Mustafa DOĞU

Tarih: 23.09.2025 09:02

OYNANMAKTA OLAN BÜYÜK OYUN

Facebook Twitter Linked-in

Son birkaç yılda gerçekleşen önemli hadiseler üzerindeki değerlendirme ve analizlerde çok daha dikkatli-duyarlı olmak, hamasetten, duygusallıktan, manipülasyondan uzak soğukkanlı bir şekilde, olayı sadece gerçekleştiği andan ve alandan müteşekkilmiş gibi görmeyerek, seyri ve yansımalarıyla değerlendirmek sanıyorum doğruyu yakalama açısından daha isabetli bir okuma olacaktır.  Siyaset, ekonomi, sağlık, savunma, iletişim ve ulaşım başta olmak üzere küreselleşmiş ve adeta büyük bir köye dönüşmüş dünyamızda gerçekleşen her önemli olayın, insanlığın kahir ekseriyetini ilgilendirebileceğini ve yansımalarının ise domine etkisine sahip halde gerçekleşeceği göz önünde bulundurulmalıdır. Yani genelde hiçbir olay biri diğerinden bağımsız gerçekleşmemekte ve oyun çok boyutlu olarak sahneye konulmuş olmaktadır. Peki neler yaşandı bu kısa süre zarfında ve ne tür yansımalarıyla karşı karşıyayız diye şöyle bir baktığımızda…

7 Ekim 2023 de başlayan Aksa Tufanı ve sonrasındaki gelişmeler;
1917 yılında Balfour deklarasyonu ile başlayan siyonist çetenin Filistin topraklarını işgal süreci 1948 yılında BM’de ilan edilen “devlet(!)” ile yeni bir evreye girmiştir. Kısaca başkalarının topraklarına el konulması telkin/teşvik edilmiş ve gereklerini en acımasız bir şekilde yerine getiren illegal kurumsal bir terör şebekesi. Her ne kadar adına “İsrail devleti” deniliyor olsa da gerçeğin bu olmadığını, bu terör örgütüne her türlü desteği veren ABD ve AB başta olmak üzere, BM’de bağımsız bir devlet olarak tanıdığını ilan eden tüm ülkeler tarafından da bilinen ama ikrar edilemeyen bir gerçek olduğu da unutulmamalıdır. Bir asrı aşkın bir süredir hiçbir kanun/kural/kutsal tanımaksızın işgal, katliam ve soykırımlarına devam eden siyonist çete 7 Ekim 2023’den beri de Gazze’yi tüm dünyanın gözünün içine baka baka yakıp yıkmakta, katliamlarını en vahşi/barbar yöntemleri kullanarak gerçekleştirmekte, insanları aç-susuz bırakmakta, en temel ihtiyaçlarının karşılanmasına engel olarak acı içinde ölümlerine neden olmakta ve bütün bu vahşetleri büyük bir keyifle izlemektedir. Çok az sayıda devlet, bu siyonist çetenin saldırganlıklarına söylem/eylem yeknesaklığı içinde çok onurlu bir duruşla karşı çıkmakta, özellikle literatürde İslam devletleri diye geçen halklarının kahir ekseriyeti Müslümanlardan oluşan devletler ise “şiddetli(!)” kınama ve lanetlemeden öte bir şey yapmamakta, caydırıcı müeyyideleri dahi devreye almamaktadırlar. Özellikle Batı Şeria’daki Abbas yönetimi ile en yakın sınır komşuları kardeş(!) Mısır ve Ürdün’deki iktidarlar Hamas’ın başarısının kendi zalim ve hain iktidarlarının da sonunu getireceği korkusuyla tarihin kaydettiği en alçak pozisyonunu sürdürerek tüm katliamların ortağı olmaktadırlar. Hamas ve Gazze halkı, özellikle başta siyonist çetenin olmak üzere bölge üzerinde senaryo yazanların oyunlarını boşa çıkarmış ve iki yıla yakın bir süredir de tüm imkansızlıklarına, yalnızlaştırılmalarına, tecrit/abluka/ambargo/kuşatmalara rağmen “Müslümana” yakışır onur/izzet ve şerefle direniş ve mücadelelerine devam etmektedirler. Şimdilerde Gazze halkının kurtuluşu ve geleceği için Hamas’a silah bırakması ve Gazze’den çekilmesi telkin edilmekte sözde “Gazze dostu(!)” ülkeler kanalıyla. İslam devletlerinin en organize teşkilatı olarak bilinen, adı büyük etkisi küçücük olan “İslam İşbirliği Teşkilatı” (kısaca İİT) yaptığı tüm toplantılarda “havanda su dövmek”ten başka hiçbir şey yapmamaktadır. Muhtemelen sonuç bildirgelerini de “ağa babaları”na okutup olurunu alarak yayınlamaktadırlar. Konforlu salonlarda, halkından ve değerlerinden kopuk devlet adamlarının nezaretinde yapılan toplantılarda “somut” en ufak bir adım atılmazken bol bol kınamalar yapılmakta, siyonist çete ise onlar konuşurken bile saldırmaya devam etmektedir. Bir de iki devletli çözümü diline dolayanlar var. İşgalci terör yapılanmasını meşrulaştıracak ve işgal edilen toprakların gerçek sahibini avutacak sinsi bir oyun. Ölümü gösterip sıtmaya razı etmek. Şu anda bu tezgâha düşenlerin sayısı oldukça çok. Tabi bütün bunlara rağmen işgalci çete, sözde çok sempatik gözüken bu öneriyi de şiddetle reddetmektedir. Velhasıl özelde Gazze, genelde tüm Filistin üzerinde çok çirkin oyunlar oynanmaya devam etmektedir. Tabi birileri de ortaya koydukları çifte standart/ikiyüzlü tutumları, kirli siyasetleri yüzünden, o izzet/şeref sahibi yiğit müminlerin ahirette “hasım”ları olma yolundaki çabalarına da devam etmektedir.

ABD’deki seçimler, öncesi, vadedilenler, sonrası ve yaşanan gelişmeler;
ABD, sonucu bilinen, ama tüm dünyada merakla beklenen(!) bir seçim yaptı. Şimdiye kadar ABD’deki her seçim, iki parti arasındaki büyük bir yarışa sahne olmakta ve doğal olarak da sonucu belli mahfillerde merak uyandırmaktadır. Adaylar/partiler değişse de ABD’nin özellikle Ortadoğu politikasında çok şeylerin değişmediği inkâr edilemez bir gerçek. Hele konu biraz daha özelleştirilip siyonist çetenin çıkarlarına indirgendiğinde, iki partinin de bu konu üzerinde antant kaldıkları çok net bir şekilde görülmektedir. Hatta kendi varlıklarını onların varlığının bekasına adanmış olduğunu ikrar edecek kadar. “Dost(!) Trump” -namı diğer büyük şeytan- bir önceki döneminin devamını sağlayacak politikaları kaldığı yerden devam ettirmekte, halefi Biden’den çok daha zalimce, ama bir o kadarda sinsi ve ahlaksızca yöntemlerle siyonist çetenin işgallerine, katliamlarına her türlü zemini hazırlamaktadır. Rusya-Ukrayna arasında devam eden savaşı bitirme noktasında “barış havarisi” edalarıyla tripler atarken, kaos politikalarıyla dünyayı “diken üstünde” tutmaya devam etmektedir. Zaten oluşturduğu kabineye bakıldığında adeta “bir şeytanlar korosu” ile karşılaşılacaktır. ABD’nin Türkiye büyükelçisi ve Suriye özel temsilcisi, emlak spekülatörü Tom Barrack ile Ortadoğu özel temsilcisi Steve Witkoff görevlendirildikleri rollerini başarılı bir şekilde oynamakta, İbrahim anlaşmaları başta olmak üzere siyonist çetenin varlığını ve nüfuzunu genişletecek tüm ön açılımlar gerçekleştirecek adımları emin bir şekilde atmaktadırlar. Her şeyi satın alabileceğini veya satabileceğine inanan büyük şeytan, uluslararası teamüllere aykırı bir üslup ve dil kullanarak adeta ülkelerini yöneten tüm liderleri sokak lisanı-argoyla aşağılamakta, onların iktidarlarındaki varlıklarının kendi lütuf ve ikramı olduğunu yüksek sesle haykırmakta ve birçoğundan da bunların bedellerini maddi/manevi tahsil etmektedir. Gazze’de ateşkes sağlıyor gibi gözükerek, siyonist çetenin tüm vahşetini, katliamını, işgallerini, soykırımlarını rahat bir şekilde gerçekleştirebilmesinin zeminini oluşturmakta ve zaman kazandırmaktadır. Başta Türkiye’deki mevcut iktidar dahil olmak üzere, İslam ülkelerini yönetenlerin tamamı Trump’ın bu alçak politikasına en ufak bir eleştiri dahi getir/e/memektedir. Tüm bunların yanında Trump iktidarı ile birlikte ABD, AB, Çin ve diğer birçok ülkeyle de gümrük vergileri üzerinden büyük bir ticaret savaşını da sürdürmektedir.

Rusya-Ukrayna -aslında Rusya’nın ABD, AB ile- arasındaki devam etmekte olan savaş ve barış görüşmeleri;
2022’nin mart ayında başlayan bu savaş aradan geçene üç yıla rağmen hala devam etmektedir. Rusya savaşın sonlanması için, Ukrayna’nın silahsızlandırılmasını, tarafsız bir statü edinmesini -yani NATO üyeliği perspektifinden resmen vazgeçmesini- ve Kiev’in Donetsk ve Lugansk’taki ayrılıkçı yapıları tanımasını istemektedir. Trump’ın seçim vaatleri arasında bu savaşı bitirmekte vardı. Trump, koltuğu devraldıktan sonra Ukrayna’ya kendilerini bu savaşta desteklemelerinin karşılığında ağır bir fatura çıkartmış ve tahsili konusunda da bu ülkedeki nadir toprak elementleri, petrolü ve elde edebileceği her şeyi istemiş, Zelenski’yi “oval ofiste” yine devlet teamüllerinin ötesinde bir tutumla canlı yayında tüm dünyanın gözü önünde aşağılamıştır. Neticede ABD istediğini elde etmiş ve anlaşma gerçekleşmiştir. Savaşın bitmesi ise yakın bir tarihte imkânsız gibi gözükmekte, zira Rusya’nın talepleri kabul edilmemektedir. Hatta bu savaşın diğer ülkelere sıçraması bile an meselesi. Trump’ın araya girmesine, Putin ile uzun bir aradan sonra Alaska’da yüz yüze görüşmesine ve tüm tehditlerine rağmen Rusya taleplerinden asla ödün vermemekte ve savaşa devam etmektedir. 

Suriye’de gerçekleşen iç savaş ve iktidar değişimi; 
Batı, “Arap Baharı”nın dondurucu bir kışa evrilmesini ve tüm sürecin kanlı bir finalinin gerçekleşmesini hiç şüphesiz ki Suriye toprakları üzerinden gerçekleştirmiştir. 2011 yılının mart ayında başlayan olaylar çok kanlı çatışmaların ve güç gösterilerinin sahnesine dönüşmüş, Rusya ve İran bir bloğu oluştururken ABD, AB ve Türkiye başta olmak üzere diğer ülkeler kahir ekseriyetle diğer blokta yer almışlardır. 2011 yılına gelmeden önceki yaklaşık on yıllık bir süreçte Türkiye ve Suriye çizilen sınırları bile anlamsızlaştıracak çok güçlü adımlar atarak dostane ve sıcak ilişkilere girmiştir. Hatta ortak bakanlar kurulundan iki ülkenin liderlerinin eşleriyle birlikte gerçekleştirdikleri tatillere varıncaya dek teamüller aşılmış, amiyane tabiriyle senli-benli ilişkiler geliştirilmiştir. Ta ki takvimler 2011’in mart ayını gösterene kadar. Ne olduysa bundan sonra oldu ve iki ülke birden düşman oldu. Muhaliflerin yanında yer alan Türkiye dışarıdan kurulan hükümete destek vermekle kalmayıp ÖSO -daha sonra SMO olan- adındaki ordunun eğitilip donatılmasına kadar iktidarı karşısına alacak her türlü icraatın içinde aktif olarak yer aldı. İç savaşın on üçüncü yılı bitmek üzere iken Türkiye’deki iktidar mevcut Esad iktidarıyla da görüşebileceklerini her platformda en üst düzeydeki liderinden, bakan/bürokratına kadar her kademede dillendirmeye başladı ve bununla ilgili zemin yoklaması yaptı. Fakat kartlar yeniden karılmış olacak ki, Suriye’deki mevcut iktidar bloğu çökertildi, o ana kadar Türkiye dahil dünyanın kahir ekseriyetinin terör örgütü olarak gördüğü HTŞ ve başına ödüllerin konduğu lideri bir anda başlatılan operasyonlarla 15-20 günde Suriye’de iktidara getirildi. Bu ara SMO nerede, ne yapar bilen yok. Sonuç, Suriye fiziken olmasa da fiilen en az üçe bölünmüş durumda. Daha acısı ise üçte birini elinde tutan siyonist çetedir. Üstelik yüzlerce hava operasyonuyla da Şam’ın orta yerindeki başkanlık sarayı ve bakanlıklar dahil bombardımana tabi tutmadığı hiçbir yeri yoktur. Sanki asıl ev sahibi siyonist çete, işgalci/yerleşimci Suriye halkıymış gibi bir muamele. Şimdilerde büyük şeytanın Suriye özel temsilcisi küçük şeytanın diliyle federasyon vari bir yapı konuşulmaktadır. Bakalım bu konuşmalar önümüzdeki günlerde arazide nasıl bir karşılık bulacak hep birlikte göreceğiz.

Lübnan’daki Hizbullah ile İsrail arasında gerçekleşen savaş ve bu ülkedeki seçimler; 
7 Ekim 2023 son yüzyılın en önemli tarihi kırılma anlarından biridir. Hamas’ın, siyonist çetenin işgal altında tuttuğu topraklara gerçekleştirmiş olduğu ve yüzün üzerinde bir rehineyle geri döndüğü operasyon, kelimenin tam anlamıyla “korku tabularını” yıkan ve dokunulamaz denilen çeteyi ininde vuran bir olaydır. 2006’da siyonist çete kurulduğu günden beri ilk büyük darbeyi Hizbullah’tan almıştı. 32 gün süren bu savaşın mutlak galibi Hizbullah olurken kaybedeni hiç şüphesiz lanetli siyonist çeteydi. İşte bu çetenin bir kuyruk acısı vardı ve bunu dindirmesi gerekiyordu. Hamas’ın kaçınılmaz olarak başlatmak zorunda kaldığı “Aksa Tufanı” bu çetenin azgınlaşmasına, önüne gelen her yere saldırmasına ve yakıp yıkmasına neden olmuştur. İşte bunlardan biri Lübnan ve bu topraklarda konumlanmış Hizbullah idi. Günlerce süren hava saldırıları neticesinde Lübnan da birçok noktaya operasyonlar düzenlenerek Hizbullah’ın lideri dahil üst kadrosunun neredeyse tamamı şehit edilmiş ve legal olan bu örgüte çok ağır hasarlar verdirilmiştir. Ekonomik ve siyasi krizin derinleştiği Lübnan’da uzun bir süredir Cumhurbaşkanı seçilemiyordu. İki yılı aşkın bir aradan ve siyonist çetenin işgalinden sonra sihirli bir parmak buraya dokunarak asker kökenli Maruni Hıristiyan olan Joseph Avn’ı Lübnan’ın on dördüncü cumhurbaşkanı olarak seçtirmişti. Bu zatın ilk önemli icraatı ise küçük şeytan Tom Barrack’ın çabalarıyla Hizbullah’ın silahsızlandırılması kararının mecliste onanmasını sağlamak olmuştur. Onanan bu karar bile Lübnan’da nasıl bir oyun oynandığının en güzel göstergesidir. Bakalım ağır hasar almış olan Hizbullah bu karar neticesinde ne yapacak. 

İran’ın ABD ve İsrail ile kısa süreli savaşı; 
İran üç açıdan önemli bir ülke. Sasani/Pers imparatorluklarının mirasını/bakiyesini sürdürme, Şia’nın en güçlü üssü ve müntesibine sahip olma ve tarihi boyunca herhangi bir şekilde sömürgeye maruz kalmamış olması. 79’da gerçekleşen devrim o dönemde Ortadoğu üzerinde hesap/plan yapanların tezgahını bozmuş, devrimin bölgeye yayılmaması için çok hızlı tecrit, boykot ve ambargo uygulamaları devriye alınarak İran yalnızlaştırılmaya ve şeytanlaştırılmaya çalışılmıştır. Bu süreç hala devam etmektedir. İran, özellikle devrim sonrası siyonist çeteye karşı bir mesafe koymuş ve hasmını uluslararası arenada meşruiyeti sorgulanır bir pozisyonda tutmuştur. Bu tutum doğal olarak siyonist çete ve destekçilerinin daha da azgınlaşmasına ve İran’a karşı çok daha sert ve katı tedbirler almalarına neden olmuştur. 7 Ekim ile başlayan süreci siyonist çete Hamas’ın arkasındaki azmettirici güç olarak İran’ı adreslemesiyle birlikte tüm okların bu ülkeye çevrilmesini sağlamış, önce Şam’daki konsolosluğuna saldırarak üst düzey yedi generalin öldürülmesini gerçekleştirmiştir. İran bu saldırıya çok cılız bir şekilde cevap vermiş ve sular duruldu derken, İran’ın yeni seçilen Cumhurbaşkanı Pezeşkiyan’ ın göreve başlama törenine iştirak eden Hamas’ın siyasi lideri İsmail Heniye, bu ülkenin başkenti Tahran’da kendisine tahsis edilen mekânda siyonist çetenin düzeneği ile şehit edilmiştir. Bu İran için son derece utanç duyacağı bir saldırıydı. Uluslararası arenada kendi topraklarındaki misafirini dahi koruyamayan bir pozisyona düşmüştü. Bu olay sonrasında da intikam yeminleri edildi ve mutlak karşılık verileceği bildirildi. Evet, karşılık verildi ama kendilerinin yaşadıklarıyla mukayese dahi edilemeyecek düzeyde cılız ve basitti. Takvimler 2025’in Haziran’ını gösterirken siyonist çete İran’a karşı çok büyük ve kapsamlı bir hava saldırısı düzenledi. Bu saldırıda İran’ın başta Genel Kurmay Başkanı, Devrim Muhafızları komutanı olmak üzere üst düzey generalleri ile birlikte çok sayıda nükleer bilim adamı öldürüldü. İran’ın birçok kentine bu çete tarafından defaatle saldırılar düzenlenerek çok sayıda sivilin ölümüne neden olmuştur. Ayrıca ABD çok ağır bombardıman uçağı ile binlerce kilometrelik hava sahasını katederek İran’ın en önemli nükleer tesisine büyük bir saldırı gerçekleştirmiştir. Bu aslında apaçık bir savaş ilanıydı. İran bu saldırılara karşılık verdi. Bu karşılık diğerlerine nazaran çok daha kararlı, isabetli ve sonuç alıcıydı. İran siyonist çetenin işgal ettiği topraklarda güven içinde yaşadıklarını düşünenlere günlerce korku dolu anlar yaşattı. Fakat bir el -ki bu büyük şeytanın eliydi- hızlıca devreye girerek telkin, tehdit ve tekliflerle hemen ateşkesin sağlanmasını gerçekleştirdi. Yani kısaca İran, acem siyasetinin bir gereği olsa gerek ki, eline geçirdiği fırsatı sonuna kadar kullanarak siyonist rejimi ininde yok etme fırsatını elinden kaçırmış, siyonist çetenin yeniden Gazze’ye abanmasına büyük bir fırsat vermiştir.

Pakistan ve Hindistan arasında yaşanan kısa süreli çatışma ve gerginlik;
1971’in 3 aralığında başlayıp on üç gün süren bir savaşla da karşı karşıya gelmiş olan Asya’nın Nükleer güce sahip iki büyük ülkesi 7 Mayıs 2025’de tekrar dört gün süren bir savaşla karşı karşıya gelmişlerdir. Savaşın gerekçesi olarak, Hindistan’ın 22 Nisan'da Pahalgam'da çoğu turist 26 kişinin militanlar tarafından öldürülmesi olayının azmettiricisi olarak Pakistan’ı hedef alması ve bu ülke içindeki "terör altyapısı" olarak adlandırdığı yerlere operasyonlar düzenlemesi gösterilmektedir. Hindistan her ne kadar terör örgütlerinin alt yapısını hedef aldığını bildirse de Pakistan cami dahil sivil bölgelerin hedef alındığını, çok sayıda sivilin öldüğünü ve yaralandığını bildirerek Hindistan'ın saldırılarına misilleme yaparak bir dizi Hind jetini düşürdüğünü ve altyapısına önemli zararlar verdiğini açıklamıştır. Silahlı dronların ve seyir füzelerinin karşılıklı kullanıldığı çatışmalarda, Pakistan 50 kadar Hint askerini öldürdüğünü, en az 31 Pakistanlı sivilin öldüğünü iddia ederken, Hindistan en az 16 sivil kaybı olduğunu, 100 kadar teröristi öldürdüklerini iddia ettiler. Dolayısıyla her iki ülkede birbirlerine karşılık üstünlük elde ettiklerini ve karşısındakine ciddi zayiatlar verdirdiklerini açıklayarak hem kendi hem de dünya kamuoyu nezdinde savaşın galibi imajını sağlayacak algı yönetimlerini kullanmışlardır. Bu savaşın önemli iddiaları arasında ise Pakistan’ın Türk yapımı, Hindistan’ın ise siyonist çete yapımı “Dron” lar kullandıklarıdır. Dört gün süren ve hemen bitirilen bu savaşın barış mimarı olarak Trump’ın adreslenmesi ise son derece ilginç.

Dünyada her zaman olduğu gibi şahitleri kılındığımız yüzyılda da büyük oyunlar oynanmakta. Hazin olanı ise “Oyun kurucular” içerisinde “Müslümanların” olmayışı. On dokuzuncu yüzyıldan itibaren inisiyatifi, özneliği, etkinliği eline geçiren “Batı” kendi ideoloji ve inancının gereklerine göre oyunlar kurmakta, mikro ve makro düzeyde yaptıkları planlarla senaryolarının başarılı bir şekilde gerçekleşmesini sağlamaktadır. Müslümanlar, figüranlar olarak nesnel bir pozisyonda, edilgenliklerine razı olmuş bir şekilde oynanan oyunları sadece seyretmektedir. Başlarını gömdükleri kumdan bir çıkarabilse, zihinlerine musallat olmuş sömürge travmasını atabilse “Hesap yapanların en hayırlısı ve yapılan tüm hesapları bozanın Allah Azze ve Celle olduğuna” hasbi bir şekilde iman edebilse, kendilerine, kimliklerine, inançlarına güvenip Gazze’deki yiğitler gibi ödenmesi gereken bedelleri ödemeyi göze alabilseler, dünya bu dünya olmaktan çıkacak, yeniden adaletin, erdemin, ahlakın, merhametin, faziletin egemen olduğu bir dünyaya kavuşacaktır vesselam.


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —