Ali BULAÇ

Tarih: 25.09.2025 14:59

Kudüs, Mescid-i Aksa ve Kudüs için model

Facebook Twitter Linked-in

Filistin, Gazze ve bu arada Kudüs derin bir yaradır. Bu yara tam 70 küsur yıldır kanamaya devam ediyor.  Sorunun çözümüne hiçbir katkısı olmayacak olan “iki devletli” çözüme göre Doğu Kudüs Filistinlilere, Batı Kudüs İsraillilere ait olacak. İsrail ise Kudüs’ün “İsrail’in ebedi başkenti” olduğunu söylüyor.

Filistin sorunu, gerçekte bir “İsrail sorunu”dur. İşgal edilmiş topraklar, toprak ve mülk gasbeden sömürgeci yerleşimciler, mülteci Filistinliler, Mescid-i Aksa ve Kudüs sorunun beş esasını teşkil etmektedir. İçlerinde Kudüs merkezi bir önem taşır. Doğru, hakkaniyetli ve adil bir Kudüs algısı bizi sorunun geneli hakkında sağlıklı, kalıcı bir çözüme götürebilir.

Bu konuyu 10 başlık altında ele almaya çalışacağım.

  1. Hiç kuşkusuz Beytü’l Makdis veya Mescid-i Aksa ile buna bağlı Kudüs, Yahudiler ve Müslümanlar için olduğu kadar Hıristiyanlar için de kutsal bir şehirdir.

Kutsal yani “mukaddes” her türlü maddi kirden, fesat ve bozgunculuktan arınmış, tertemiz mekan demektir.  Yerleşim tarihi bundan 3.500 yıl öncesine dayanan Kudüs bugüne kadar 16 ayrı isimle anılmıştır. 16 ismin de ortak vasfı “kutsiyet, bereket ve barış”tır. (Daha geniş bilgi için bkz. Ali Bulaç, Kur’an Dersleri/Tefsir, IV, 367-372.)

  1. Kutsalın bilincinde olan farklı din müntesipleri mukaddes bir şehirde barış içinde, bir arada ve ihtiramı esas alarak yaşar, yaşayabilirler. İhtiramlarını mümkün kılan, kendi aralarında akdettikleri toplumsal sözleşmenin ruhu ahlak ve hukuktur.

III. Kudüs tarih boyunca büyük acılar yaşamış, paganlar ve fanatik din müntesipleri tarafından istilaya ve tahribata uğramıştır: Babilliler Kudus’ü işgal etmiş (M.Ö. 586), Mabed’i tahrip etmiş, pagan Romalılar aynı tahribatı yapıp sakinlerini kılıçtan geçirmişlerdir (M.S. 70). Bugün de Siyonist Yahudiler, ne Müslümanlara hayat hakkı tanıyorlar, ne Hıristiyanlara huzur veriyorlar. Tarih boyunca Yahudileri koruyan Müslümanlara Siyonistlerin reva gördüğü muamele onların topraklarını işgal etmek, mallarına-mülklerine çökmek, çocuk, kadın, sivil demeden soykırıma uğratmak ve onları yurtlarından sürüp tehcir ettirmektir.

  1. Kur’an, Resulüllah (s.a)’ın Sünneti ve sahabe tatbikatı bize gösteriyor ki, şehir olarak Kudüs, Kudüs’te yaşayan Yahudiler ve Hıristiyanlar Müslümanların hakimiyeti altında huzur ve refah içinde yaşamışlardır. Birbirleriyle katiyen anlaşamayan Rum ve Hıristiyanların kutsal kabul ettiği Kıyame Kilisesi’nin anahtarı hala Nusibeh denen Müslüman bir ailenin elinde olup, her sabah bu ailenin gözetiminde Kilise’nin kapısı açılmakta, yine aynı ailenin gözetiminde akşam kapatılmaktadır.
  2. Bugün de Kudüs’ü, üç din müntesibinin birlikte yaşadığı şehir haline getirme potansiyeline sahip Müslümanlardır. Müslümanlar, Kur’an ve Sünnet’in ve tarihi tecrübelerinin ışığında Kudüs için yeni bir yaşama modeli geliştirebilirler. Yeni bir model tasarlarken

1) Ne Yahudileri haritadan silmek

2) Ne Kudüs’ü diğer dinlerin kutsal eserlerinden ve şiarlarından temizlemek

3) Ne de bir ırkçılık ve nefret ideolojisi olan Siyonizme haklı olarak karşı çıkarlarken, antisemitizm yapmak makul ve makbul değildir.

  1. Siyonizm sadece Filistinliler, Araplar veya Müslümanlar için değil, insanlık için tehlikeli bir ideolojidir. Temel varsayımları itibariyle savunucuları laik-seküler, hatta ateist, agnostik veya deist olsalar bile Yahudi kutsal metinlerini İsrail ulus devletinin kurucu ideolojisi olarak yeni bir temele oturtmuşlardır. Gazze katliamına başladığı gün –belki de ateist veya deist Başbakan Netanyahu “Şimdi Yeşu’nun kehaneti gerçekleşmektedir” demişti. Bir Siyonistin ateist veya deist olması, kurucu ideolojisi olan Yahudi/dini metinlere sahip çıkmadığı anlamına gelmez, başka ulus devletlerin kurucuları da, ulusalcılıklarını/millietçi ideolojilerini hakikat değeri olmayan mitolojilere/efsanelere, masallara dayandırmaktadırlar; Türk milliyetçiliğinin referansı Ergenekon, Kürt Milliyetçiliğinin referansı Demirci Kawa gibi.

Buna göre

  1. Varlık hiyerarşisinde Yahudi “insan ile Tanrı arasında ara bir mertebe”de bulunmaktadır. Tanrı, Yahudi’yi “kendi suretinde yarattı”, diğer insanların ilk atası ve modeli olan Adem’i ise çamurdan yarattı. Varlıkta hiyerarşi cansızlar, bitkiler, hayvanlar, insanlar, Yahudiler/İsrail ve Tanrı olarak sıralanmışlardır.
  2. Yahudi teolojisine göre, biz İsmail aleyhisselamın torunları Müslümanların “Ev’in mirası”nda payımız yoktur. Zira Hz. İsmail’in annesi Hacer bir cariye idi. Miras, İshak aleyhisselam’ın annesi Sara’nın çocuklarına aittir.

Hatırlayalım: 1986 yılında Amerika Libya’yı bombalamadan bir gün önce Ronald Reagen şöyle demişti: “Bu savaş İsmailoğullarını çölün derinliklerine sürünceye kadar devam edecektir.”

  1. Yüzyılda Siyonizmi formüle edenler Filistin için “halksız toprak”, Yahudiler için de “toprağı olmayan ulus” diyorlardı. Buna göre Filistin toprakları üzerinde yaşayan Filistinliler, Yahudilerin gelip buralara yerleşip devlet kurmaları için adeta temizlenmesi gereken haşarat türünden canlılardı. Nitekim Ekim-2023’te başlayan katliamda İsrailli yetkililer Filistinlerin insan değil, “insanımsı yaratıklar” olduklarını söylediler.
  2. Siyonistler, kendilerini hiçbir uluslar arası hukuk kuralına bağlı görmüyorlar, çünkü “Tanrı’nın çocuklarıdır, seçilmiş halktırlar.” Gelip bir halkın topraklarını işgal etmiş olmalarına rağmen, meşru savunma hakkını kullanan Filistinlilerin her eylemini vahşice bastırır, katliam yapar, bir halkı açlık ve susuzlukla ölüm mahkum eder, savaş suçu işlerken “savunma hakkını kullandıkları”nı öne sürüyorlar. İşgalcinin meşru müdafaa hakkını kullananı “terörist”, kendini savunma hakkını kullanan “mağdur” göstermesi bütün ahlaki ve hukuki normların tersine çevrildiği trajik-komik bir durumdur bu.
  3. Seküler/laik Yahudiler “din, ırk, terör, soykırım ve tehcir” üzere kurdukları bu devletin ideolojisini yani Siyonizmi eleştiren herkesi antisemitik ilan edip etkili oldukları mecralarda hemen mahkum ediyorlar.
  4. Siyonist ideoloji üzere kurulmuş İsrail devleti, tarihte Babillilerin, Romalıların, Hıristiyanların ve Nazilerin Yahudilere reva gördüğü zulmün acısını Müslümanlardan çıkarıyor, halbuki koruyucuları müslümanlara şükran borcu var.

Durum buyken, yine de fıkhımıza göre Siyonistlerin yaptıklarını yapmak caiz değildir. Çünkü İtalyanların yaptıklarına karşı Ömer Muhtar’ın ve Sırpların yaptıklarına karşılık Aliya İzzetbegoviç’in dediği gibi “Onlar bizim öğretmenlerimiz değildir, bizim öğretmenimiz Hz. Muhammed aleyhissalatü vesselamdır.”

İslami hüküm ve normların yeniden şekillendireceği bir bölgede Müslümanlar gibi Yahudilerin, Hıristiyanların ve başka din ve mezhep, inanç ve fırka mensuplarının da yaşama hakları vardır. Hz. Peygamber (s.a.), farklı din ve etnik grupları “Medine Sözleşmesi” çerçevesinde bir siyasi birlik içinde toplamış ve en başta Yahudilerin yer aldığı bu birliğe “ümmet” ismini vermiştir. (Bkz. Ali Bulaç, Medine Sözleşmesi, 2. Bsm. Çıra y. İstanbul-2020.) Tek kırmızı çizgi tahakküm, asimilasyon, etnik arındırma, soykırım, dini fanatizm, taassub ve toprakların bir din, mezhep, kavim veya kimlik adına temellük edilip diğerlerinin “Allah’ın mülkü”nde temel hak ve özgürlüklerinden mahrum bırakılmasıdır.

Yalancı peygamber Müseylemetü’l Kezzab, Hz. Peygamber’e  “Gel, dünyayı aramızda ikiye bölüp sahiplenelim” dediğinde, ona şöyle cevap vermiştir: “Yeryüzü ne senindir ne benim, yeryüzü Allah’ındır.”

VII. Masum siviller, çocuklar ve kadınlar hedef alınmadıkça ve bilhassa cihad ile terör arasında temel ayrım gözden kaçırılmadıkça, taş ve sapanla ya da şu veya bu silahla, bir “savaş makinesi İsrail”e karşı destansı mücadele veren Filistinliler ahlaki üstünlüğü ellerinde tutmaya ve Siyonizmi beşeriyetin vicdanında mahkum etmeye devam edeceklerdir.

Filistinliler, büyük acılar çekiyor, İslam tarihinin en çetin sınavlarından birini veriyorlar. Gazzeliler soykırıma maruz kalır, aç, susuz ve ilaçsız bırakılırken hepimiz utanç içindeyiz. Bu konuda Kur’an bize şöyle seslenmektedir:

“Eğer siz bir yara aldıysanız, o kavim de bir yara almıştır. Biz o günleri insanlar arasında döndürür dolaştırırız” (3/Al-i İmran, 140.)  “Allah sabredenlerle beraberdir” (2/ Bakara, 153.)

Bu savaşta bugünün Davud’u Filistinliler, Golyat’ı Siyonist İsrail’dir.

VIII. Filistin sorunu –hakikatte aslolan “İsrail sorunu”dur-, Arapların yerinde deyimiyle “sorunların anasıdır (Ümmü’l kadaya). İşgal edilmiş topraklar, yerinden edilmiş milyonlarca mülteci ve ardı arkası kesilmeyen sömürgeci yerleşimciler, Kudüs’ün statüsü ve Mescid-i Aksa sorunu sadece Filistinlilerin değil, sadece Arapların değil ve hatta sadece Müslümanların da değil, vicdan sahibi her insanın sorunudur. İsrail buldozerinin önünde durup canını feda eden Amerikalı Rachel Corrie (16 Mart 2013), kendini yakan ABD Hava Kuvvetlerine mensup asker Aaron Bushnell (25 Şubat 2024) ve yüz binlerce aktivist  bu küresel vicdanın sembolü şahsiyetlerdir.

  1. Biz Müslümanlar için Kudüs’ün özel bir anlamı vardır:

1) Kudüs Peygamberler şehridir; Hz. Musa’nın muradı, Hz. Davud ve Hz. Süleyman’ın tevhid inancını hayata geçirdikleri kutsal şehirdir. Bütün peygamberlerin mirası bizim için değerlidir, biz müslümanlar “Peygamberler arasında fark gözetmeyiz” (2/Bakara, 285).

2) Efendimiz (s.a.) Mekke’de iken mi’raca “Mescid-i Aksa”dan çıkmış bulunmaktadır

  1. Müslümanlar Medine’de 17 ay, Kuduüs’teki Beyt-i Makdis’e dönüp namaz kılmışlardır, bizim ilk kıblemizdir.

Kelime manasıyla Mescid-i Aksa “en uzak yerdeki mescid” demektir. Tefsircilerin ve cumhur-u ulemanın kabulüne göre, söz konusu mescid, Kudüs’teki Beyt-i Makdis (Kutsal Ev)’tir. Hz. Davud’un inşaına başlayıp Hz. Süleyman’ın bitirdiği -veya tamamen Hz. Süleyman zamanında inşa edilen- (M.Ö. 967 veya 953) bu mescid Kur’an-ı Kerim’de Mescid-i Aksa olarak zikredilir. Vakidi ve Ezraki’nin nakillerine dayanarak ayette zikredilen Mescid-i Aksa’nın Beyt-i Makdis olmadığını söyleyenlere göre, bu mescid Efendimiz’in zaman zaman namazgâh olarak kullandığı Mekke dışında Ci’rane’deki mesciddir.

Muhammed Hamidullah, ayette zikredilen Mescid- Aksa’nın “semada bir mescid” olabileceğini söyler, ona göre Beyt-i Makdis’in bulunduğu Filistin, Kur’an-ı Kerim’de “yakın yer (edna’l arz)” olarak geçer (30/Rum, 3). Müslümanların Kudüs’teki mescidi inşa edip ona Mescid-i Aksa adı vermeleri Hicri 66-73 yılları arasındadır. Daha öncesinde Hz. Ömer, harabeye dönmüş mescidin bir bölümü üzerine mescid inşa etmişti.

Elimizdeki güvenilir kaynaklar bu iddianın aksine bilgi ve haberleri ihtiva etmektedir. Şöyle ki:

  1. Mescid-i Aksa’nın Kudüs’teki Süleyman Mabedi olduğunu destekleyen hadisler vardır: “Burak’a bindim, Beyt-i Makdis’e vardım” (Buhari, Bed’u’l halk, 6; Müslim, İman, 258-259). Bu hadiste, Mekke’den Burak’a binilip gidilen mescidin “Beyt-i Makdis” olduğu belirtilmektedir.
  2. Sadece şu üç mescide ziyaret için yolculuk yapılır: Mescid-i Haram, Mescid-i Aksa ve benim mescidim (Medine’deki Mescd-i Nebevi)” (Buhari, Savm, 67).
  3. Ebû Zer el Gıfari, bir keresinde: “Ya Resulullah! yeryüzünde ibadet için ilk önce hangi mescid bina edildi?” diye sordum. Resulullah (s.a.): ” Mescid-i Haram’dır” buyurdu (Al-i İmran, 96). “-Sonra hangisi?” dedim. “Mescid-i Aksâ” buyurdu. “-Bu iki mescid arasında ne kadar zaman var?” dedim. Resulullah (s.a.): “Kırk sene” buyurdu.” (Müslim, Mesacid, 1, 2). Buna göre Beyt-i Makdis, Mescid-i Aksa’dr, Emevilerin, Kudüs’te inşa ettikleri mescide Mescid-i Aksa demelerinin sebebi budur.

3) Müslümanlar, Medine’de 17 ay Kudüs’e dönüp namaz kılmışlardır, bizim ilk kıblemizdir. Müslümanların, namazda yöneldikleri kıble noktasal olarak Kudüs’te Beyt-i Makdis’tir. Kudüs’te kutsal bir ev yoksa veya tamamen Yahudilere ait bir mabed söz konusu ise Müslümanlar neden 17 ay Kudüs’e dönüp namaz kılsınlar? Ka’be’ye sonraları dönülmesinin sebebi ise Ebu Zer’in hadisinde belirtildiği üzere Ka’be’nin Beyt-i Makdis’ten/Mescid-i Aksa’da inşa edilmiş olmasıdır.

Hz. Peygamber’in kıble olarak Ka’be’yi dilemesi, Beyt-i Makdis’i profan görmesinden değil, Beyt-i Makdis’in kurucusu Davud ve Süleyman’ın da atası Hz. İbrahim ile Hz. İsmail’in temellerini bulup Ka’be’yi “Allah’ın evi” olarak inşa etmeleridir. Hz. İbrahim’in bulduğu temelleri ilk atan ise Adem aleyhisselamdır. Şu halde yeryüzündeki yürüyüşünde insan Ka’be etrafında dönerek her şavtta ilk başlangıç noktasına dönecek, böylelikle ilk durumunu unutmadan ebedi yurduna doğru ilerleyecektir.

4) Hz. Ömer’in şehrin anahtarını teslim almasından Haçlıların gelip şehri talan edinceye ve Selaheddin Eyyubi el Kürdi’nin yine şehri Haçlılardan almasından (2 Ekim 1187) Osmanlıların son dönemine kadar (1517-1917) , biz Müslümanlar Kudüs’ü kutsallığına yaraşır şekilde yönettik. Müslümanların yönetiminde Kudüs’te üç ayrı dinin müntesipleri barış ve huzur içinde yaşadılar. Ağlama Duvarı, bir harabe, hatta çöplük iken Kanuni zamanında onarılmış, Yahudilerin burada dua ve ibadetleri sağlanmıştır.

Bunun manası şudur ki, biz Kudüs konusunda tarihte başarılı bir sınav vermiş bulunmaktayız.

5) Kudüs’te diğer bütün şehirlerden ayrı olarak üç dinin ana sembolleri aynı mekan üzerinde ve birbirlerine yürüyüş mesafesinde bulunmaktadırlar. Eğer yeryüzünde zulüm ve acılara son verildiği “barış (silm, selamet ve ilahi iradeye teslimiyet)” kurulacaksa -ki İslam Davası’nın esası budur-, bu davanın hayata geçeceği somut model Kudüs olacaktır.

  1. Kudüs ve genelde İsrail/Filistin sorunu makul, adil, tarafların haysiyetine yaraşır ve makbul çerçevede çözülmedikçe, ne bölgemiz ne dünya barış yüzü görmeyecektir.

Kudüs’te her üç dinin birbirlerine yürüyüş mesafesinde yakın olan mekanların sembollerinin ifade ettiği anlamı referans alacak olursak, Kudüs için önerebileceğimiz en makul, adil ve kalıcı çözüm Hz. Muhammed (s.a.)’in Medine’de diğer din müntesipleri ve etnik gruplarla bir arada yaşamayı temel alan Medine Sözleşmesi’dir.

Özellikle Yahudiler ve Müslümanlar arasında Süleyman Mabedi ve Mescid-i Aksa konusunda derin bir ihtilaf olduğu herkesin malumu. “Ortak bir kelime üzerinde ittifak etme” (3/Al-i İmran, 64) iradesini gösterebilen üç dinin müntesipleri, eğer yüce Allah’ın yarattığı ve mükerrem kıldığı insanı her şeyin üstünde değerli varlık olarak görebilirlerse, Kudüs, her üç dinin kutsal mabetlerini içine alacak kadar geniş bir mekan olduğunun farkına ve bilincine varacaklardır. Beyt-i Makdis veya Mescid-i Aksa, 144 dönümlük geniş bir alana sahiptir, bu geniş ve mübarek alan üzerinde Beyt-i Makdis de, Mescid-i Aksa da yeniden ve bir kere daha inşa edilebilir, her iki dinin takva sahibi mü’minleri kendi kutsal mekanlarında ibadet edebilirler. Beyt-i Makdis ve Mescid-i Aksa, iki ayrı ve zıt mekanlar değil, aynı kutsal mekandır; “fesadın ve kandökücülüğün” (2/30) sebebi değil, barış, esenlik ve güvenliğin sembolleri olmalı.

İnsan, Allah’ın yeryüzünde kendine halife kıldığı varlıktır (2/Bakara, 30), onu Allah mükerrem (17/İsra, 70) yani ikrama, ihtirama, ilahi isim ve sıfatlara mazhar kıldığından ondan daha değerli yoktur.

Her üç din mensubundan oluşacak bir Konsey özgürlük, ahlak, hukuk ve ihtiramı esas alıp, şehri asli anlamına uygun yönetir, böylelikle Kudüs Daru’s Selam/Yeruşalim (Barış yurdu) olur. Her üç din mensubunun yönetimde, karar alma süreçlerinde ve karar mekanizmalarında takip edecekleri süreç, muarefe, müzakere ve muahede olmalıdır ki, her yeni durumda ve yeni çıkan sorunlarda çözümün yol ve yöntemi ilânihaye açık kalsın. “Ortak bir kelime”nin şekillendirdiği bu model, giderek bölgesel ve küresel bir arada yaşamanın modeli olur.

Bu model, bu büyük ideal; şanı yüce Allah’ın muradını ve rızasını esas alan Müslüman, Yahudi, Hıristiyan erdem/fazilet sahipleri din müntesipleri ile bu dinlerden veya başka dinlerden hiç birine mensup olmasa da, selim akıl ve temiz vicdanla/fıtratla hareket eden erdemli insanların ortak cehdi, mücahedesi ve cihadıyla gerçekleşecektir.

(Yazının kaynakları)

(Kudüs üzerine, Tebliğ30 Nisan 2022/SP-Haliç Kongre Merkezi. İstanbul)

(Kudüs ve Kudüs’e model (1-2), The Turkish Post, 21-24 Eylül 2025.)

 

Kaynak: farklı bakış


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —