Tarih boyunca devletlerin yükseliş ve çöküşünde iki temel unsur belirleyici olmuştur: Akli idraki; (stratejik akıl, planlama, düzenlilik, bilim, teknoloji, disiplin, sürdürülebilirlik,) ve İdraki hayali; (duygular, hayaller, sloganlar, mucize beklemek, keramet peşinde koşmak v.b).
Bu denge bozulduğunda ya zulümle güç elde edilmiş ya da güçsüzlükle hak kaybedilmiştir.
Bugün İsrail-İslam dünyası karşılaştırması bu çerçevede dikkat çekici bir örnek sunmaktadır.
İsrail’in siyasal ve askeri gücü, nüfus ve coğrafi büyüklüğünden değil, aklî idrakini stratejik biçimde kullanmasından kaynaklanmaktadır.
Savunma sanayii ve teknolojiye yaptığı yatırımlar,
8 milyonluk küçük nüfusunu(1,5 milyar İslam alemi nüfusuna oranla) disiplinli bir "asker millet" modeline dönüştürmesi,
Uluslararası diplomasiyi ve diaspora lobilerini etkin biçimde kullanması,
Kendi içindeki hiyerarşik yapıya değer vermesi ve bilim adamlarına sonsuz destek ve her türlü eleştiriye açık olması.
Uzun vadeli plan ve stratejilere bağlı kalması, İsrail’i güçlü kılmış ve dünya sahnesinde politikalarını etkili hale getirmiştir.
Yani niyeti zalimcedir, ama yöntemi aklîdir.
İslam dünyasında ise yüzyıllardır yaygın bir düşünce ve yanılsama var. Bu düşünce aklı devre dışı bıraktığından debelenip yerinde sayıyor. İslam dünyası zulmün bitmesini beklemek için mucizevi bir müdahale bekliyor. Olmayınca hayal kırıklığını yaşıyor.
Aslında İslam dünyasının kendi içerisinde idraki hayali ile hareket ettiklerinden birbirlerini boğazlamaktan başka bir şey yaptıkları da yok.
Yani hep idraki hayali ve hayal kırıklığı,kaos,kan,gözyaşı, iktisadi çöküntü...
İdraki hayali, 1,5 milyar Müslümanın yerine geçip tek başına zalimi yerle bir eden ilahi bir kudreti düşler. Bu, bir tür kurtarıcı hayaldir; insanın kendi sorumluluğunu görmezden gelip mucizevi bir zaferi beklemesidir.
Oysa idraki akli tam tersini söyler: Allah zulmün karşısında durmayı, hak ve adalet için mücadele etmeyi emreder. Bu mücadele gökten inen mucizelerle değil, insanların iradesi, elleri ve örgütlü çabasıyla gerçekleşir. Kur’an’ın işaret ettiği gibi, “Allah sizin ellerinizle zalimlerin belini kırmak ister” (Tevbe, 14). Gerçek kurtuluş, beklemek değil, sorumluluk almaktır.
Bugün İsrail’i güçlü kılan yalnızca duygusal zulüm değil; zulmü akılla destekleyen bir stratejidir. Teknoloji yatırımları, istihbarat, eğitim, sivil seferberlik ve uluslararası lobi mekanizmalarıyla zulmü planlı hale getirmeleridir. Ama unutmayalım: yalnızca İsrail değil; ABD ve pek çok güçlü devletin aktörleri de —kendi çıkarları doğrultusunda— aklî idrakle hareket ederler. Strateji, soğukkanlı hesaplar ve kurumlaşmış güç, dünya sahnesinde üstünlük sağlar. Niyetleri ne olursa olsun, yöntemleri rasyoneldir.
Buna karşılık Müslüman toplumlarda sıkça görülen en büyük tehlike, “Allah’ı savaşa gönderecek” bir beklentinin ve düşüncenin hâkim olmasıdır. Sanki sınırda bekleyen bir mucize, ellerimizi kirletmeden zaferi getirecektir. Bu pasiflik, sorumluluğu yok sayar; dayanışmayı zayıflatır; örgütlü aklı körelten bir uyuşukluk yaratır. Adalet ve direniş, hayal yerine akıl ve teşkilatlanmayla inşa edilir.
Sorunun bir diğer katmanı ise içerdeki yapısal zaaflardır: otoriter siyasetler ve ataerkil kültürler eleştirel düşünceyi zayıflatır, kadınların ve gençlerin üretken katkılarını sınırlar. İbn Haldun’un asabiyet vurgusu ve Weber’in rasyonel-yasal otorite analizi burada aydınlatıcıdır: toplumsal dayanışma ve kurumlaşma olmadan stratejik akıl üretilemez.
Sayısal büyüklük, örgütlü akıl ve strateji yanında anlamını yitirir. Zulüm akılla birleştiğinde acı bir şekilde yıkıcı etki yaratır; ama hak, adalet ve evrensel vicdan akılla birleştiğinde kalıcı ve onurlu olur. Müslümanlar için gerçek yol, ilahi haklılığı ve desteği bekleyerek, oturarak, hayal ederek değil, onu akli idraki ve örgütlü eylemle destekleyerek hayata geçirmektir.
Aksi takdirde 8 milyonluk nüfusa sahip akli idraki bir İsrail’e karşı, 1,5 milyarlık nüfusa sahip idraki hayali ile hareket eden İslam alemi katiyen ve kesinlikle onlarla baş edemez.