve küresel kültür üreticileri aracılığıyla, toplumların bilinçaltına sinsice işleyen bir “ahlaki dezenformasyon” yaşanıyor. Buna baglı olarak Dünya hayatı bize ahireti unutturdu.Oysa Kur’an’da bu durum açıka ifade eilmektedir;

“Onlar yalnızca dünya hayatının dış yüzünü bilirler. Ahiretten ise tamamen gafildirler.” (Rum Suresi, 7)

 

Türkiye’deki bu manevi bilinçsizlik daha sert ve sarsıcı yaşanıyor. Geleneksel toplum yapısının yavaş ama köklü dönüşümü, teknoloji sayesinde birkaç on yıla sığdırıldı. Sinema, müzik, diziler ve sosyal medya aracılığıyla empoze edilen yaşam tarzları, özellikle genç kuşakları hızlıca dönüştürüyor. Bu içeriklerin ortak noktası, tüketimi kutsayan, hazza odaklanan ve maneviyattan uzak bir hayat anlayışını normalleştirmeleri.Modern birey artık anlam değil, haz arıyor. Tüketmek, sahip olmak, görünür olmak gibi kavramlar, bir hayat felsefesine dönüşmüş durumda. İnsanlar, alın teriyle kazandıklarını, günübirlik zevkler uğruna harcıyor; oysa bu harcamaların arkasında insanlığa ya da topluma dair hiçbir katkı bulunmuyor.Halbuki  hayatın oyun ve eglenceden ibaret oldugunu Kur’an bize haber veriyor;

“Dünya hayatı ancak bir oyun ve oyalanmadır. Elbette ahiret yurdu, takva sahipleri için daha hayırlıdır. Aklınızı kullanmazmısınız?” (En’am Suresi, 32)

 

Ahireti unuttuğumuz bir dünyada kapitalizmin “üret-tüket” döngüsüne sıkışan birey, kendi varlığını başkalarının sunduğu yapay değerlerde arıyor. Bu kısır döngü, genç bir nesli görünmez prangalarla esir alıyor. Artık her yeni gün, bir cinayetle, bir ahlaksızlıkla ya da bir skandalla uyanmak toplumun alışkanlığı haline geldi. Kötülük şaşırtmıyor; çünkü sıradanlaştı.Anadolu irfanı bize yüzyıllarca şunu öğretti: Güzel olan, iyi olandı. Ancak bugün bu ilke ters yüz edilmiş durumda. Medyada sürekli olarak sergilenen çirkinlikler, insanların algısını köreltti. Gerçekte istisnai olan olaylar, sürekli tekrar edilerek olağan hale getirildi. Bu da kötülüğün norm haline gelmesine, iyiliğin ise gölgede kalmasına neden oldu.Üstelik dini ve manevi değerleri referans alarak topluma yön vermeye çalışan kişi ve yapılar da, bazı münferit hatalar üzerinden genellenerek itibarsızlaştırıldı. Medyada yansıtılan istisnalar üzerinden, tüm iyilik hareketleri toplum gözünde ötekileştirildi. Oysa kötülük bu kadar örgütlü ve yaygın bir şekilde ilerlerken, iyilerin yalnız bırakılması, bir tür sosyal intihardır.

Toplumun bu denli çöküşe sürüklendiği bir ortamda, yeniden ayağa kalkmanın yolu, ilahi buyruklara sıkı sıkıya sarılmaktan geçer. Çünkü insanı sadece maddi gerçeklikler değil, anlam ve değerler de ayakta tutar. Ve insan sadece beden değil; ruh da taşır. Bu hakikati Kur’an şöyle bildirir:

"Kalpler ancak Allah'ı anmakla huzur bulur." (Ra’d Suresi, 28)

İnsanı yaratan, ona doğru yolu da göstermiştir. Ancak bu yoldan sapan toplumların başına gelecek olan da yine Kur’an’da haber verilir:

“Kim Benim zikrimden yüz çevirirse, onun için sıkıntılı bir hayat vardır.” (Taha Suresi, 124)

Bugün yaşadığımız toplumsal savrulmanın temelinde, hayatın merkezine Allah’ın rızasını değil, dünyanın geçici zevklerini yerleştirmemiz yatmaktadır. Halbuki toplumları ayakta tutacak olan; birlik, dirlik ve ortak değerlerdir. Ve bu değerlerin en güçlü kaynağı, ilahi buyruklardır.

“Şüphesiz Allah, adaleti, iyiliği ve yakınlara yardım etmeyi emreder. Çirkin işleri, fenalığı ve azgınlığı yasaklar. Düşünüp öğüt alasınız diye size öğüt verir.”(Nahl Suresi, 90)

İlahi ölçüleri bir kenara itip, insan eliyle kurulmuş sistemlerin sunduğu sahte özgürlük ve mutluluk vaatlerine sarıldığımız sürece; haz, hız ve hırs girdabında yok olmaya mahkûmuz.

Bugün bir karar vermeliyiz:
Ya iyiliği yeniden ayağa kaldıracağız...
Ya da kötülüğün sıradanlaştığı bir dünyada, sessizce kendi çöküşümüzü izlemeye devam edeceğiz.

 


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —