Maalesef bölgesel bir şiddeti ve savaşa endekslenmiş bir barış anlayışını bir türlü aşamamakta ve insani çözüm yollarını bulamamaktayız. Oysa çatışma çözümünde en etkili yollardır müzakereler ve silahsız direnme biçimleri. Bölgemizdeki halklar ise bu oldukça insani yöntemi benimsemek yerine çözümü silahların yarattığı şiddette aramayı sürdürüyor. Şiddet ise geçici bir süre sorunu duraklatsa da yaraları sağaltamıyor ve çok geçmeden kargaşa yeniden başlıyor. Çünkü önemli olan savaşların bitmesinden de öte, barışın sağlanmasıdır. Birinci Dünya Savaşı sonrasındaki Lozan Anlaşması da savaşı bitirdi ama barışı sağlayamadı. Dahası bölge halklarını sömürgecilerin arzusu uyarınca parçalayan Sykes-Picot anlaşması, etkileri hâlâ süren bölgesel bir karmaşa yarattı. Özellikle de Kürtler dört bölgeye bölündüler ve ulusal devletlerin birer parçası haline geldiler. Sorun ise küresel aktörlerin (sömürgeci güçlerin) bölgeye biçtikleri bu etkilerin karmaşasından çıkabilmekte.
Kaldı ki bölgemizdeki barış sorunu Kürt meselesiyle de sınırlı değil. Yine hemen yanı başımızda İkinci Dünya Savaşının akabindeki ulusallaşma sürecinin bir türlü sonuçlandırılamayan vahşetiyle karşı karşıyayız. İki yıldır ve yıllardır Filistin’in İsrail tarafından yok edilmeye çalışıldığı bir savaş sürdürülmekte. Etrafındaki onlarca ülke ise bu dram karşısında çözüm üretmekten oldukça uzaktalar. Son iki yıl içerisinde yetmiş bine yakın insan katledildi ve Birleşmiş Milletler de buna karşı maalesef etkisiz kaldı. Her ne kadar uluslararası toplum sesini yükselttiyse de bu sesler savaşın bitirilmesinde yeterince etkili olamadı. Ama İsrail’in saldırıları Filistin halkının direncini kıramayınca, en azından şimdilik ateşkes sağlandı ve umarız ki akabinde kalıcı bir barış da sağlanır.
Kürt meselesindeyse, doğrudan insanlığımızın bir gereği olarak değil de, bölgesel sorunlar bağlamında ortaya çıkan barış zarureti sonucunda, Devlet Bahçeli ve Abdullah Öcalan’ın çağrılarıyla başlayan süreç bir barış umuduna yol açtı. Bizatihi bu umut bile çok önemliydi, çünkü öncesi günlerde barış söylemi ve iradesi neredeyse durma noktasına gelmişti. Bu çağrıya bizler de bir grup Müslüman aydın olarak destek verdik. Bu destek, kronikleşmiş bir sorunu ve bölgesel bir karmaşayı çözmek için atılan olumlu her adımı olumladığımız içindir. Bu girişimin başlatacağı barış iklimi, bunun bölgeye yayıldığı barışa dair bir tahayyülü de mümkün kılabilir. Günümüz şartları içerisinde biçimlendirilebilecek demokratik bir çoğulculuk kadar federatif veya konfederal yöntemler gibi uygulamalar, Avrupa Birliği gibi, daha geniş bölgesel bir birliğe de yol açabilir.
Sonuç olarak kötümserler, ırkçılar ve savaş yanlıları bir kere daha kaybetti ve asla olmaz denilen o adım atılarak, PKK kendisini feshetti. İşin bu noktaya kadar gelmesinde yaşanan acıların ve barış için çaba gösteren sessiz kitlelerin görünmeyen etkisi kadar, ısrarla sürdürülmeye çalışılan savaşın da bir tıkanma noktasına ve dolayısıyla da tarafların sırtlarında artık taşınamayan bir yük hâline gelmesi de etkili oldu.
Geldiğimiz bu noktada, her ne kadar önemli bir eşik aşılmış olsa da işin zor kısmı asıl bundan sonra başlıyor ve özellikle de sivil toplumun bu aşamadan sonra sürece daha etkin bir biçimde katılması gerekiyor. Zira hâlâ barışa karşı ciddi bir direniş var ve yol haritası belirsizliklerle dolu. Muhtemel aksamalarla ortaya çıkacak tepkiler nedeniyle süreç hâlâ geri dönüş risklerini taşıdığından, bu sürecin önlenme çabaları özellikle sivil toplumun sürece etkin bir biçimde katılımını gerektiriyor.
Ancak tüm bunlar bize meselenin özünü unutturmamalı. O da asıl olanın savaş değil, barış olduğudur. İnsanların sorunlarını silahlar ve şiddetle değil, barış yoluyla, müzakerelerle ve insanca çözebilecekleri, çözmesi gerektiğidir. Silahların ise sorunları çözmediğini ve hatta tam aksine şiddeti ve savaşları daha da körüklediğini, yaraları daha da derinleştirdiğini görebilmektir. Sadece bu kadarla da kalmamakta, savaşların yarattığı etkiler soframızdaki ekmeği, aramızdaki dostluğu, yüreğimizdeki barışa dair duyarlılığı da çalmakta; kitaplar yerine silahlar yüceltilmektedir. Savaşlar yüzünden yoksullaşmakta ve düşmanlaşmaktayız. Daha da kötüsü silahlar karşısında acizleşmekte, insanlığımızı ve vicdanımızı bile kaybetmekteyiz.
O nedenle buna izin vermemeli ve silahların sorunları çözmediğini ısrarla savunmalıyız. Savaşçı çağrılara ve hatta askeri hazırlıklara karşı durmalıyız. Yaratılan oldubittilere rıza göstermediğimizi her fırsatta ve koşulda dile getirmeliyiz. Sorunlarımızın çözümünde daha etkili olanın savaşların ve silahların değil, silahsız direnişlerin, şiddetsiz mücadelelerin ve toplumsal müzakerelerin olduğunu yaşanan deneyimlerden kalkarak ortaya koymalıyız. Kaldı ki bu sadece düz anlamda bir sorun çözme meselesinin de ötesine giden bir meseledir. Silahların yarattığı toplumsal düşmanlıklar ve şiddet bir yana, silahların üretimi, orduların varlığı ve bunlara dayanılan savaşlar bütünüyle insani değerlere aykırı olgulardır. İnsanlık vicdanını kanatan bu olguları tasfiye edemediğimiz sürece insani değerleri koruyabilmemiz de mümkün değil. Kaldı ki silahların çatışma çözümlerinde pratik bir değeri ve etkisi de bulunmamakta. Nitekim buna dair bilimsel bir çalışma da yapılmış olup, Sivil Direniş Neden İşe Yarar, Şiddetsiz Çatışmanın Stratejik Mantığı adıyla kitaplaştırılmıştır.
Bu kitaptaki verilere göre çatışmaların çözümünde daha etkili olan silahların gücü değil, sivil ve silahsız direnişlerdir. Çeşitli müzakere yöntemleriyle, boykotlar ve grevlerle, protestolar ve gösterilerle sorunlarımızın insani bir biçimde görüşülmesi ve konuşulmasıyla çözümlenmeye çalışılmasıdır. Öyle ki en devasa çatışmalar, sözgelimi Hindistan’ın ve Güney Afrika’nın bağımsızlıkları işte bu yollarla sağlanmıştır. Filistin halkının mücadelesindeki en etkili süreç de Birinci İntifadanın silahsızlığı esas alan direniş sürecidir. İran Devrimi sürecinde de Humeyni tüm taleplere rağmen silahlara başvurulmasını kesinlikle reddetmiş, şahı silahsız bir mücadeleyle yenilgiye uğratmıştır. Yakın dönemde yaşadığımız Arap Baharı sürecinde de yirminin üzerindeki ülkede çıkan isyanların hepsi silahsız isyanlardı ve bu süreç birçok ülkede olumlu değişimlere yol açtı. Bize düşen de zorbalıkların tasfiyesi ve iyiliğin yaygınlaştırılmasında bu izleği sürdürebilmektir.