Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Musab Aydın


ZEMBİLFİROŞ

Yazarımız MUsab Aydın'ın "yeni" yazısı...


ZEMBİLFİROŞ

Ölüm ve özgürlük

Avcı hep pusuda bekler, av ise özgürce uçar, dolaşır yeryüzünde. Av ve avcı iki ezeli düşman, belki de firak ile vuslat arasında nefes nefese iki sevgili… Lakin kim av, kim avcı nasıl bilinir ki, ölen mi avcı öldüren mi? Öncelikle av mı olmalı insanoğlu, yoksa avcı mı, buna karar verebilmeli, ölümün avcılık yaptığı şu garip dünyada. İnsanoğlu, çoğunlukla avcı olmayı seçmiştir av olduğu zamanlarda bile. “Sen bir ceylan olsan ben de bir avcı. Avlasam çöllerde saz ile seni. Vursam yaralasam söz ile seni” demiş aşk ehli. Lakin saz ve söz ile vurmak naif âşıkların işi, hırs ve şehvet ile avlanmayı tercih edenlerise tuzak ile vuruyor avını. Kötü avcı pusuda yatar, oysa “Av, iyi avcının ayağına gelir”  demiş avcıların piri. İyi avcı edep, erkân bilir,  bir ahlak üzere avlanırmış. “Av olacaksa insan aslanın pençesine düşsün, yeter ki kurda kuşa yem olmasın.” demiş eskiler. Kurdun, kuşun eline düşen heder olmuştur.

Tuzak üstüne tuzak kuran Hâtun, nasıl bir avcıydı?Avını yakalamak için sahibi olduğu şehirdeyeni bir pusu kuruyordu. Zembilfiroş ise Hâtun’a inat, onun topraklarında, devletinin başkenti olan Fargin sokaklarında dolaşıp sepet satıyordu. Zembilfiroş ne zaman Fargin’in sokaklarında dolaşmaya çıksa Bedirhan da peşine takılıyor ve onunla dolaşıyordu. “güzel sepetlerim var, ucuz sepetler” diye bağırdığında ondanda yüksek sesle söylediklerini tekrar ediyordu. Bedirhan o gün hiç söylemediği sözler haykırıyordu. “Kim özgür, kim tutsak bu şehirde?” diye bağırıyordu. Kimisine göre Fargin’in “delisiydi veya bir meczuptu” Bedirhan. Lakin ona “veli” diyenler de az değildi.

Gün bitmiş, güneş yavaş yavaş kaybolmuştu. Karanlık şehri esir alamaya başlamıştı, Hâtun’un Zembilfiroş’u sarayda esir aldığı gibi. Sepetlerini bitiren genç adam çadırına gitmek için havanın iyicene kararmasını, hatta gecenin biraz ilerlemesini beklemişti. Akşam namazı için girdiği camiden kalmış, yatsıyı da kıldıktan sonra yola çıkmıştı. Çadırı şehrin epey dışındaydı, bir süretenha yolda yürümesi gerekiyordu. Yine ıssız birköşede, belki bir ağacın veya bir kayanın ardında kendisini pusuda bekleyen birilerinin olmasından endişe ediyordu. Gecenin ilerleyen vaktinde bir sorun yaşamadan çadırına gelebilmişti. Garip bir sessizlik vardı Fargin üzerinde, bu durumtedirgin olmasına sebep olmuştu.

Çadıra girdiğinde eşi ve çocukları uyuyorlardı. Oysa ne kadar gecikmiş olsa da hanımı mutlaka kendisini beklemişti. Çözemediği bir gizem vardı çadırda. Gürültü yapmadan elbiselerini değiştirmiş, yorganın ucunu kaldırıp yavaşça altına girmişti. Kısa bir zaman geçmişti ki kadın Zembilfiroş’a sarılmıştı, fakat ayağındaki halhal gen adamın tenine değince irkilmişti. Bütün takılarını ve mücevherlerini Zembilfiroş’un karısına veren Hâtun ayağındaki halhalı çıkarmayı unutmuştu. Saraylı hanımlar dışında, kadınlar halhal takmıyorlardı, yatak da ki kadının Hâtun olduğunu anlamış ve hemen yataktan çıkmıştı. Artık Hâtun da kendisini gizlememiş, maksadına ulaşmak için yalvarıp yakarmaya başlamıştı tıpkı Züleyha gibi. Yusuf peygamberi andı Zembilfiroş. “Derken, evinde bulunduğu hanım, onun nefsinden murad alıp yararlanmak istedi, Haydi beri gel” (dedi) Yusuf “Allah’a sığınırım!” (dedi) (Yusuf; 12/23) ayetini okudu ve “Allah’ım sana sığınırım” dedi Zembilfiroş.

Hâtun, kâh genç adama olan sevdasını anlatıyor kâh bedeni üzerinden kendisini, güzelliğini övüyordu. Bu şekilde genç adamı ikna etmenin bir yolunu bulacağını düşünüyordu. Delikanlının zaman zaman aklı karışmıyor değildi. Genç ve güzel hanımdı Hâtun ve peşini bırakmıyordu. Oysa kendisi ona karşı bir zorbalık da yapmıyordu. Lakin ne zaman kalbi bulanırsa ölümü, tövbesini hatırlıyor ve “Allah’a verilen sözden nasıl dönülür ki?” diyerek yeniden Yusuf kıssasından âyetler mırıldanıyordu. “O hanım, ona gerçekten niyeti bozmuştu. Eğer Rabbinin burhanını görmese idi, Yusuf da ona özenip gitmişti.” (Yusuf; 12/24) “Nasıl ki Yusuf peygamberi yalnız bırakmadıysan, onun izinde yürüyen bu garip kulunu da sahipsiz bırakma Allah’ım” diye yakarıyordu.

“Beni nefsime bırakma Allah’ım” diye mırıldanarak çadırdan çıkmıştı ancak Hâtun da arkasında gelmişti. Durduğu yer de aynıydı konuştuğu sözlerde. Aynı sözleri tekrar edip duruyor ve etkilemeye çalışıyordu. Ancak Zembilfiroş hiçbir şey söylemeden dışarı çıkmıştı. Zira Allah’a verdiği sözden dönmeyeceğini defalarca söylemiş ancak bir faydası olmamıştı. “Söz, anlatan kadar, dinleyen ile de kıymetlenir evlat” demişti derviş. Lakin Hâtun’un laftan anlayacağı da yoktu, söz dinleyeceği de…

Çadırın önünde durup Fargin’i izledi uzun bir süre, nice umutlarla gelmişti bu şehre. Lakinnice zorluklar yaşamış ve başına gelmeyen kalmamıştı bu şehirde. Yaşadıkları, hayal kırıklıkları peş peşe geçip gitti gözünün önünde. Sonundakarısı da çocuklarını alıp kendisini terk etmişti. Artık kendisini Fargin’e bağlayan bir şey kalmamıştı. Nihayet ayrılık vaktinin geldiğine karar vermişti. Gökyüzünü süsleyen dolunay yeryüzünü de büyülüyordu. Dağlar, ağaçlar hatta insanlar her şey iki üç kat büyüyordu dolunayla. Yamacın dibinden akan nehrin sesi Albat dağlarına çarpıp yankılanıyordu. Bir veda merasimiydi, Fargin’le, ihtişamlı Albat dağlarıyla, akan nehrlerin sesiyle vedalaşıyordu, her birinin lisanıyla…

Büyü bozulmuş Hâtun vedalaşmanın da arasına girmiş, yanına gelmişti. Hayatına da izinsiz, destursuz girdiği gibi. Zembilfiroş yürümeye başlamış, Fargin’i terk ettiğini söylemişti. Lakin Hâtun da peşini bırakmamış arkasından yürümüştü. Genç adam kurtulmak için koşmaya başlamıştı Hâtun da arkasından… Koşarken ayağı taşa takılan Zembilfiroş, dengesini kaybedip nehrin kıyısına düşmüştü. Yara bere içinde kalmış, zorlukla da olsa yürümeye başlamıştı. Fakat Hâtun yolunu kesmiş kendisini bekliyordu. Nehrin kıyısında uzun bir zaman kovalama sürmüş ancak yaralı Zembilfiroş tükenmişti. Dermansız kalınca diz çöküp Allah’a yalvarmaya başlamıştı. “Allah’ım davet edildiğim şey ölümden daha sevimli değil, sözünde durmuş bir kul olarak huzuruna gelmeyi nasip et. Sonu ölüm de olsa ahdine sadık bir kul olarak dünya hayatımı nihayete erdir” diye yakarmıştı. “Dua ve yakarış samimi bir kalp ile dökülürse dilden, kabul makamına ulaşır” demiş hal ehli. Yakarışı kabul makamına mazhar olmuş ve Zembilfiroş durduğu yere düşmüştü.

Hâtun yetişmişti arkasındanancak genç adam emanetini teslim etmişti. Yüreği yanmıştı Hâtun’un, yere yığılmış ve ağıt yakmaya başlamıştı. Bu acıya dayanamayacağını biliyordu, çaresizlik içindeydi. Bir kurtuluş yolu bulmak istiyordu düştüğü bu durumdan. Artık hiçbir şey eskisi gibi değildi, kendisi de… Zembilfiroş’un teslimiyeti, imanı her zaman etkilemişti Hâtun’u. Belki de böyle bir teslimiyet kendisi için de kurtuluş olacaktı. Nihayet Allah’a yönelmeye ve teslim olmaya karar vermişti. Ellerini açmış, tövbe için Allah’a yakarmaya başlamıştı. O güne kadar zevk ü sefa içinde geçen yaşamını, fütursuz arzularını ve haddi aşan isyanlarını düşündü. Zembilfiroş’un da bir sarayda yaşadığını hanımından öğrenmişti. Ancak her şeyi bırakmış, kendi arzusuyla tövbekâr olup yollara düşmüştü. Ölüm ve sonrasındaki hesap için bir yaşam kurmaya çalışmıştı. “Onu da ben engelledim” diye mırıldanmıştı. Ancak büyük bir pişmanlık yaşıyordu. Pişmanlığın yaktığı yüreğiyle tekrar elleri açılmıştı Allah’a. Zembilfiroş’a yaptıklarından ve kirlenmişliğinden hayâ etmişti. Emanetini alması için Allah’a yakarmıştı. Her samimi yakarış gibi Hâtun’un da duası kabul makamına ulaşmıştı. Tövbesinin kabul gördüğü duygusu içine bir serinlik vermiş ve sessizce genç adamın yanı başında yıkılmıştı.

Hâtun’u adım adım izleyen hizmetçi kadın Zembilfîroş’tan sonra Hâtun’un da öldüğünü görmüş, yanıbaşında oturmuş ve ağlamaya başlamıştı. Hâtun’un hırsına, aşkına Zembilfîroş’un imanına, Allah’a olan teslimiyetine şahit olmuştu. Her ikisinin de nasıl bir mücadele verdiğine şahitlik eden tek kişiydi belki de. Karşılıklı atışmalarını, şiirsel konuşmalarını hatırlamıştı. O sözlerle ağıt yakmaya başlamıştı yanık sesiyle. O günden beri dengbejlerin dilindeki busıtran, (şarkı) dedelerin torunlarına anlattığıbir hikâye olmuştur. Mezopotamya’da, bizim topraklarda bir Yusuf hikâyesidir Zembilfiroş. Bin yıl öncesinden gelen o ağıtın sesi hala Albat Dağlarında yankılanıyor, oradan da kulaklarımıza ulaşıyor genç kadının dilinden…

Zembilfıroşzembila tine

Sepet satıcısı sepetleri getiriyor

Delalozembila tine

Güzel adam sepetleri getiriyor

Kolan bı kolan digerine

Sokak sokak gezdiriyor

Nan û dahnêpêdistîne

Ekmek ve yiyecek ile değiştiriyor

Zarokanpêditevrinê

Çocuklarını doyurup yetiştiriyor

 

Gavaew zembile tîne

O sepetleri getirirken

Xatûnlibircêdibîne

Hâtun onu burçtan görüyor

Bieşqa dil dihebîne

Gönlü aşka tutuluyor, gönlü kaynıyor

Aqildiçesewdanamîne

Aklı başından gidiyor

 

Ha dil were, ha dil were

Ey gönül gel, ey gönül gel

Kesêji dil nekîbawere

Hiç kimse gönlünün ona bunu yapacağını inanmıyordu

(İnsanlık darağacına çekilmiş)

 

Xatûn:

Kurosêlkavir de bîne

Delikanlı sepetlerini buraya getir

Mîrdixwaze te bibine

Mir seni görmek istiyor

Buhabuhaji te bistîne

(Sepetlerini) Pahalı fiyata almak istiyor

Lawiko ez brîndarım

Delikanlı ben yaralıyım

 

Zembîlfıroş:

Xatûnamin a delal e

Benim güzel (saygı değer) Hanımım

MinbîhîstîMîr ne li mal e

Duydum ki Mir evde değildir

Bazara’mbimalê helal e

Pazarlığım helal mal iledir

Xatûnê ez tobedar im

Hâtun (Hanımefendim) ben tövbeliyim

Delalê ez tobedar im

(Saygı değer hanım) Güzel ben tövbeliyim

 

Xatûn:

Zembîlfiroşlawikê beyan î

Sepet satıcısı, delikanlı sen yabancısın

Ez dibêjim tu pêdizanî

Ben söylüyorum, sen de biliyorsun (beni anlıyorsun)

Minboeşqa dil te anî

Seni gönlümün aşkı için çağırdım

Lawiko ez evîndar im

Delikanlı ben sevdalıyım

 

Zembîlfiroş:

Xatûnamin a zerîn e

Sarışın güzel Hâtun (Hanımım) sen altın gibisin

Qusurli ser te qetnîne

Sende hiçbir Kusur yoktur

Lê dilem kesînahebîne

Fakat gönlüm kimseyi barındırmaz

Xatûnê ez tobedar im

Hâtun ben tövbeliyim

Delalê ez tobedar im

Güzel ben tövbeliyim

 

Xatûnlijor kar dike

Hâtun yukarıda çalışıyor

Zêrlieniyê par dike

Alnında altınlar parlıyor

Kalênsedsalan har dike

Yüz yılın ateşini (yakıyor) harlıyor

 

Xatûn:

Çavênminmînaeynan e

Gözlerim ayna gibidir

Biskêminmînaqeytan e

Kâkulüm (zülüflerim kaytan) ipek gibidir

Diranêminmînamircan e

Dişlerim mercan gibidir

Eniyaminmînaferşan e

Alnım ovaldır (oyulmuş tablo) gibidir

Berêminmînafîncan e

Simam (yüzüm) fincan gibidir

Fîncanênmîr û paşan e

Paşa ve beylerin fincanı

Sîngêminmînazozan e

Sinem yayla gibidir

Zozanênhafteşîran e

Yedi aşiret yaylası

Zembîlfıroş, lawikêderwêş

Sepet satıcısı derviş adam

Lêbikekêf û seyran e

Gel eyle, keyif -u seyran

 

Zembîlfıroşlawikêderwêş e

Sepetsatıcı, derviş adam

Keremke tu werepêşe

Buyur sen gel (şöyle) yanıma

Heqêzembîlênxwebibêje

Sepetlerinin fiyatını söyle

Lawiko ez evîndar im

Delikanlı ben sevdalıyım

 

Zembîlfiroş:

Lêlêlê, lêlêXatûnê

Ey Hâtun (Hanım)

Çavên te mînazeytûnê

Gözlerin zeytin gibidir

Ditirsimjiagirêêtûnê

Korkuyorum ateşe girmekten

Ya Xatûn ez tobedar im

Hâtun ben tövbeliyim (tövbedarım) tövbemi beklerim

TobedarêXaliqêCebar im

Cebbar olan (Yaradana tövbe ettim) ona sözüm var

J’sertobaxwe ez nayêmxwarê

Ben tövbemden vazgeçemem (geri dönmem)

 

Xatûn

Zembîlfiroşlawikefeqîr e

Sepet satıcısı, fakir adam

Were ser doşekaMîr e

Buyur gel Mir’in yatağına

Bidim te guliyênherîr e

Sana vereyim ipekten örgülerimi (saçlarımı)

Lawiko ez evîndar im

Delikanlı ben sevdalıyım

 

Zembilfiroş

Tu Xatûnalibirc û van î

Sen genç bir Hâtunsun (hanımsın)

Li ser text û li ser seran î

Saraylar içerisinde, tahtlar üzerindesin

Tu jimin re nabîkevanî

Senden bana hanım olmaz

Xwedîzarok û eyal im

Benim eşim ve çocuklarım var

Zarok tazı û birçîli mal in

Çocuklar evde çıplak ve açtır

Xatûne ez tobedar im

Hâtun ben tövbeliyim 

 

Xatûn

 

Zembîlfiroşlawikênenas î

Sepet satıcısı, yabancı adam

Tenaderpî û kiras î

Üstünde yok başında yok (fakirsin)

Tu jidestêmnabîxelas î

Elimden kurtulamazsın

Lawiko ez evîndar im

Delikanlı ben sevdalıyım

 

Zembilfıroş

Xatûnagerdenbimorî

Gerdanı incili-boncuklu hâtun

Qetnabebi kötek û zorî

Zorla dayakla (güzellik) olmaz

TirsaminjiwîReb ê jorê

Korkum yüce Allah’adır

Xatûne ez tobedar im

Hâtun ben tövbeliyim

Ji ser tobaxweqetnayemxware

Ben tövbemden vazgeçecek değilim (geri dönmem)

 

Not; Zembilfiroş’un öyküsünü kitap olarak hazırlıyoruz. İnşallah kısa bir zaman diliminde yayınlanacaktır. Selam ve dua ile.

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR