Yaşar Kemal, Üç Anadolu Efsanesi adlı eserinde şu soruyu sorar:
“Durup dururken şu dünyaya ne olmuştu? Onun bu kadar delirdiği, zıvanadan çıktığı şimdiye kadar ne görülmüş ne de duyulmuştu.”
Oysa dünya durup dururken bu hale gelmedi. Arif Nihat Asya’nın mısralarında dediği gibi:
“Bize bir nazar oldu, Cumamız Pazar oldu.
Ne olduysa hep bize azar azar oldu.”
Gerçekten de yaşanan dönüşümler bir anda değil, azar azar, adım adım ve planlı bir süreçle geldi. Günümüz dünyasında insanı derinden sarsan, onu sorgulamaya iten hızlı değişim ve dönüşümlere tanık oluyoruz. Sanki her şey bilinmez bir girdabın içinde kontrolsüzce savruluyor. Hayat eski dengelerini çoktan yitirmiş, toplum da köklerinden uzaklaşmış durumda.
Bugün artık kötülük olağan, merhametsizlik sıradan, çıkarcılık ise adeta bir erdem gibi görülüyor. İnsanlar başkalarının acılarına karşı gözlerini kapatıyor, kulaklarını tıkıyor. Kendi küçük dünyalarına kapanıp, olan bitenden bihaber kalmayı bir korunma biçimi sanıyorlar.
Bu hal Kur’an’da şöyle tasvir edilir:
“Kalplerin üzerinde perdeler, kulaklarda ağırlık vardır. Sen onları hidayete çağırsan da onlar inanmazlar.” (En‘âm, 25)
Böyle bir toplumda empati kuramayan, birbirini anlayamayan, sadece kendi çıkarını düşünen, pragmatist ve hedonist bireyler çoğalıyor. Hatta zamanla sadizm, yani başkasının acısından haz alma bile olağan hale gelebiliyor. Bu yeni toplumsal yapı insanı yalnızca yorgun ve umutsuz kılmakla kalmıyor, aynı zamanda kendi insanlığına yabancılaştırıyor.
Her şeyin değersizleştiği, anlamın yitirildiği, ahlaki pusulanın şaştığı bir çağda yaşıyoruz. Bu sadece bireysel bir kriz değil; toplumsal düzeyde de insanı derinden yaralayan bir ruhsal çöküşe dönüşüyor.
Kur’an’da Rabbimiz bu duruma işaret eder:
“İnsanların kendi işledikleri yüzünden karada ve denizde fesat ortaya çıktı. Allah, belki dönerler diye yaptıklarının bir kısmını onlara tattırıyor.” (Rûm, 41)
Bugün çevre felaketlerinden ahlaki yozlaşmaya, savaşlardan aile kurumunun çözülmesine kadar her şeyde bu “fesadın” izlerini görmek mümkün. Mesela, modern şehir hayatında insanlar yan yana yaşadıkları halde birbirine yabancı. Komşuluk bağı yok olmuş, bireyler yalnızlık girdabında kaybolmuş durumda. Sosyal medyada yaşanan linç kültürü, dijital bağımlılık ve haz odaklı yaşam biçimleri de bu yozlaşmanın güncel örnekleridir.
Toplumsal bozulmanın en acı sonuçlarından biri de insanın kendi özüne yabancılaşmasıdır. İnsan, fıtraten iyilik, adalet ve merhamet üzere yaratılmıştır. Ancak bu yozlaşma süreci onu öz benliğinden koparıyor. Bugün çocukların bile ekran bağımlılığı yüzünden oyun oynamayı, paylaşmayı, sabretmeyi unutması; gençlerin ise “anlam arayışı” yerine “anlık haz” peşinde koşması bu yabancılaşmanın göstergesidir.
Kur’an bu hakikati şöyle dile getirir:
“Allah’ı unutan, bu yüzden Allah’ın da onlara kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın.” (Haşr, 19)
Hülasa İçinde yaşadığımız çağda toplumsal bozulma ve yozlaşma derin bir krize dönüşmüş durumda. Fakat bu tablo kader değildir. İnsanlık yeniden merhameti, adaleti ve kardeşliği hatırladığında; bireyler kendi iç dünyalarını inşa ettiğinde, toplum da yeniden ayağa kalkabilir. Unutmamak gerekir ki her karanlık, içinde bir diriliş ışığını da taşır.
Kur’an’ın şu çağrısı, bugün bize çıkış yolunu göstermektedir:
“Şüphesiz ki Allah, bir toplumu onlar kendilerini değiştirmedikçe değiştirmez.” (Ra’d, 11)
O halde bize düşen, yozlaşmayı kanıksamak değil; adalet, merhamet ve hakkaniyet merkezli yeni bir toplumsal bilinç inşa etmektir. Çünkü insanlığın yeniden dirilişi, ancak kendi öz değerlerine dönüşle mümkün olacaktır.
Selam ve dua ile...
Engin GÜLTEKİN
Eğitimci-Yazar-Sosyolog