Genel anlamda tarihte “uzak/aşkın ve yakın/içkin tanrı” olarak iki sahih olmayan tanrı tasavvuru olduğunu söylemek mümkün. Yahudi tanrısı uzak ve aşkın, Hıristiyanlarınki yakın ve içkin, hatta öylesine içkin ki, hem İsa’ye hulul etmiş, hem İsa Kilise’de bedenlenmiştir. Yahudilikten kovulan Spinoza, Vahdet-i mevcutluğu yani panteizmi seçerek tanrı-varlık inancını seçmiştir, belki de kovulduğu Yahudiliğe Hıristiyani meydan okumuştur.
Sahih olmayan tanrı tasavvuru iki kaynaktan neş’et etmiş olabilir: Biri ilk kaynağı, başlangıç noktası tevhid (Bir Allah inancı) iken, sonraları şu veya bu faktörün etkisinde tevhidin deforme olması; diğeri herhangi bir peygamber veya tevhid fikriyle karşılaşmamış toplulukların veya tamamen bireysel zihinlerin kendi fıtrî ve fikrî çabalarıyla ürettikleri tanrıyı tasavvur etmeleri. Şu veya bu Tanrı fikrîni uyandıran Tanrı tasavvuru her insan tekinde fıtrîdir, doğuştandır; bu fikri sahih kılan doğru dini tebliğdir, bunun dışındaki fikirler veya tasavvurlar hakikat ifade etmezler.
Hakikat, eşyanın veya bir varlığın üzerinde bulunduğu halin ifadesi ise, Tanrı hakkında doğru bir fikre sahip olmanın yolu, bu fikri bizzat Tanrı’nın kendisinin kendi Zatı’nı, Zatı’nın özelliklerini, diğer varlıklardan ayrıldığı hususları bildirmesidir. Sahih dini tebliğin yaptığı ilk ve en esaslı şey budur. Referanssız tasavvurlar eseri Tanrı’ya inanmak, Tanrı fikrine sahip olmak bir değer ifade etmez, inkâra dayalı tasavvur dahi Tanrı’nın varlığına, var olanın inkârına dayanır. Nitekim Tanrı fikri ve duygusunun doğuştan, fıtri oluşunun her insanda istisnasız mevcut olması “Tanrı kanıtlamaları”ndan biri sayılmıştır. Bundan yoksun olanlar fıtrî inançlarını kendilerince tasavvur edip geliştirirler. Bu da bizi inkârcıların dahi –ateist veya materyalist olsalar da- bir tanrı tasavvuruna sahip oldukları düşüncesine götürmektedir. Soğana kutsallık ve uluhiyet atfeden eğitimli Fransızlardan yosuna aynı vasfı yükleyen Avustralyalı yerlilere veya ineğe, buzağıya, yontma taşa, heykele, insan eliyle yapılmış resme, ağaca, gök cisimlerine, esrarengiz ruhlara, meleklere, cinlere, şeytanlara tanrısallık atfedenlere kadar her insan eğer sahih bir kaynaktan bilgi edinmiyorsa, kendi zihinsel ve ruhsal yetilerini kullanarak bir tanrı tahayyül ve tasavvur eder. İşte bu tanrı fikrine veya tasavvuruna “yaratılmış tanrı (ilah-ı mahluk)” deriz.
Yaratma (halk) mutlak manada Allah’a mahsustur. “O en güzel ve en yetkin yaratıcıdır.” Yaratılan şey bir başka şeyden yaratılır. Bu anlamda insan da bir şeyi bir şeyden yaratır; ama “en güzel yaratıcı Allah’tır (Ahsenü’l hâlikîn)” (23/Mü’minun, 14).
İnsanın zihninde yarattığı tanrı ise bir tasavvur, bir tahayyüldür, herhangi bir hakikati yoktur. Söz konusu yaratma işleminde insanın kullandığı zihindir. Zihin, ya fıtri olarak Allah inancına sahih bilgiye (ilme) dayalı bir suret verir veya Peygamberin deforma uğramış tevhid tebliğini yeniden ve fakat yanlış olarak üretir. İnsan zihnince üretilen, tasavvur ve tahayyül edilen bütün tanrı inançları ve fikirleri “ilah-ı mahluk” hükmündedir. Uzak veya içkin tanrı ya da insan biçimci tanrı (Antropomorfizm) görüşlerinin tamamının kaynağını burada arayabiliriz.
Muhyiddin İbn Arabi bu zihinsel işleme “ilah-ı mu’tekad” adını verir. Yani inanılan, kendisine itikad edilen tanrı/ilah. Her insan Tanrı’yla ilgili şu veya bu bir tasavvura sahiptir. Bu gerçek dolayısıyla insan ancak zihninde geliştirdiği tasavvura göre Tanrı’ya yönelir. Buna göre İlah-ı mu’tekad “kulun kendi düşüncesiyle veya taklid ederek kalbinde yarattığı Hak veya inanılan ilah şeklinde belirir.” Bu zihinsel işleme İlah-ı mec’ul (kılınmış, var edilmiş ilah); el Hakku’l i’tikadî (inanca bağlı Hak); el Hakku’l mu’tekad fi’l kalb (kalbte inanılan Hak); el Hakku’l mahluk veya Hakku’l mahluk fi’l mu’tekad (inançta yaratılmış Hak) gibi isimler verilmiştir. Belki aralarında önemli nüanslar bulunmakla beraber, hepsini içine alacak kapsamda, sahih ilme dayanmayan tanrı tasavvurlarına “İlah-ı mahluk” demek daha uygun olur.
Yaratılmış tanrı tasavvurlarının tam bir dökümünü çıkarmak mümkün değildir. Sahih bir bilgiye dayanmıyorsa, aynı ve ayrı inanç/din sistemleri arasında tasavvurlar farklılaşır. Her tasavvuru yanlış görmek de mümkün değildir. Hadis kaynaklarında yer alan bir hadise göre “Ben kulumun zannı üzereyim” (Buhari, Tevhid, 15; Müslim, Zikir, 2) Bu hadisin bağlamı kişinin Kur’an ve Peygambere başvurmadan Allah’ı kendi zihninde tasavvur etmesi değil, yaptığı iyilikler dolayısıyla yüce Allah’tan ödül beklerken O’nun sonsuz cömertliğini, rahmet, lütuf ve ihsanını hangi geniş boyutlarda tasavvur ediyorsa, lütfunun öyle olduğu hususudur. Yani Allah’a yaraşır sıfatlarla insan Allah’ı nasıl nitelendiriyorsa, Allah o sıfatlara sahiptir. Fakat bu konuda da ihtiyatı elden bırakmamak lazım. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.) bir duasında şöyle buyurmuştur: “(Allah’ım!) sen kendini nasıl övdüysen öylesin.” (Müslim, Salat, 222)
Tarihteki tanrı tasavvurlarına göz gezdirdiğimizde insanın hep gazaplanan, öfkelenen, kinci, merhametsiz, sevgiden yoksun tanrı tasavvurunun öne çıktığını görürüz. Bu tanrı son derece kaprislidir; anlayışsız, despot-zorba özellikler taşır. İnsan veya hayvanların kendisine kurban edilmesini talep eder, ona kurban sunuldukça doymaz, tatmin olmaz, daha çok ister. Ona inanan ve bağlanan hangi iyi davranışta bulunursa bulunsun, ona bir ödül vermez, rahatlık vadetmez. İnsan doğasına aykırı taleplerde bulunur, aklın alamayacağı kurallar koyar; kurallarının ve taleplerinin çoğu vicdana ve selim akla aykırı olduğu gibi tabiatın geçerli kurallarına da aykırıdır. Ya bir kavmin / halkın inhisar altına alınmış tanrısıdır veya bir sınıfın ya da bir zümrenin çıkarlarını korur. Herkesin tanrısı değildir.
Tevhide dayanmayan bütün tanrı inançları ilah-ı mahluktur, bunun da en tipik modeli Samiri’nin altından döktürdüğü buzağıdır. Hz. Musa’nın tebliğe ettiği tevhidi reddeden İsrailoğulları –istisnaları hariç- kendi yarattıkları bir tanrıya ibadet etmeye başladılar. (20/Taha, 86-97.)
Sahih bir dinin öğrettiği ilme (besmele ve Fatiha) dayalı Tanrı ma’rifetinin ilk bilgisi şudur: “Allah Rahman ve Rahim’dir ve bütün alemlerin Rabbi’dir. Hamd O’na yapılır, sadece O’ndan yardım dilenir ve sadece O’na kulluk yapılır.”
Kaynak: turkishpost.net

