Necip CENGİL

Tarih: 24.08.2022 12:59

Umudu Yaşama ve Umut Olma Sorunumuz Var

Facebook Twitter Linked-in

Müslümanlar olarak “kitabi” bir toplumuz, sözlü gelenek değil bizi Kitap tanımlar.

“Siz, insanlar arasında, kendilerine hakkı ayakta tutarak adaleti yaşatmak sorumluluğu verilen bir topluluksunuz” denir.

“Siz insanlar arasından, iyiliği yaşamak ve yaşatmak, kötülüğe mani olmak için öne çıkması gereken, bunu yapınca adı en hayırlı olarak anılacak bir topluluksunuz” denir yine…

Bunlar iyilik yolunda insanlığa önder ve örnek olmayı hak eden Müslümanların öne çıkan nitelikleri değil midir?

Böylece “Siz insanlığa şahit (örnek) olasınız ve Allah’ın resulü de size şahit (örnek) olsun diye hayattaki yerinizi vasat/denge topluluğu olarak belirledik” denmiyor mu bize?

Bu ifadelerin ışığında aslında “siz insanlığın umudu olması gereken bir topluluksunuz” denmiş olmaz mı?

Ben böyle anlıyorum.

Ki insanlığın dibe vurduğu bir zaman diliminde, Allah’ın resulü Mekke’de ses vermeye başladığında bir umut doğuyor, zaman içinde insanlara yaşanılması ve kaçınılması gereken haller de açıklanıyordu.

Mesela aldatan “bizden” değildi.

“Namaz kılıyorsa bizdendir” diye bir kıstas icat edenlerin dikkat etmesi gereken hususlardan biriydi bu yani kimi ibadetlerin görüntüsüne rağmen aldatan bizden değildir.

“Yaptıklarıyla bir topluluğa benzeyenler” onlardandı.

 İslam’ın umut olan sesinden uzaklaşmış olurdu.

İslam adına ortaya çıkan biri insanlığın umuduyla oynayamazdı.

Savaşta öldürücü darbe anında bile olsa eman dileyene dokunulmaz, hiçbir canlıya işkence edilmez, bir nehrin kenarında dahi abdest alınsa nehrin suyu israf edilemezdi.

Abdest alırken nehrin suyunu israf etmeyen anlayıştan, şirket, şehir veya ülke hazinesinin başına geçince “israfı” hatırlamayan anlayışlara evrilen bir topluluk elbette umut olmazdı.

Umut olmak için nitelikleri yukarıda belirtilen bir topluluk olmak gerekiyordu.

“Şimdiye kadar hazineden filanlar faydalandı, şimdi sıra bizde” gibi bir anlayışla hareket edenler, yaptıklarıyla bir topluluğa benzeyenler artık onlardandır yani bizden değildir ilkesini göz ardı etmiş olurlar. Kamuyu sömürenlerin hepsi birbirlerindendir. Kiminin görüntülerinde ibadet ritüelleri, kimininkinde farklı haller, hepsi de adaletten uzak, kamuyu sömürür, milletin malını şahsi hazinesi gibi kullanır. Ve hiçbiri insanlığa umut olacak bir hal yaşamaz…

Kendilerine teslim edilen mesela bir yardım parasını, şirket veya bakanlık sermayesini (bütçesini) kendi nefislerinin sesiyle değerlendirenlerin bizden olmama noktasına gelebilmesi aynı zamanda bizim “umut olma” halimizi de yok etmektedir.

Seçimler kazanmak veya kaybetmek, para pul, mal makam kazanmak veya yitirmek sorun değil asıl sorun “umut olma halinden” uzaklaşma endişesini taşımaktır. Umutlarını söndürdüğümüz, söndüreceğimiz insanların hayal kırıklığını düşünebilmektir önemli olan.

Bu endişe hali yok olmaya başladığında hesap duygusu zayıflar.

Hesap duygusu zayıflamaya başladığında, günaha sürükleyen her işi, hali kendi helal hakkımız gibi algılamaya başlarız.

Bize teslim edilen kamu bütçesinden, yaptığımız ihalelerden özel formüllerle pay alma doyumsuzluğunu sağır sultan bile duymuşsa yeniden düşünmeliyiz. “Bize özel helal” formülleri sıradanlaşarak konuşuluyorsa, bu kendimizle birlikte umudu da tükettiğimizin ilanıdır. Bütün hassasiyetlerimiz mahşerde zaten bizden davacı olur ancak bütün yıkıcı etkilerini bu dünyada hep birlikte yaşarız.

Hassasiyetlerimiz yok oldukça, daha önce kızdıklarımıza, mesela “devleti soyuyorlar” dediklerimize benzemeye başlar ve “bir topluluğa benzeyenler onlardan olmuş olur” halini yaşarız, soyanlardan, israfı helalleştirenlerden oluruz. Fakat bu hal üzereyken bile “şekli ibadetlerimizi” kendimizi temiz göstermek için öne sürenlerimiz olur.

Yaşamadığımız veya ihmal ettiğimiz bir “umudu” nasıl anlatabiliriz.

Yaşamadığımız veya masallaştırdığımız bir “umudu”” nasıl temsil edebiliriz.

Yaşamadığımız bir “umudun” altında ezilirken veya biz o umudu ezerken nasıl umut olabiliriz.

Allah resulü umudu Mekke’ye taşıdığında ezilen erkekler ve kadınlar kendileri için ışığı görmeye başlamışlardı. Oysa bugün umut diye yola çıkan bizler, dinamitle yer altı sularına saldıran ve suyun giderek batmasına sebep olanlar gibiyiz. Işığı giderek uzaklaştırıyoruz. Umut ışığı projelerimiz ile değil umut yitiren gidişatımızla battığımızı konuşanların ne demek istediklerine kulak vermeliyiz.. Refah şımarıklığına kapılanlarımız var. Refah şımarıklığına kapılmak izah edilemez zulümlere sebep oluyor, bu zulmü normalmiş gibi görenlerimiz oluyor. Oysa “refah şımarıklığıyla hareket etmenin zulüm, zulmün ise helak getireceğini” okuyup duran bir topluluğuz.

Umut olma sorunu “aman sen de” diyerek geçiştirilecek bir konu değildir, geçiştirilemez. Böyle bir sonucun karşımıza çıkışı önemli oranda duruş ve tercihlerimizle ilgilidir diye düşünüyorum. Kimimiz güç kavramı girdabına atıyor kendisini; makamlar, kirli veya temiz ayrımı yapmadan çok para kazanma yolları, kadın erkek ilişkilerinde “özelinde kaldığını sandığı” kirlenme sayfaları… Oysa yapılanların hepsinin iki hesap günü var: Görevliler yapılanları yazılı ve görüntülü tutanaklara geçiriyor. Allah’ın hesap günü karşımıza çıkaracağı tutanaklar ve kirletirken (tabir caizdir dilerim) kullananların tuttuğu çetele… Kirleterek iş birliği yapanlar yolun bir yerinde işbirliğini sona erdirerek bütün kirleri deşifre eder. İşte o zaman, özellikle saf kitlenin yaşayacağı hayal kırıklığı aynı zamanda “din söylemi” adına ne varsa önüne katar götürür. Bu sürüklenme “umut olma” hayalini yok eder; “o gün her topluluk liderleriyle birlikte hesap gününe gelir” uyarısını dikkate almayanlar, kendileriyle birlikte kendilerine bağlananları da hesap günü zor alana çeker.

İyiliği inşa etmek bir süreç işiyken, inşa edileni yerle yeksan etmek anlıktır tıpkı helak sayhaları gibi… Yoksa biz helak sayhalarını inkârın getirisi olarak mı görüyoruz. Bilelim ki refah şımarıklığı ve zulümdür helaki getiren…

Din vurgusu ile öne çıkan bizlerin daha dikkatli olması gerekirken, umudu yok etmek konusunda, görünürde karşısında olduğumuzu vehmettiğimiz kesimlere benzeme mahareti sergileyebiliyoruz. Para ve makam gibi hırsların yaydığı fitneye mağlup olup kardeşlerimizi “öldürebiliyor”, karşımızda olduklarını düşündüğümüz kim varsa, kaba tabirle, harcayabiliyoruz. Biz birilerini harcadığımızı sanırken aslında umudu, umut olma halini yok ediyoruz. Neticede birilerimizin çok parası, güç devşirdiği makamları olabiliyor üstelik bu para ve makamların bizim için bir lanete dönüşebileceğini de düşünmeden, hırsımıza hırs katabiliyoruz. Bizi akıl ve inancımız değil hırsımız, zaaflarımız sürükleyip götürürken, araya din vurgulu söylemleri katarak temiz kaldığımıza kendimizi inandırmak istiyoruz. Hani Yusuf’un kardeşleri, ona zarar vermek için konuşurken, “yapacağımızı yapar sonra yine Salihlerden oluruz” diyorlar ya… Bütün Yusuf’ları kuyuya atıp, üzerlerini kapatırken, nasılsa yine döner Salihlerden oluruz vehmini yaşayabiliyoruz. Bu “kendimizi aldatarak” yok ettiğimiz umudu, umut olma halini yeniden düşünmemiz ve bütün kirlenmişlikleri yok ederek kendimize çeki düzen vermemiz gerekiyor.

Kimseyi suçlamaya mahal vermeden, bu topraklardaki bütün kirlenmişliklerin bizim fotoğrafımızı yansıttığını unutmayalım. Ve umut olma halini hep birlikte yok ettiğimizi…

 

Kaynak: Farklı Bakış


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —