“Ey iman edenler, yapmayacağınız şeyi niçin söylüyorsunuz? Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz, Allah katında büyük bir gazap nedenidir.” (Saf, 61/2-3)
“İnsana en çok acı veren şey, söyledikleriyle söylemek istedikleri arasındaki uçurumdur”
(Dostoyevski, Yeraltından Notlar)
” Sabır, boyun eğmek değil, mücadele etmektir.”( Hz. Ömer)
Dini tebliğ, yaşamı boyunca her Müslümanın öncelikli görevidir. Bunun için herkesin İslam’ı sözel olarak anlatması gerekli değildir. Yaşadığı toplumda İslam’ın kendisine yüklediği ahlaki değerlere uygun yaşayan ve çevresindeki insanlara örneklik oluşturan insan, her davranışıyla tebliğ yapıyor demektir. Yalan söylemeyen, adaletli olan, adil şahitlik yapan, güvenilir, yaptığı görevini layıkıyla yapan, nazik ve düzgün konuşan, insanlara yardımcı olmaya çalışan yani yaşadığı topluma iyi örnek oluşturan kişi başarılı bir tebliğ yapıyor demektir.
Bir Müslümanın iyi tebliğ yapabilmesi için İslami değerleri yaşama mücadelesi yeterlidir. Daha açıkçası iyi tebliği için iyi bir insan olmak gereklidir. Tebliğin gücü söylediği sözün iyi temsiline bağlıdır. Söz ve eylem arasındaki açıklık ve tezat tebliğin gücünü ortadan kaldırır. Söylediğini davranışlarına yansıtmayan kişinin muhatabı etkilemesi mümkün değildir.
Ne yazık ki, yaşadığımız süreç müslüman güvenilir kimsedir anlayışına büyük darbe indirdi. Bunun sorumluluğu siyasetten toplumsan hayata hepimizin omuzlarındadır.
Hak ve adaleti korumayan, adaletli olmayan, verdiği sözde durmayan, komşu hakkını korumayan, yolsuzluk yapan, görevini tam yapmayan ve çevresine örnek olmayan insan bırakın tebliğ yapmayı, tam tersine çevresindeki insanları dinden uzaklaştıran bir işleve sahiptir.
Çevrenizdeki insanlar davranışlarınızdan etkilenmiyor ve size saygı duymuyor ise kendinizi gözden geçirmenin zamanı gelmiştir. Çünkü siz dinin önünde bir engel olarak durmaktasınız.
Ne yazık ki bir kısım müslümanlar, namaz, oruç, hac gibi ibadetleri yerine getirdiği halde, sosyal hayatını Allah yokmuş gibi yaşıyorlar. Bu da toplumsal alanda dindarlara olan güveni iyice azaltmaktadır.
İnandığı değerlerle yaşadıkları hayat arasında var olan uyumsuzluk ve çelişki, dindarların güvenilirliğini örseliyor. Dindarlar asla bir haksızlığın, hukuksuzluğun, liyakatsizliğin arkasında durmamalıdır.
Müslümanlar içinde bulunduğu durumdan şikayet ediyorlar ise bunun birinci nedeni, inançları ile davranışları arasındaki uyumsuzluktur. Bu uyumsuzluk, güvenilirliği ortadan kaldıran bir çelişkiyi barındırmaktadır.
Söylem ve eylem arasındaki tutarsızlık, insanı mutsuzluğa iten psikolojik etkenlerin başında gelir. Böyle bir durumun çelişkisinden kurtulmak isteyen kişi, içinde bulunduğu durumu meşrulaştırma çabasına girişir. Kendi olumsuz davranışlarını onaylatacak dini bir yorum üretir ve bu yorumun gölgesine sığınır. İslam tarihi boyunca yönetimler asla dindar olmadığını iddia etmemişlerdir. Kendi hukuksuz yönetimlerini onaylayacak bir dini söylem üretmişlerdir. Böylece Müslümanların tarihi dini söylemlerin savaşımına tanıklık etmiştir.
Unutmamak gerekir ki, insanlar ne söylediğinize değil, nasıl davrandığınıza bakarlar. Söylem ve davranışlar arasındaki uyumsuzluk temelde münafıklık alametidir. Çünkü münafık ömrü boyunca hizmet etmek istediği davaya aykırı bir yaşam sürerek, ihanet anına kadar başka ve kabul edilebilir bir kimlikle yaşar. Bu kimseler toplumdan hayatta en tehlikeli insan kategorisini oluştururlar.
Sigara içen, yalan söyleyen, verdiği sözde durmayan, adaletsizlik yapan biri, diğer insanlara sigara içmenin sağlığa zararlı olduğuna; yalan söylemenin, sözünde durmamanın, adaletsizlik yapmanın kötü bir davranış olduğuna çevresini ikna edemez. Böylesine tutarsız bir kişiliğin söylediği sözün etki gücünün az olması, ifadesinin yanlış olmasından değil, söylediği ile yaptığının uyumsuz olmasından kaynaklanmaktadır.
Cami kürsüsünde söylediği ile sosyal hayatta yaptıkları uyuşmayan bir din görevlisi, dilinden hak ve adaleti düşürmeyen siyasetçinin yolsuzluk yapması ve yalan vaatlerde bulunması, verdiği sözde durmayı en büyük erdem olarak öğreten öğretmenin sözünü tutmaması, bilim ahlakından söz eden üniversite öğretim görevlisinin intihal yapması toplumsal yozlaşmayı artıran davranışlardır. Bu tür insanların diğer insanlara örnek olması düşünülebilir mi? Bu tür örneklerin çokluğu ve yaygınlığı toplumsal alanın önemli ölçüde çürüdüğünü gösteriyor.
Dindarların en temel sorunu, inancına uygun bir hayat yaşamamasıdır. Teori ve söylem ile eylem arasındaki farklılık günümüz dindarlarının en önemli sorunudur. Sorun nerede ise çözüme oradan başlanmalıdır. Dini tebliği edenler, sabırlı olmalı, eylemleri ile söylemlerinin tutarlılığına dikkat etmelidir.
Müslüman yöneticiler; Hz. Ömer’in adaletini, Hz. Ebubekir’in ferasetini ve Hz. Ali’nin devrimci, irfani misyonunu rehber edinmelidir. Ama asla Muaviye’nin güce ve baskıya dayanan, buna karşılık adaleti, dayanışmayı, istişareyi yok sayan yönetim biçimine yaklaşmamalıdır.
Kaynak: farklı bakış