Yüce Allah, yarattığı her varlığı diğer bir varlığa muhtaç yaratmıştır. Evrendeki kusursuz denge ve düzeni sağlayan bir ekosistem kurmuştur. İnsan da bu ekosistemin bir parçasıdır. Diğer yaratılmışlar gibi o da hayati ihtiyaçlarını karşılamak için diğer yaratılmışlara muhtaç bir varlıktır. Fakat insan, diğer canlılardan farklı olarak aklı ve nefsi ile yaratılmıştır. Akıl ve nefis, manevi ihtiyaçları ortaya çıkarır. Manevi ihtiyaçların en önemlisi de inanma ihtiyacıdır. İnsan, varlığını var edeni tanımaya, ilahi bir güce bağlanmaya muhtaç bir varlıktır. İlk yaratılıştan itibaren Yüce Allah, bu ihtiyacı karşılamak üzere mucize kelamını insanlara peygamberleri aracılığı ile bildirmiştir. “İşte bugün sizin dininizi kemâle erdirdim ve üzerinizdeki nimetimi tamamladım. Sizin için din olarak İslâm’ı beğendim.” (Maide, 5/3) ayetinde de bildirdiği üzere, âlemlere rahmet olarak gönderdiği sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa (sav) ile nurunu tamamlamış ve bize din olarak İslâm’ı seçmiştir.
Bizleri yaratılmışların en şereflisi olarak yaratan Yüce Allah’ın emrettiği dinin kabulünün sonuçları nelerdir? Bu soruyu bir örnekle cevaplamak gerekir: Bir işte çalışmak istediğimizde bilgi, beceri ve ihtiyaçlarımıza en uygun işi ararız. Bizi tatmin edecek bir iş bulduğumuzda ise bu iş için doğduğumuzu düşünür ve hemen o işe girmek isteriz. Fakat işe girebilmenin belli kuralları vardır. Belli bir eğitim seviyesine ya da belli bir beceriye sahip olmak gerekir. İşe girdiğimizde o işin çalışma saatlerini, çalışma koşullarını, işverenin bizden beklentisini karşılamayı da kabul etmiş oluruz. Kurallara uyulması ve beklentilerin karşılanması sonucunda ise bir maaş alırız. Kendi rızamız ile bütün şartları kabul ederek çalışmaya başlayıp daha sonrasında çalışma koşulları ve sorumlulukların ağır geldiğini bahane ederek işi aksatma lüksümüz yoktur. Çalışan, iş tanımındaki bütün sorumlulukları yerine getirmek zorundadır. Aksi bir durum söz konusu olduğunda işveren bizi hesaba çekerek kurallara uymadığımız ve gerekli özveriyle çalışmadığımız için işimize son verir. Bunun sonucunda ise maaş günü geldiğinde artık maaş hesabımız boştur.
İslâm dinine giriş de vermiş olduğum bu örnekteki duruma benzer. İslâm’a girişte bir zorlama yoktur; dileyen kendi rızası ile inkâr eder, helak olur; dileyen kendi rızası ile iman eder ve kurtulur. İslâm’a girebilmek için istenen tek beceri ise akledebilme iradesine sahip bir varlık olmaktır. “Dinde zorlama yoktur. Doğru eğriden açıkça ayrılmıştır. Artık kim sahte tanrıları reddeder de Allah'a inanırsa kopmayan sağlam bir kulpa yapışmıştır.” (Bakara, 2/256) ayetinde de açıkça belirtildiği üzere, dine girişte herhangi bir zorlama yoktur. Fakat hak din olan İslâm’a girdikten sonra dünyadaki karşılığı saadet, ahiretteki karşılığı da cennet olan zorunlulukları yerine getirmekle sorumlu tutuluruz. Bu zorunlulukları reddeden kimselerin durumu, sorumluluklarını yerine getirmediği için işten çıkarılan bir kişinin maaş beklentisi içinde olması gibidir. Hesap günü geldiğinde bir bakar ki sorumluluklarını yerine getirmediği için imanının içi boş kalmış ve artık cennete girebilme hakkı da kalmamıştır.
Yüce Allah, kusursuz yarattığı evrenin düzenini korumak, sözün muhatabının ihtiyaçlarını karşılamak için belli sorumlulukları olan bir din olan İslâm’ı bizlere emretmiştir. Kişilerin isteklerine göre değişiklik gösteren, sorumlulukların yok sayıldığı bir imandan bahsedilemez. “Namaz kılmıyorum, oruç tutmuyorum, tesettürüme dikkat etmiyorum, haram yiyorum ama benim kalbim çok temiz.” gibi söylemler, nefsimizin bizi aldatmasıdır. Kalplerin temizliği insanî bir gerekliliktir; kalplerin iman aşkıyla dolup müminin Allah'ın emir ve yasaklarını yerine getirmesi İslâm'ın karargâhı olan temiz kalplerin özelliğidir. Allah'a iman ettiğini ikrar ettikten sonra onun emir ve yasaklarını reddetmek, hesap günü geldiğinde var sandığın imanın yok olmasıdır; garanti ettiğin cennetin kapısından dönme ihtimalidir.
Bedenimizin gıdaya ihtiyaç duyduğu gibi ruhumuzun da gıdaya ihtiyacı vardır. Ruhun gıdası da yüce bir varlığa inanmak ve ona kulluk etmektir. Varlığı bir başkasına muhtaç olmayan yegâne mutlak varlık, tek olan Allah’ın varlığıdır. Yüce Allah’ın âlemlere göklerden bir nur olarak indirdiği din ise İslâm’dır. İnsan, ruhunun doygunluğu için sonsuz âlemin içinde varlığını var eden ilahi güce kulluk etmeye muhtaçtır. Zira Allah’ın bizim inanmamıza ve ibadetlerimize ihtiyacı yoktur. Bu durumu şu ayetle inananlara bildirir: “Siz ve yeryüzünde olanların hepsi (verilen nimetlere) nankörlük etseniz bile, şüphesiz (Allah'ın sizin şükür ve ibadetlerinize ihtiyacı yoktur). Allah, hiçbir şeye ihtiyacı olmayandır; hamd edilmeye, övülmeye yegâne layık olandır.” (İbrahim, 14/8)