Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Faysal Mahmutoğlu


YÜKSELEN ASLAN OPERASYONU

Faysal Mahmutoğlu, h24hbr.com’da “Yükselen Aslan Operasyonu” başlıklı bir yazı kaleme aldı. Yazıyı aşağıya alıntılıyoruz.


İşte halk bir dişi aslan gibi uyanıyor. Avını yiyip bitirmedikçe, öldürülenlerin kanını içmedikçe rahat etmeyen aslan gibi kalkıyor.” (Tevrat-23:24 ayeti)

İsrail’in İran’a yönelik son saldırısı titizlikle hazırlanmış bir planın nihai hedefe doğru uygulamaya konulmasıdır.

Nihai hedef, 1979’dan beri İran’da hüküm süren İslam devrimi rejimini Batı yanlısı bir yönetimle değiştirmek, İran’ı Şah döneminde olduğu gibi Batı kampına geri döndürmek. Zira İran ABD’nin tek kutuplu hegemonyası için bir tehdit unsuruydu. Denetleyemediği tüm ülkeleri düşman kategorisinde değerlendirip bunlara karşı doktrinler geliştirmek, ABD’nin klasik bir stratejisidir.

İran, İsrail varlığına tehdit oluşturan direniş ekseninin başını ve kalbini oluşturuyor.

7 Ekim Hamas saldırısı İsrail’e bu tehdidi ortadan kaldırmak için kapıyı sonuna kadar açtı.

Şah Muhammed Rıza Pehlevi yönetimindeki İran, İsrail’i tanıyan ve onunla diplomatik ve askeri ilişkiler geliştiren Müslüman ülkelerden biriydi. Özellikle MOSSAD ile İran istihbarat teşkilatı SAVAK arasındaki temaslar dikkat çekiciydi.

Bu sıcak ilişki 1979’daki İslam Devrimi ile tersine döndü.

1979’da gerçekleşen İslam Devrimi ve akabinde İslam Cumhuriyeti’nin kurulması, İran’ın dış politikasında radikal değişiklilere yol açtı. En belirgin değişiklik, İran’ın İsrail’i meşru bir devlet olarak tanımadığını ilan etmesi ve iki ülke arasındaki diplomatik ilişkilerin kesilmesiydi. Artık ABD büyük şeytan, İsrail ise küçük şeytandı.

İran, İsrail karşıtlığını bir devlet politikasına dönüştürdü. Bu doğrultuda, İsrail büyükelçiliği kapatılarak, binası Filistin Kurtuluş Örgütü’ne (FKÖ) devredildi.

Artık İran ile İsrail birbirlerini ideolojik rakip olarak değil, varoluşsal tehdit olarak görmeye başladılar.

İran’ın Lübnan’da 1982 yılında Hizbullah’ı kurması, İsrail için bir sürekli tehdit unsuru yaratmış oldu. İran ayrıca Hamas’a finansal ve askeri destek sağlayarak, İsrail’e karşı ikinci bir cephe oluşturdu. Yemen’deki Husiler’e sağladığı askeri destek de bu kapsamda değerlendirilebilir.  Zira 2023 Ekim’inden sonra İsrail topraklarına uzun menzilli füze ve drone saldırılarının da Husiler tarafında gerçekleştirildiği biliniyor.

İran denetimindeki bu milis güçler İsrail için ciddi bir tehdit oluşturuyordu.

2011’de başlayan Suriye İç Savaşı, iki ülke arasındaki güç mücadelesini farklı bir aşamaya getirdi. Bu süreçte, Devrim Muhafızları Kudüs Gücü ve Hizbullah unsurları Suriye’ye konuşlandırıldı. Bu İsrail için kabul edilemezdi.

Ve İsrail kendisine tehdit olarak algıladığı tüm unsurları teker teker ortadan kaldırmaya başladı.

3 Ocak 2020’de ABD tarafından Bağdat Havalimanı’nda düzenlene hava saldırısında Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani öldürüldü. Suikast her ne kadar ABD tarafından uygulamaya konulsa da bunun İsrail’in arzusu doğrultusunda gerçekleştirildiği biliniyor.

İran’ın nükleer programının mimarı olarak bilinen Muhsin Fahrizade, Tahran yakınlarında düzenlenen suikastla hayatını kaybetti. İran, suikastın arkasında MOSSAD olduğunu açıkladı.

2022 ve 2023 yılında Şam’da Devrim Muhafızlarına bağlı danışmanlar ile üst düzey komutanlar öldürüldü.

İran buna karşılık İsrail topraklarına adrese teslim yüzlerce füze ve drone gönderdi. 

Erbil’de bir işadamının villasına yönelik füze saldırısı düzenledi. İş adamı ve çocukları katledildi. Gerekçe villanın MOSSAD merkezi olduğu iddiasıydı ki tamamen hayal ürünüydü. 

Hamas’ın İsrail’e yönelik düzenlediği 7 Ekim 2023 saldırısına İsrail orantısız güç kullanarak ve nihayet toptan yıkıma varacak şekilde cevap verdi. Hamas cismen ayakta olabilir ama Gazze artık yok. Ve belki de Filistinliler için hiç olmayacak. Hizbullah Suriye’den atıldı ve Lübnan’da liderleri öldürüldü, savaş kabiliyeti yok edildi.

Esad diktatörlüğü devrilerek Suriye’nin askeri gücü yok edildi. Böylece İran’ın Lübnan’a uzanan lojistik hattı kesildi. Irak’taki uzantıları da kıpırdanamaz durumda.

Haniye suikastı “yükselen Aslan Harekatı”nın habercisiydi.

Artık sıra asıl tehdit olarak görülen İran’ın nükleer silah üretebilme imkan ve kabiliyetinin ortadan kaldırılması belki ve muhtemelen İran’daki 45 yıllık Molla rejiminin devrilmesine geldi.

Bütün bu gelişmelere rağmen Tahran yönetimi saldırıya hazırlıksız yakalandı. 

Ve İsrail 13 Haziran’da çok sayıda savaş uçağıyla geniş çaplı bir harekat başlattı.

İsrail, bu saldırıyla İran’ın nükleer tesislerini yok etmek, İran’ın savunma kapasitesini çökertmek -ki savunma sistemi çok zayıftı- halkın sisteme güvenini sarsmak ve muhalifleri isyana teşvik ederek rejimi devirmeyi düşünüyor. Ancak rejim değişikliği işgal dışındaki unsurlarla hayli zor.

 Rejimin çökmesi bölgede ve dünyada Şiilerin dışında pek fazla kimseyi üzmez. Zira İran yıllardır halkın kaynaklarını, halkın refahı ve zenginleşmesi için değil, kadınların yaşamına müdahale ve Yemen’den Lübnan’a kadar kurduğu vekil ağları silahlandırmak için harcadı.

İsrail, askeri liderlere yönelik suikastlarla tüm komuta kademesini ortadan kaldırmakla işe başladı. Eş zamanlı olarak bilim insanları da öldürüldü. 

MOSSAD’ın yerli işbirlikçilerle kurduğu sabotaj ağlarının önemli rol aldığı görülüyor. Bunun siyasi liderlere yönelme ihtimali var. Trump, “Hamaney’i öldürmeyi düşünmüyoruz şimdilik” diyerek öldürülme ihtimalinin masada olduğunu vurgulamış oldu.

Burada ciddi bir istihbarat zafiyeti olduğu aşikar.

İran ise süpersonik ve balistik füzelerle karşılık vermeye çalışıyor. Bu füzelerin çoğu İsrail hava sahasına girmeden düşürülüyor. Balistik füzelerin de yaklaşık yüzde 3. 5’u hedeflerine ulaşabiliyor.  Tel Aviv’e düşen birkaç füzenin yarattığı tahribat İran’ın yaşadıkları yanında anlamsız kalıyor.

İran’ın elinde bir bölümü hipersonik 2000 civarında balistik füze olduğu varsayılıyor. Ayda 50 balistik füze üretme kapasitesine sahip olduğu belirtiyor. Tesisler vurulduktan sonra üretimde sıkıntı yaşayabilir. Bu da İran’ın dayanma gücünün sınırlı olduğunu gösteriyor.

İran, tüm otokratik rejimlerde olduğu gibi sadakati liyakatın üzerinde tutmasının ve kendi halkına karşı ceberrutlaşmasının faturasını ödüyor. 

Tüm otoriter yönetimler kendine sadık bulduğu insanları kritik noktalarda tutmak ister, o insanların o görevleri layıkıyla yapıp yapamayacağı konusu ikinci derecede bir meseledir.

İran’da düzenli ordudan ayrı olarak İslam Devrimi Muhafızları Ordusu (Pasdaran/ IRGC) rejimin en kritik ve belirleyici koruyucusudur, rejimin ideolojik bekçisidir.

 Kara, Hava ve deniz kuvvetleri İran’ın ana askeri gücü olarak düzenli ordusunu oluşturuyor.

Besic (Direniş Gücü) ise ahlak polisliği yapar ve muhalif gösterilerin bastırılmasında kilit rol oynar. Doğrudan dini liderden emir alır.

 Rejimin en önemli aparatı olan ahlak polisi kadınların kıyafetleriyle uğraşırken İsrail ajanları Tahran’ın merkezinde cirit atmasını fark etmediler.

Ulusal polis iç güvenliği sağlar, İstihbarat bakanlığı, ülke içi muhalifleri izler. 

Bu parçalı tablo İsrail’in ajan devşirmesi için uygun bir ortam yaratıyor. İsrail ajanlarının yüzde 60’ını Afgan göçmenlerden oluştuğu iddiası ayrıca incelenmeye muhtaç bir konu.

MOSSAD, dünyanın birçok yerinde başarısızlığa uğramasına karşın İran topraklarındaki operasyonlarda hiç başarısızlığa uğramamıştır. 

İran’ın MOSSAD’ın arka bahçesi haline geldiğini İranlı yetkililer de kabul ediyor. İran’ın eski Cumhurbaşkanı Ahmedinejad da bir röportajında, İran istihbaratının dış istihbarat biriminin başındaki kişinin İsrail ajanı olduğunun ortaya çıktığını söylemişti.

İsrail, 9 milyonluk nüfusuyla Orta Doğu’yu yeniden dizayn ediyor. Yeni Orta Doğu’da etkisini yitirmiş, bölgedeki uzantılarının tasfiye edildiği bir İran olacak. Rusya ve Çin’in etkisinin azaldığı, batıya bağımlı ve onun nüfuzu altında bir Ora Doğu düşünülüyor.

ABD’nin Orta Doğu’da oluşturmak istediği düzen, Türkiye’nin Kürtlerle barışmasını da zorunlu kılıyor. Aktörlerin açıklamaları bu tezi doğruluyor.

Direnme potansiyeli taşıyan tüm aktörler sistem dışına itildi.

Bu saldırılar karşısında Sünni dünyanın suskunluğu sözde ümmet dayanışmasının, kardeşlik iddialarının ne kadar yapay olduğunu, ortak değerin çıkar ilişkileri olduğu gerçeğini ortaya çıkardı. Suskunluğun bu çağda en büyük rıza biçimi olduğunu unutmamalıyız.

Sünni dünyanın çoğunluğu geliştirdikleri stratejik ilişkiler nedeniyle ABD-İsrail ekseninde konumlandılar.

Uzun vadede bölgenin en güçlü iki devletten biri olarak İsrail gerçeğini ve bir arada yaşayacağımızı hesaba katmak zorundayız.

 

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR