Engin GÜLTEKİN

Tarih: 25.12.2025 15:12

MÜSLÜMAN AKLIN KRİZİ: KUR'AN'LA BAĞI KOPARILAN İSLAM'İ DÜŞÜNCE

Facebook Twitter Linked-in

Müslümanlar olarak Kur’an’a muhatap olma biçimimiz, İslami düşüncemizi doğrudan belirlemektedir. Bugün Müslümanların yaşadığı en büyük zihinsel kırılma, hayatın Kur’an’a arz edilmemesidir. Kur’an’ın belirleyici, hüküm koyucu, hakem olma ve rehberlik görevi elinden alınmış durumda.

Kur’an, bir ölçü olmaktan çıkarılmış; hayatı meşrulaştıran esnek bir referansa, gerekçelerin ve maslahatların kılıf üreten aracına dönüştürülmüştür.

Maddi geçim elde etmek için okunan, insanların hayat konforunu teminat altına alan bir vasıta hâline getirilmiştir. 

Oysa Kur’an bu tür araçsallaştırmayı asla kabul etmez.

“Yoksa siz Kitab’ın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz?” 

(Bakara, 2/85)

Müslümanlar düşüncelerini Kur’an’ın ölçülerine ve rehberliğine göre inşa etmek yerine; Kur’an’ı kendi düşüncelerine, anlayışlarına ve yaşam tarzlarına göre okumakta, ona göre anlamakta ve yaşamaktadırlar.

Allah Teâlâ bu tavrı ve bu zihniyeti açıkça reddeder:

“Aralarında hükmetmen için sana Kitab’ı hak olarak indirdik. Sakın onların hevalarına uyma.” 

(Nisâ, 4/105)

Allah’ın kelamını ölçü almadan; hayatı onunla inşa etmeden; doğruları, yanlışları, tercihleri, kabulleri ve vazgeçişleri Kur’an’a göre belirlemeden Müslüman toplumların sahih bir İslami düşünce oluşturması mümkün değildir. Çünkü Kur’an, sadece bireyi değil, aynı zamanda toplumu da dönüştürmek için gönderilmiştir:

“Bir toplum kendinde olanı değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez.” 

(Ra‘d, 13/11)

Bu ilahî ilke, İslam düşüncesinin pasif bir kaderciliği değil; sorumluluk merkezli, iradeye dayalı bir dönüşüm anlayışını esas aldığını göstermektedir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v.) bu hakikati şu sözleriyle ortaya koymuştur:

“Sizden kim bir kötülük görürse onu eliyle düzeltsin; buna gücü yetmezse diliyle; buna da gücü yetmezse kalbiyle buğzetsin.” 

(Müslim, Îmân, 78)

Ancak bugün yaygın olan pratik bunun tam tersidir. Müslümanlar sahih İslam düşüncesini hayata hakim kılma yerine, İslam düşüncesini kendi hayatlarına göre yorumlamaktadırlar.

Bu durum, birey adedince din anlayışının ve yorumun ortaya çıkmasına sebep olmuştur. 

İslam düşüncesinin tam merkezinde Tevhid vardır. Tevhid, farklılıkları mutlaklaştıran bir düşünce sistemi değil; çelişkileri ve paradoksları aşarak düşüncede, ahlakta ve hayatta birlik sağlayan kurucu temel bir ilkedir.

Kur’an, insanın varoluş amacını açık ve net biçimde ortaya koyar:

“Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” 

(Zâriyât, 51/56)

Bu kulluk, yalnızca sözden ibaret, ritüel bir bağlılık değil; insanın zihnini, ahlakını ve toplumsal ilişkilerini dönüştüren kapsamlı bir teslimiyettir. Kur’an bu dönüşümü hedefler:

“Şüphesiz bu Kur’an, insanları en doğru yola iletir.” 

(İsrâ, 17/9)

Ne var ki modernizm ve sekülerizmin etkisiyle insan, yaratıcısından ve O’nun emirlerinden uzaklaşmış; İslam düşüncesine şirk ve batıl unsurlar karıştırmıştır. 

Açık ve kesin olan hükümler; şartlara, konjonktüre, zamanın ruhuna ve toplumsal gerçekliklere kurban edilmiş, çeşitli gerekçelerle etkisizleştirilmiştir. 

Yasaklar alenen çiğnenmekte, hükümler esnetilmekte, emirler ertelenmekte, sorumluluklar başkalarına havale edilmektedir. 

Böylece İslam düşüncesi, ilahî bir çağrı olmaktan çıkarılmış, kişisel ve sınıfsal konforu koruyan bir kalkana dönüştürülmüştür.

Bu tavır, sahih İslam düşüncesinden açık bir kopuştur. Bu kopuştan doğan boşluğun yerini takiyye, pragmatizm, hedonizm ve sekülerizm gibi hayat şekilleri almaktadır. 

Güçlü iken başka, zayıf iken başka; iktidarda iken başka, muhalefette iken başka bir dil üreten düşünce ve anlayışlar ortaya çıkmıştır. Bu durum imanî bir derinlik değil; ilkesiz bir esneklik üretmektedir. Oysa Kur’an’ın ölçüleri sabittir asla değişmez ve değiştirilemez. Değişen Kur’an'ın hükümleri değil, ona yaklaşımlar ve yorumlar olmalıdır. 

“Rabbinin sözü doğruluk ve adalet bakımından tamamlanmıştır. Onun sözlerini değiştirebilecek hiç kimse yoktur.”

(En‘âm, 6/115)

 

Tam bu noktada Hz. Muhammed’in (s.a.v.) siyeri devreye girmekte, düşüncedeki sapmaların önünde kalkan olmaktadır. Kur’an, Resûlullah’ın örnekliğini bu yüzden bağlayıcı kılar:

“Andolsun ki Allah’ın Resûlü’nde sizin için, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çokça zikredenler için güzel bir örnek vardır.” 

(Ahzâb, 33/21)

Hz. Muhammed’in (s.a.v.) siyeri ve İslam düşünce tarihi, sahih İslam düşüncesinin oluşmasında gösterilen hassasiyet, gayret ve örneklerle doludur.

Hz. Ebû Bekir’in halife olur olmaz söylediği, “Güçsüzün hakkını güçlüden alıncaya kadar yanımda güçlü sayılmayacaktır” sözü, İslam düşüncesinin iktidara göre değil; hakikate göre konuştuğunun ilanıdır.

İmam Ahmed b. Hanbel’in Mihne sürecinde baskıya boyun eğmemesi, Kur’an’ın mahlûk olduğu iddiasına karşı bedel ödemeyi göze alması; 

İmam Gazâlî’nin hakikati aramak için makamı terk edişi; İbni Teymiyye’nin zindanı medreseye dönüştürmesi, sahih İslam düşüncesinin konjonktürle değil, ilkeyle yaşandığının tarihsel şahitliği ve örneklerinden bir kaçıdır.

Kur’an, “İşimize geldiği kadar” değil, bütünlüğüyle yaşanmak ister. 

İslam düşüncesini, ayetlerin bağlamından koparıp, hadisleri hayattan soyutlayıp meşruiyet üretmek İslam düşüncesine verilmiş telafisi mümkün olmayan en büyük zarardır. İslam'ın bahsettiğimiz mezkûr düşünsel sorunları giderilmeden hakikat inşa edemez. Kur’an, hayatın vitrinine asılan bir süs değildir. Herkesin düşüncesine kaynak aradığı, kendini ve yaşadığı gayri İslamî hayatı temize çıkarmaya çalıştığı bir arena hiç değildir. 

Kur’an, düşüncemizin merkezine konulan bir mihenk taşı olmalıdır.

Bugün Müslümanların yaşadığı krizin temelinde, İslam düşüncesindeki bu bozulma ve savrulmalar yatmaktadır.

Müslümanlar, Kur’an’ın ahkâmına uymak ve ona teslim olmak yerine, Kur’an’ı kendi düşüncelerinin esiri hâline getirmişlerdir. 

Müslümanlar yaşadıkları toplumlarda açıkça ve alenen Kur’an’a uymak, O'nun hükümlerini uygulamak ve “anayasamız Kur’an olmalıdır” deme cesareti göstermelidirler.

Tağutî düzenlere baş kaldıran, modern düşüncelere ve ideolojilere meydan okuyan, düşüncesini açıkça dile getiren “Gayemiz Allah, önderimiz Resûlullah, anayasamız Kur’an, yolumuz cihat ve en büyük arzumuz Allah yolunda şehit olmaktır.” diyerek zamanın bütün batıl düzenlerine meydan okuyan akademisyen, alim ve eğitimcilere ihtiyaç vardır.

Hasan el-Bennâ'nın hayatı; İslam düşüncesinin çok rahat ve bedel ödenmeden oluşmayacağının açık bir göstergesidir.

İslam düşüncenin oluşması ve sahih bir düşünsel hayat ödenilen bedelle doğru orantılıdır.

Tarih boyunca küçük bir azınlık dışında kimse bu bedeli ödeme niyetinde olmamıştır; günümüzde de bunun değişmediği açıkça görülmektedir.

“İnsanlar, ‘İman ettik’ demekle imtihan edilmeden bırakılacaklarını mı sandılar?”

(Ankebût, 29/2)

“Andolsun ki onlardan öncekileri de imtihan ettik. Allah elbette doğruları ortaya çıkaracak, yalancıları da mutlaka açığa çıkaracaktır.”

(Ankebût, 29/3)

Bu yüzden Müslümanların İslam düşüncesinde yaşadıkları menfi değişim, dönüşüm ve sapma ile gelmiş oldukları sosyolojik gerçeklik, her duruma uygun bir gerekçe, her yanlışa ve gayri İslami olana hazır bir fetva üretilebilmektedir. 

"Yaşantılar ve toplumsal gerçeklik sahih İslam düşüncesine uygundur." anlayışıyla yaşayan Müslümanlar, realiteyi görmezden gelerek, bilerek veya bilmeyerek İslam düşüncesini hayattan çıkaran plan ve projelerin bir parçası olmuşlardır. Binaenaleyh bugün yaşanan toplumsal hayat cahiliyenin hüküm sürdüğü bir sosyolojidir. Bu yaşanan hayatlar İslam değil; İslam görüntüsü altında sürdürülen gelenek ve alışkanlıklardır. 

Bu düşünce Müslümanı kurtarmaz, dönüştürmez, diriltmez. Ta ki bu düşünceden vaz geçip Kur'an ile bağı yeniden sağlayan İslami düşünceye dönünceye kadar...

“Ey iman edenler! Size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman Allah’a ve Resûlü’ne icabet edin.”

(Enfâl, 8/24)

Mehmet Âkif’in, “Ey imam, bu insanlar namaz kılıyor diye onları mümin görme! Bunlar ruhturlar...” feryadı bundandır.

Said Nursî’nin, “İman hem nurdur hem kuvvettir. Hakiki imanı elde eden dünyaya meydan okur” sözü; 

Osman Yüksel Serdengeçti’nin, “Kula kul olmak için atılmadık meydana. Biz yalnız hakikate ve hakka secde ederiz” haykırışı ve bu yazının kapsamını aşan daha yüzlerce feryat haykırış ve meydan okuma, İslam düşüncesinin;

Pasif değil; etkin, 

Donuk değil dönüştüren, Teslim olan değil eleştiren,

Uyutan değil uyandıran, Uyan değil kendine çağıran, 

Öldüren değil, yaşatan

Taklit eden değil; bilinç inşa eden,

Meşrulaştıran değil; hesap soran,

Konfor üreten değil; bedel ödemeyi öğreten,

Parçalayan değil; Tevhid ekseninde birleştiren,

Statükoyu koruyan değil; zulme meydan okuyan,

Sessiz kalan değil; şahitlik eden,

Hayatı süsleyen değil; hayatı yeniden kuran

Alıştıran değil rahatsız eden,

Meşrulaştıran değil sorgulatan,

Çağa uyan değil çağı dönüştüren,

Bedelsiz değil bedel isteyen,

Ölü değil, diriltici bir düşünce sistemi olduğunu ortaya koymaktadır.

Kur’an da bu hakikati şöyle ilan eder:

“De ki: Benim namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm âlemlerin Rabbi olan Allah içindir.” (En‘âm, 6/162)

 

Selam ve dua ile...

 

Engin GÜLTEKİN

Eğitimci-Yazar-Sosyolog


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —