Mahmut Olgun

Tarih: 24.11.2025 17:28

Demu Dem, Zemu Zem

Facebook Twitter Linked-in

“Kutsallık Mekke’den getirilen şişelerde değil, koruyamadığımız masum çocukların kanında gizlidir.”(M.olgun)

Günümüz toplumlarında kuraklık artık yalnız meteorolojik bir hadise değil; insanın doğaya, değerlerine ve kutsalına yaklaşım biçiminin doğal sonucudur. Yağmursuzluk, çoğu zaman yalnız bulutların değil, insanın kendi vicdanının kurumasıyla başlar. Çevreyi hoyratça tüketen, toprağı kirleten, havayı zehirleyen modern insan; aynı zamanda maneviyatı da tüketerek, kendi eliyle hem ekolojik hem de ahlâkî bir çölleşmeye zemin hazırlamaktadır.

Tam da bu düşüncelerin zihnimde dolaştığı bir sırada, dün kulak misafiri olduğum bir konuşma içimdeki tabloyu tamamladı. Umre turu yapan biri telefonda şöyle diyordu:

Tam 37 tane zemzem suyu eksik gelmiş abe! 

“Düşünebiliyor musun, 37 tane!”

Bu cümle, yalnız ticari bir aksaklığı değil; kutsala yüklenen değerin metalaştırılmasını da açığa vuruyordu. Zemzem gibi bir sembol, stok kontrolü, koli takibi ve müşteri memnuniyeti eksenine sıkışmıştı. 

Böylece kutsallığın özü buharlaşıyor; geriye yalnız ticari bir ürünün eksik gönderilmesinin şikâyeti kalıyordu.

Bu durum, aslında daha büyük bir sorunun küçük bir yansımasıdır:

İnsan, hem dini hem de çevreyi kendi bireysel çıkarı için istismar etmeye başladı.

Din, bir yaşam biçimi olmaktan çıkarılıp, gitgide bir “maneviyat pazarı”na dönüştürülüyor. Zemzem şişesi, hurma paketleri, tespih setleri, özel kokular ve sembolik objeler üzerinden dindarlık gösterileri üretiliyor. Manevi değerlere duyulan hürmet, giderek tüketime dayalı bir temsil aracına dönüşüyor.

Bu dönüşüm, kutsalın ruhunu değil, ticari değerini büyütüyor.

Gösterişin yükseldiği yerde ise ihlas çöküyor. 

Ne yazık ki aynı zihniyet çevreye de hâkim. 

İnsan:

Yağmursuzluğun sebebi olarak iklimi suçluyor; fakat egzoz dumanını görmezden geliyor.

Kuraklığı konuşuyor; fakat toprağın altını ve üstünü talan edecek projelere destek veriyor.

Bereketsizliği dile getiriyor; fakat doğayı rant alanına dönüştürüyor.

Doğa tıpkı maneviyat gibi tüketiliyor; ortak bir nimet olmaktan çıkıp, bireysel çıkarın malzemesi hâline geliyor. Böylece hem çevre hem ahlâk aynı kaderi paylaşıyor: istismar ve çürüme.

Bütün bunlar, gelecek kuşaklara yalnız susuz bir dünya değil, değersizleşmiş bir inanç iklimi de bırakıyor.

Çocukların göreceği gelecek, yalnız su kıtlığı yaşayan bir dünya değil; kutsalın dahi çıkar ilişkilerine kurban edildiği bir zihinsel çoraklık olacaktır.

Kuraklık yalnız toprakta değil; kalplerde başlıyor.

Zemzem yalnız Mekke’den eksik gelmiyor; insanın özünden eksiliyor.

Yağmurun bereketi gökten değil, insanın niyetinden, çabasından, çevreye ve doğaya karşı yapıp ettiklerinden gelir.

Maneviyatın bereketi de eşyalarda değil, samimiyettedir.

Doğaya saygı, aslında Allah’ın yaratışına saygıdır.

Kutsala saygı ise, tüketim alışkanlıklarıyla değil, yaşam biçimiyle görünür.

Eğer insan hem çevreyi hem maneviyatı istismar eden bu döngüyü kırmazsa, geleceğe bırakacağı tek şey kurak, susuz bir coğrafya ve anlamını yitirmiş bir dünya olacaktır.


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —