Ömer Naci YILMAZ

Tarih: 09.09.2025 12:11

BİZ SENİ ÇOK YORDUK

Facebook Twitter Linked-in

Biz seni çok yorduk…

Sözümüzle, susuşumuzla, bazen sevinçlerimizle, çoğu zaman da kayıtsızlığımızla seni hep yorduk. Yükü omuzlarına yükledik; biz kenara çekildik. Sen gece gündüz milletin derdiyle yanarken, biz çoğu kez kendi dertlerimize gömüldük. Sen mazlumların sığınağı olmaya çalışırken, biz çoğu kez ekran başından seyrettik.

Korona günlerinde gördük; dünyanın dört bir yanı çırpınırken, ülkeler diz çökerken, imkânları tükenenler IMF’nin kapısına dayanırken sen “Biz bize yeteriz” diyerek bu milleti ayağa kaldırdın. Ama biz, çoğu kez ürkek ve tereddütlü davrandık. Senin açtığın kapıdan koşarak girmek yerine ağır adımlar attık. Senin gür sesine, bizim kısık sesimiz eşlik edemedi.

Biz seni çok yorduk…

Milletin derdini kendi derdin bilirken, biz çoğu zaman kendi küçük dünyamızdan dışarı çıkamadık. Depremde, selde, açlıkta, göç dalgalarında mazlumun yanında olmaktan bahsettik ama fiiliyatta çoğu kez geride kaldık. Sen Somali’de bir yetimin başını okşarken, biz “acaba gerekli mi?” diye tartıştık. Sen Gazze için yüreğini ortaya koyarken, biz günlük telaşlarımızla oyalanıp sustuk.

Ve geçen hafta sonu… (6 Eylül 2025)

Bir destana daha şahit olduk. 6 Şubat felaketinde yerle bir olan şehirlerimizin yeniden ayağa kalktığını gördük. Deprem 11 ilimizi vurmuş, neredeyse Finlandiya’nın nüfusuna denk milyonlarca insanımızı doğrudan etkilemişti. Dünya böyle bir yıkımı gördüğünde yalnızca yardım çağrıları yapar, yaraları sarmakta yıllarca sürünürdü. Ama senin öncülüğünde Türkiye öyle bir imar ve inşa hamlesi başlattı ki, dünya hayretle izledi.

Üç yüz bininci evin anahtarı depremzedeye teslim edildiğinde, gözlerimiz yaşardı. Bu, sadece bir ev değildi; bu, umut demekti, yeniden doğuş demekti, “Biz sahipsiz değiliz.” çığlığının cevabıydı. O anahtar, milletin azmiyle, devletin kudretiyle, liderinin dirayetiyle mazlumun eline uzatılmış bir umuttu. Dünyada hiçbir devletin başaramayacağı bu hamleyi sen başardın. Ve biz, bütün bunların şahidi olduk. Ama yine de yeterince omuz veremedik, biz seni çok yorduk.

 

Gazze…
Sen orayı kendi meselen bildin. Bombaların altında inleyen çocukları, gözyaşını içine akıtan anneleri, yıkılan evleri kendi evin saydın. Sen Gazze’nin yükünü omuzladın, biz çoğu kez suskun kaldık. Gazze’ye sahip çıkmayan, aslında kendi onuruna sahip çıkmamış olur. Gazze’ye sırt çeviren, kendi insanlığına sırt çevirmiş olur. Ama sen, yalnız bırakılmak istenen Gazze’nin yanında durdun.

Biz biliyoruz: Gazze senin meselen oldu. O yüzden seni yalnız bırakmak Müslümanların en büyük vebali olacaktır. Çünkü Gazze meselesi sadece Filistin’in değil, ümmetin, hatta insanlığın meselesidir. Bizim yüreğimiz de seninle titremelidir, yoksa Allah katında hesabını veremeyiz.

Ve şimdi… Bir başka yük daha omuzlarında.

Filistin Devlet Başkanı, BM Genel Kurulu’na vize verilmediği için katılamıyor. Düşünebiliyor musunuz? Bir devlet başkanına, mazlum halkının temsilcisine dünyanın en büyük platformu kapatılıyor. Filistin’in sesi kısılmak isteniyor. Ama biliyoruz ki o ses, senin sesinle yankılanıyor. O kürsüde olamayan Filistin, senin sesinle var oluyor.

Bu ne ağır bir yük! Dünyanın en büyük adalet kürsüsünde mazlumun temsilcisinin konuşmasına engel olunurken, sen mazlumun dili oluyorsun. Filistin’in yükü de omuzlarında. Ve biz, seni yalnız bırakırsak, bunun vebali ağırdır. Senin bu yükün altında tek başına kalmana razı olamayız. Çünkü bu sadece senin değil, hepimizin meselesi.

Reis’im, biz seni çok yorduk.

Seninle beraber olduğumuzu söyledik ama senin kadar uyanık, senin kadar gayretli, senin kadar dirayetli olamadık. Senin titreyen yüreğine bizim taşlaşmış yüreklerimiz çoğu zaman eşlik etmedi. Sen gözyaşı dökerken biz çoğu kez kuru bakışlarla baktık.

Ama artık vakit geldi. Vakit, yükü paylaşma vakti. Vakit, seni yalnız bırakmama vakti. Vakit, Gazze için de depremzede için de ümmet için de sorumluluğu üstlenme vakti. Çünkü bu dava senin davan değil; bizim davamız. Bu yük senin yükün değil; bizim yükümüz.

Ve şimdi bir gerçeği daha itiraf etmeliyiz…

Bizim gözümüzde sen, Osmanlı’nın 37. Padişahı gibisin. Abdülhamit’in hayalleri, senin vizyonunla icraata dönüşüyor. O hayallerin bugüne taşınmış hâli, sadece Türkiye için değil, ümmet için, insanlık için de bir ufuk sunuyor. İstanbul’dan Gazze’ye, Maraş’tan Musul’a, Somali’den Sudan’a uzanan bir tarihsel miras, senin liderliğinde yeniden şekilleniyor. Senin adımların, tarihin sayfalarında altın harflerle yer alacak bir destan yazıyor.

Ve biz, bu destanın tanıklarıyız. Senin azmin, cesaretin ve merhametin karşısında biz de kendi sorumluluğumuzu yerine getirmek zorundayız. Artık seni yalnız bırakmayacağız. Çünkü senin yükünü omuzlamak, bizim de insanlık, ümmet ve vatan sorumluluğumuzdur.

Biz seni çok yorduk…

Ama bundan sonra seni desteklemek, yükünü paylaşmak, mazlumun yanında durmak, depremzedeye umut olmak, Gazze’ye sahip çıkmak, Filistin’in sesi olmak ve Abdülhamit’in hayallerini gerçeğe dönüştürmek bizim vazifemizdir.

Ve biz bunu yapacağız. Çünkü artık biliyoruz: seninle titreyen yürekler, seninle yürüyen adımlar, aziz milletimizin ve ümmetimizin umudunu inşa ediyor.

Biz seni çok yorduk… Ama artık yükünü paylaşma vaktidir. Artık seninle omuz omuza yürüme vaktidir. Artık mazlumun sesi olma vaktidir. Artık tarih ve ümmet sorumluluğunu yerine getirme vaktidir.


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —