Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Yusuf YAVUZYILMAZ


Yüzleşme ve Hayal Kırıklığı

Yusuf Yavuzyılmaz'ın yeni yazısı...


“Hayda! Neden böyle davrandığını anlayamıyorum! Sen gösteriş tutkunu bir kadın değildin! “

“Çünkü hayatımda hiç böyle güzel mücevherler görmemiştim! “

( Paulo Coelho, Akan Nehir Gibi, Can y, s:194)

 

Hayat bunu da yapmaz dediğimiz insanların, neden endişe ettiysek, onu yaptığını gösterdi. Bu idealize etmenin sorunlu bir yaklaşım olduğunu gösteriyor. Sınamadığımız bir olayın kahramanı olmamak gerekiyor. ” Ben zengin olsaydım, siyasetçi olsaydım, öğretmen olsaydım, anne olsaydım” şöyle yapardım veya şunu asla yapmazdım şeklinde kurulan cümleler gerçeğin eşiğine gelindiğinde değişiyor çoğunlukla.

Özellikle toplumlarda görülen ahlaki kırılma çok daha sarsıcıdır. Öğrenci evlerinde, örgüt toplantılarında, sivil toplum etkinliklerinde hak, adalet, liyakat söylemlerini dillendirenlerin önemli bir kısmının bürokraside veya siyasette etkin bir konuma geldiğinde liyakatsizliğin, haksızlığın, adaletsizliğin parçası haline geldiklerine çok tanık olduk.

Gençliğinde nice devrimci duruşların yerini realitenin çıkarcılığına bıraktığına, “Evlilik devrimciliği ölümüdür” şeklinde dile getirilen hakikate teslim olduğunu gördük.  

Evlenmeden önce oturma odalarında bulunan devrimci kitaplar artık oralarda yok. Onların yerini uzunca bir süredir seküler kişisel gelişim kitapları aldı. Seyyid Kutub, Mevdudi, Muhammed Kutub, Mutahhari, Fazlurrahman, Ali Şeriati artık oturma odasının müdavimleri değil.

Belki de yaşadığı hayatla inancı arasındaki derin çelişkinin getirdiği ruhunu inciten çelişkiyi hatırlattıkları için onları gözden uzaklaştırmak istiyor. Yaşadıkları hayatın ideallerindeki hayat olmadığının sıkıntısını yaşıyorlar. İnançlarıyla hayat arasında büyük ve giderilemez bir çelişki var. Dudaklarına Ahmet Kaya’nın şarkısı düşüyor: “Bu ne yaman çelişki anne. “

Eskinin mücahitleri, karısı beğenmediği için, şimdi koltuk ve perde değiştirmekle uğraşıyor. İslami hassasiyetler büyük ölçüde örselendi. Ahlaki bir devrim ve yeni bir dünya düzeni oluşturmak için iktidara yürüyenler, eleştirdikleri bürokratik düzenin parçasına dönüştüler.

Din, daha fazla iktidarda kalabilmek için kullanışlı bir aparata dönüştü. Samimiyet, adanmışlık, fedakarlık büyük ölçüde ortadan kalktı; menfaat, bürokraside yer kapma, kariyer öne çıktı.

Uğruna mücadele verilen çok sayıda değerin içi boşaldı. Bu durumun en güzel örneği başörtüsünün trajik serüveni oldu. Ahlak örtüsü işlevini yitirince başörtünün örttüğü bir kafanın erdem üretmesi mümkün değildir. İçerik kaybolunca form kutsandı. Başörtüsü dini araçsallaştırmanın simgesine dönüştü maalesef. Din bir bilinç, farkındalık işidir. İçeriği(ahlak) olmayan form( görüntü) boştur. Toplumumuzda kadın erkek fark etmeksizin yaptıkları ibadetin içi boşaldı/boşaltıldı. Bu haliyle bir Müslümanın iddia sahibi olmasına, örneklik oluşturmasına imkan yoktur. Düşünce, irfan ve ahlaktan yoksun dindarlık, beklendiği gibi, kör bir fanatizm üretti. Etrafımızı form olarak dindar görülen irfansız, duygusuz, samimiyetsiz ve sorumsuz insanlarla doldu.

Oysa Hz. Peygamber nasıl davranacağımız konusunda eşsiz bir rehberlik yapmıştır “Müslüman, Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, haksızlık yapmaz, onu düşmana teslim etmez. Müslüman kardeşinin ihtiyacını gideren kimsenin Allah da ihtiyacını giderir. Kim bir Müslümandan bir sıkıntıyı giderirse, Allah o kimsenin kıyamet günündeki sıkıntılarından birini giderir. Kim bir Müslümanın ayıp ve kusurunu örterse, Allah da o kimsenin ayıp ve kusurunu örter.” Öyle görülüyor ki, günümüz Müslümanları birbirlerinin hatalarını örtmek yerine onları açığa çıkarmaya çalışıyorlar.

Öte yandan milliyetçilik üzerinden yürütülen düşünce İslami değerleri yapı bozumuna uğratıyor. Bir insanın değerini anne babasının Türk, Kürt, Arap, Fars, Ermeni vs. olup olmaması belirleyemez. Bu son derece ırkçı ve kabul edilemez bir bakış açısıdır. Mekke döneminde müslüman olanların çoğunluğunun anne babası Arap müşriktir. Ne yazık ki siyasal bir eleştiriyi siyasal aktörlerin anne babasının aidiyetine bağlayan arkaik bir zihin yapısı var.

Ahlak ve içerik kaybolunca, tarihsel yasa işledi; form(biçim/görünüş) ahlakın yerini aldı. Din, Allah rızasının dışında başka çıkarlar için araçsallaştırıldı.

Yine de bütün bunlar insana olan güvenimizi azaltmadı. Çünkü tarihin her döneminde, her toplumsal zeminde  bir Hz. Yusuf’un ortaya çıkma ihtimali vardır.

Muhalefeteyken demokrasi, insan hakları, vefakarlık, kardeşlik ön plandadır. Çünkü paylaşılacak hiçbir şey yoktur. İnsanların karakterleri güç eline geçince başlar. Hayat birçok idealist insanın, güç eline geçince, bürokraside bir yer işgal edince nasıl savrulduğunu gösterdi.

Ahlak, kimin yararına olduğuna göre tavır almayı onaylamaz. Doğrusu, kim olursa olsun, kimin yararına olursa olsun hakkı söylemek, adaletin yanında durmaktır. Siyaset, ahlaki ilkelere göre değil, kimin yararına olduğuna göre tavır almayı onaylıyor. Öyle görülüyor ki, siyasetin ahlaka her şeyden daha çok ihtiyacı var. Kimin yararına olacak diye tavır alırsanız, içinde bulunduğu grubu korumuş olursunuz, ancak asla ahlaki davranmış olmazsınız.

Müslüman olmak ontolojik, epistemolojik, etik ve estetik anlamda bir değerler sistemi sunar. Bu değerler istemi Allah- insan İnsan-varlık ve insan -insan arasındaki ilişkinin ölçütlerini belirler.

Taşralı dindarlık, ürettiği literal, tasavvufi, kaderci, eleştirel düşünceden uzak, lidere teslimiyeti esas alan din anlayışıyla, entelektüel hayatı teslim almış ve iyice çoraklaştırmıştır.

Müslümanların aralarındaki farklara karşın birlikte hareket etmeleri konusunda gidecek daha çok yolumuz var. Şurası açık ki, farklı mezhepten dolayı, birbirinin arkası da namaz kılamayan bir topluluğun birlikte hareket etmesi çok zordur. Mezhep aidiyeti üzerinden yapılan tekfir ise nefret suçu sayılmalıdır.

Muhalefetteyken, güçsüzken, gizlenen, bilinçaltına itilen duygular güç eline geçtiğinde ortaya çıkar. İnsanların özenle gizledikleri ikinci yüzü ele karşılaşırsınız. Devrimci zamanlarında Ebuzer’ i yücelten çok sayıda kişinin büyüyüp hali vakti yerinde olduğunda bu ismi bir daha ağzına almadığını görüyoruz. Kolay değil, binlerce liralık bir servetin üzerinde oturup, kefen bezi bile bulunmayan birini savunmak. Hayat çoğu kez ideallerin toprağa gömüldüğü, hırsların, çıkarın galebe çaldığı bir serüvendir. Ne mutlu insanca, Müslümanca yaşamayı ilke edinenlere. Kazananlar onlardır.

 

Kaynak. farklı bakış

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR