Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Mahmut Olgun


Zulme Alışmak, Kötülüğün Sıradanlaşması Ve Yarının Kurbanları

Mahmut Olgun'un "yeni" yazısı...


İsrail neredeyse iki yıldır aralıksız Gazze’yi bombalıyor. Binlerce bomba, tonlarca patlayıcı, her gün yeni bir katliam... Gazze artık bir şehir değil, harabelerle dolu koca bir mezarlık. Ekmek kuyruğundaki kadınlar, su kuyruğundaki çocuklar hedef alındı. Yalnızca binalar değil, insanlık, taş toprak ne varsa, canlı-cansız her şey vuruldu.

Ama daha korkunç olan: Biz bu zulme alıştırılıyoruz. Sinsi bir planla, yavaş yavaş... Sessizliğe, tepkisizliğe, kayıtsızlığa itiliyoruz. Her gün bir parça daha duyarsızlaştırılıyoruz. Katliam olağanlaştırılıyor, cinayetler sıradan haber başlıklarına dönüşüyor.

Bu suskunluk tesadüf değil. Planlı, hesaplı ve çıkar merkezli. Gazze'deki çocuklar, Netenyahu denen hırsızın ve haydutların çıkarları uğruna göz göre göre ölüme gönderiliyor. Onların hayatta kalması için bizim çocuklarımız ölüyor. Bunun, ne İslam’da ne Hristiyanlık’ta, ne başka bir dinde ne de en ilkel inanç sistemlerinde kabul edilebilir bir yanı yok. Ama modern dünya buna susarak ortak oluyor.

"Kim bir cana kıyarsa, bütün insanlığı öldürmüş gibidir." (Maide, 32)

Ama şimdi tam tersini yaşıyoruz: Birileri kendi iktidarını sürdürsün diye masum çocukların kanı akıtılıyor. Büyük bir çelişki büyük bir utanç.

Bediüzzaman Said Nursî r.a bir asır önce uyarıyordu:

"Zalimlerin en büyük destekçisi, susturulmuş mazlumlardır."

Bugün mazlumlar konuşamıyor çünkü korkutuluyor. Konuşanlar susturuluyor, çünkü aykırılık tehdit olarak görülüyor. Halklar birbirine düşürülüyor, mezhep, etnisite, siyaset gibi farklılıklar çatışmaya dönüştürülüyor. Halbuki mesele bu değil. Mesele; emperyalist çıkarlar uğruna tüm insanlığın kurban edilmesi.

Ali Şeriati;

"Sistem, düşünen beyinleri susturur, hisseden kalpleri kurutur, sonra da kendi iktidarlarına boyun eğen bir toplum inşa eder."

Aliya İzzetbegoviç ise sorumluluğumuzu hatırlatıyordu:

“Tarihi yapanlar, direnenlerdir. Diğerleri sadece yaşar ve ölür.”

Direnenlerin çoğu yalınayak, çoğu yetim. Ama onurlu. Biz ise ekran karşısında kanıksayan, yorumlarla yetinen, sıradanlaştırılmış bir acıya sessiz kalan izleyicileriz.

Peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyurmaktadır.

“Bir kötülüğe engel olamıyorsanız, en azından ona buğz edin; bu, imanın en zayıf derecesidir.”

Ama biz artık buğz etmeyi de bıraktık. Çünkü güzel paketlenmiş ayak oyunlarıyla kandırılıyoruz. İnsani reflekslerimiz köreltiliyor. Vicdanımızı değil, çıkarlarımızı merkeze alan bir dünya düzeninde yaşıyoruz. Onların kurduğu bu sahte barış oyununda, kanımızla onların saltanatına zemin hazırlıyoruz.

Bugün yaşadığımız zulüm sadece bombaların değil; çok katmanlı, organize ve teknolojik bir düzenin ürünüdür. Kötülük artık sıradan, tekil bir saldırı biçiminde değil; bir ahtapot gibi her yere yayılmış durumda. Teknolojiyle beslenmiş, medya aracılığıyla yayılmış, diplomasiyle perde arkasına saklanmış bir kötülükle karşı karşıyayız. Artık savaş sadece cephede değil; ekranlarda, sosyal medyada, ekonomik sistemlerde, eğitimde, hatta eğlencede sürdürülüyor. Bu nedenle eski tarz mücadele biçimleri –yani sadece fiziki direnişe odaklanan, sloganla yetinen, tek merkezli tepkiler– bu karmaşık sistem karşısında yetersiz kalıyor.

Bu gerçeği görmeden yapılacak her hamle, gölgelerle savaşmak gibidir. Bugünün hâkim gücü, algıyı yöneterek toplumu yönlendiriyor. Mazlumlar önce zihnen teslim alınıyor, sonra bedenen kuşatılıyor. Eğer biz bu düzene karşı koymak istiyorsak, artık sadece öfkelenerek değil; stratejik düşünerek, bilgiyle donanarak ve teknolojiyi kuşanarak mücadele etmek zorundayız. Ama bu mücadele, ahlaktan ve imandan kopuk bir güç arayışı da olmamalı. Çünkü teknoloji bir araçtır; onu kullananın niyeti, sonucu belirler. Bizim ihtiyacımız olan şey, aklın rehberliğinde ama vicdanın denetiminde bir direniş felsefesi kurmaktır.

Bu da ancak ahlak, akıl, iman ve bilim arasında sahici bir denge kurularak mümkündür. Sadece ahlâkla yetinmek zayıflık doğurur, sadece bilimle yetinmek zalimleştirir. Ancak bu unsurlar bir arada ve tutarlı bir şekilde seferber edilirse, bugünkü organize kötülüğe karşı hakikat temelli bir mücadele mümkün olabilir. Geçmişin ruhunu bugüne taşıyan, ama yöntemini çağın şartlarına göre güncelleyen bir duruş gereklidir. Ali Şeriati’nin dediği gibi: “Kutsal olan geçmişin kendisi değil, onun ruhudur.” O ruhu çağın imkânlarıyla buluşturmak ise bizim sorumluluğumuzdur. Çünkü suskunluk, dağınıklık ve eskiye takılı kalmak bizi sadece seyirci yapar.

Ve bu çağda seyirci kalanlar, yarının kurbanları olacaktır.

 

Kaynak: Urfanınnabzı.com

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR