Filmlerle İfsat edilen bir Toplumun Sosyolojisi...
Bir toplumu yıkmak için tanklara, tüfeklere, işgallere gerek yoktur.
Bir toplum, köklerinden koparıldığında, kendi elleriyle geleceğini imha eder.
Bugün Türkiye toplumunun yaşadığı kriz tam olarak budur:
Köklerin çağrısı adı altında sunulan yapımlar, gerçekte köklerin imhasını gerçekleştirmektedir.
“Köklerin Çağrısı” gibi filmler ve benzeri diziler, adları ne kadar masum olursa olsun, içerikleriyle bu toplumun İslam medeniyetinden beslenen ahlakî, örfî ve mahremiyet temelli köklerini hedef almaktadır. Bu yapımlarda insan öldürmek sıradanlaşmış, ihanet normalleştirilmiş, entrika hayatın olağan akışı gibi sunulmuştur.
Kardeş kardeşi vurmakta, kan dökmek bir dramatik unsur değil, sıradan bir sahne haline gelmektedir.
Oysa Kur’an, insan hayatını dokunulmaz kılar:
“Kim bir canı, bir cana karşılık olmaksızın veya yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaksızın öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibi olur.”
(Maide, 32)
Bu ayetin ruhundan kopmuş bir sinema dili, köklerden değil; kopuştan beslenir.
Mahremiyetin çöküşü ailenin İnfazını beraberinde getirmiştir.
Daha da vahimi, bu yapımlarda mahremiyet kavramının sistematik biçimde yerle bir edilmesidir.
İki kardeşin aynı kişinin nikâhı altında olması, kardeşin kardeşin namusunu kirletmesi, kimin kimle olduğu belli olmayan ilişkiler ağı…
Bunlar birer “hikâye” değil; bilinçli bir normalleştirme operasyonudur.
Uzak Şehir, Halef ve benzeri dizilerde namus, korunması gereken bir değer değil; aşılması gereken bir engel gibi sunulmaktadır.
Oysa İslam medeniyeti, toplumu mahremiyet üzerine inşa eder.
Kur’an bu konuda son derece nettir:
“Zinaya yaklaşmayın. Çünkü o, hayâsızlıktır ve çok kötü bir yoldur.”
(İsrâ, 32)
Dikkat edin:
“Zina yapmayın” değil, “zinaya yaklaşmayın” buyurur.
Bugün diziler ve filmler, milyonları zinaya yaklaştırmakla kalmıyor, onu estetikleştiriyor, meşrulaştırıyor ve sıradanlaştırıyor. Reyting uğruna toplumsal çürümenin yolu açılıyor.
Türk dizileri, reyting uğruna bu toplumu sosyolojik olarak parçalamaktadır.
Aile çözülmekte, sadakat değersizleşmekte, iffetin yerini haz almaktadır.
Toplum, “birey” adı altında yalnızlaştırılmakta; aile, “yük” gibi gösterilmektedir.
Resûlullah ﷺ bu ahlaki çöküşün sonucunu asırlar öncesinden bize haber vermiştir:
“Hayâ imandandır.”
(Buhârî, İman, 3)
Haya her insanda güzeldir. Kadında bir başka güzeldir. Ama bu filmlerle kadınların ar damarı patlatılmış artık kadın utanmaz bir hale getirilmiştir.
"Utanırdı burnunu göstermekten sütninem,
Kızımın gösterdiği, kefen bezine mahrem.
Ey tepetaklak ehram, başı üstünde bina;
Evde cinayet, tramvay arabasında zina!"
Necip Fazılın; anlattığı sosyolojik bu vaka bugünümüzde zirveye çıkmıştır.
Hayânın çekildiği bir toplumda iman zayıflar; imanın zayıfladığı bir toplumda ise her türlü ifsat normalleşir.
Kökler demişken tam burada iki toplum arasında bir karşılaştırma yapmak zorundayız:
Hiçbir İran filminde ya da dizisinde, aynı yatağa giren sahneleri göremezsiniz.
Çünkü İran sineması, kendi ideolojisi ne olursa olsun, kökleriyle bağını koparmamıştır.
Mahremiyet sınırları korunur, aile yapısı kutsanır, utanma duygusu canlı tutulur.
Türkiye’de ise sinema ve dizi endüstrisi, kendi kökleriyle kavgalıdır.
İslam medeniyetine ait ne varsa ya görmezden gelinir ya da aşağılanır.
Bu durum, sadece Türkiye’yi değil; dizilerin ihraç edildiği diğer toplumları da ifsat eden bir zincirleme etki üretmektedir.
Bu sanat mı, ifsat mı?
Kamera karşısında; başkasının annesi, eşi ya da kardeşi olan biriyle dudak dudağa giren, aynı yatağa yatan, milyonların önünde rol adı altında zina sahneleri oynayan bir yapıya “sanat” denemez.
Bu, sanat değil; ahlaksızlığın estetik ambalajla pazarlanmasıdır.
Daha da acısı; bu sahnelerde rol alan kişiler, bir insanın ömrü boyunca kazanamayacağı parayı bir bölümde kazanmaktadır.
Böylece fuhuş, ahlaksızlık ve yozlaşma; ödüllendirilen bir meslek haline getirilmektedir.
Kur’an bu tabloyu çok net tarif eder:
“Fuhşun toplumda yayılmasını isteyenler için dünyada da ahirette de acı bir azap vardır.”
(Nûr, 19)
Kökleri kaybolan bir toplumun geleceği yoktur.
Kökleriyle bağını koparan toplumlar, geleceğe umut olamazlar.
Örfünü, adetini, inancını ve ahlakını kaybeden bir nesilden iyilik beklenmez.
Kökleri fuhuş olan bir ağacın meyvesi de fuhuştur.
Kökleri iffet olan bir medeniyet ancak, insanlığa umut olabilir.
Bugün Türkiye’de yaşanan kriz, ekonomik ya da siyasi değil; ahlaki ve medeniyet krizidir.
Filmlerle, dizilerle, görsel bombardımanla bir toplumun ruhu hedef alınmaktadır.
Ve şunu açıkça söylemek gerekir:
Bu bir tesadüf değil, bilinçli bir ifsat sürecidir.
Bu toplumun kurtuluşu, yeni dizilerde, daha yüksek reytinglerde ya da daha büyük bütçelerde değil; köklerine dönüştedir.
Kök, İslam’dır.
Kök, ahlaktır.
Kök, mahremiyettir.
Kök, hayâdır.
Köklerinden koparılan bir toplumun geleceği yoktur.
Ama köklerine yeniden tutunan bir toplum, yeniden dirilir.
İstikbal göklerde değil, köklerdedir. Köklerinden koparılmış bir medeniyetin istikbali ve istiklali olamaz...
Selam ve dua ile...
Engin GÜLTEKİN
Eğitimci-Yazar-Sosyolog