Günümüzde sosyal medya artık yalnızca bir iletişim aracı değildir. Aynı zamanda kimliklerin yeniden üretildiği, değerlerin aşındığı, algıların yönlendirildiği ve insanların kendi benliğinden yavaş yavaş uzaklaştırıldığı güçlü bir sosyolojik alana dönüşmüştür. Uzmanlar, özellikle filtrelenmiş ve idealize edilmiş paylaşımların kullanıcıları görünmez bir beğeni yarışına sürüklediğini, bunun ise doğrudan kimlik bunalımına ve sahici benlikten kopuşa yol açtığını ifade ediyor.
Sosyal medya algoritmaları insanı düşündürmek için değil, daha fazla tıklatmak, daha fazla izletmek ve daha fazla tükettirmek için çalışıyor. Filtreli, kusursuz ve “mükemmel” görünen hayatlar, gerçekliği geri plana itiyor. İnsanlar artık olduğu gibi görünmekten çok, beğenilecek şekilde görünmeye odaklanıyor. Böylece gerçek kimlik ile dijital kimlik arasındaki uçurum her geçen gün biraz daha derinleşiyor.
Bu sürecin bir de biyolojik yönü var. Beğeni bildirimleri beyinde dopamin salgısını tetikliyor. Yani insan, farkında olmadan her “like” ile küçük bir haz yaşıyor ve bu haz, zamanla bağımlılığa dönüşüyor. Ekrana her bakış, sadece alışkanlık değil; giderek psikolojik bir ihtiyaç hâlini alıyor. Sosyal medya artık yalnızca vakit geçirilen bir mecra değil, dopaminle çalışan bir bağımlılık mekanizmasıdır.
Ancak asıl büyük kırılma, işin tüketim boyutunda ortaya çıkıyor. Sosyal medyanın dayattığı hayatlar, özellikle gençleri ve kadınları derin bir görünürlük ve gösteriş sarmalına sürüklüyor. Estetik ameliyatlar sıradanlaşıyor, beden bir emanet olmaktan çıkıp sürekli yeniden şekillendirilen bir nesneye dönüşüyor. Giyim tarzı durmaksızın değişiyor, çeşitlilik artıyor ama bununla birlikte olağanüstü bir israf kültürü oluşuyor. Bir elbise giyiliyor, fotoğrafı paylaşılıyor, sonra bir daha asla yüzüne bakılmıyor.
İş sadece kıyafetle de sınırlı kalmıyor. Otomobilden cep telefonuna, ayakkabıdan spor ayakkabısına, çantadan aksesuara kadar her şey birer statü göstergesine dönüşüyor. “Daha iyisi, daha yenisi, daha pahalısı” yarışına giriliyor. Marka artık kaliteyi değil, itibar illüzyonunu temsil ediyor. İnsanlar ihtiyaç için değil, gösteriş için tüketiyor.
Bütün bu süreç, yeni nesli yalnızca maddi olarak değil, ruhen ve zihnen de büyük bir bunalıma sürüklüyor. Değer ölçüleri değişiyor. Artık “iyi insan” olmak değil, çok beğenilen insan olmak önemli hâle geliyor. Kendi olabilmek değil, başkalarına benzeyebilmek makbul sayılıyor. Bu durum, yakın gelecekte çok daha derin psikolojik çöküntülerin ve kimlik parçalanmalarının önünü açacak gibi görünüyor.
Ortaya çıkan tablo, sadece bireysel bir sorun değildir; bu, doğrudan toplumsal bir kırılmadır. Çünkü kimliği zayıflayan birey, değer üretemez; sadece tüketir, taklit eder ve savrulur. Bu savrulma devam ettiği takdirde, toplumsal yapının da değer eksenli değil, gösteriş ve haz eksenli bir çizgiye kayması kaçınılmaz olacaktır.
Sosyal medya, gençleri fark ettirmeden maddi tüketim, bedensel teşhir ve onay bağımlılığı merkezli bir hayat anlayışına mahkûm etmektedir. “Daha fazla gösteriş, daha fazla beğeni, daha fazla haz” döngüsü, insanı doyumsuz, tatminsiz ve sürekli başkalarıyla kendini kıyaslayan bir ruh hâline sürüklemektedir. Artık mesele sadece giyim kuşam değil; kimlik, ahlak, değer ve hayatın anlamı da bu yarışın içinde aşınmaktadır.
Eğer bu gidiş zamanında fark edilmez ve güçlü bir toplumsal bilinç oluşmazsa, çok yakın bir gelecekte kendini dijital onaya bağımlı hâle getirmiş, iç dünyası boşalmış, tüketmeden mutlu olamayan ve gerçek hayata tutunmakta zorlanan bir kuşakla karşı karşıya kalmamız kaçınılmaz olacaktır.
Belki de çözüm, filtrelerin ve beğenilerin ötesine bakabilmektedir. Dijital dünyada kendi değerini başkalarının onayına bağlamamaktadır. Çünkü artık çok net bir hakikatle yüz yüzeyiz:
Gerçek benlik, hiçbir filtreyle güzelleştirilemez; yalnızca fark edilir, korunur ve emek ister.