ÜLKEMİZİN CİĞERLERİ YANIYOR
“Tarafı değil, yananı olalım.”
Ormanlar yanıyor. Ağaçlar, kuşlar, karıncalar, yavru sincaplar... Sessizce tükenen bir hayat, içten içe yanan bir ülke… Gerçekten de ülkemizin ciğerleri yanıyor. Biz ise çoğu zaman ekran başında, sosyal medyada veya sokakta sadece yangını seyrediyoruz. Bazen kınayarak, bazen suçu birilerine yükleyerek ama çoğunlukla susarak. Oysa bu suskunluk ateşi söndürmüyor. Tam tersine, kutuplaşmış diller bu yangına su değil, odun taşıyor. Felaketin partisi olmaz. Afetler siyasi görüşlerle yorumlanamaz. Alevlerin içine düşen bir serçenin hangi ideoloji umurunda olabilir?
Bu yangın hepimizin ortak acısıdır. Çünkü bir ülkenin ormanları, onun akciğeridir. Yakılan her orman, aslında yakılan her can, boğazımıza çöken her dumandır. Bu ateşin ucu sadece toprağa değil, bizatihi insana, toprağın öz evlatlarına değiyor. Hepimizi etkiliyor, hepimizi yaralıyor.
Peki ormanlar neden yakılıyor? Kimdir bu ateşi tutuşturanlar? Ve neden insanlar bu kadar hissizleşti? Tarih bize gösteriyor ki ateş, zalimlerin silahı olmuştur. Ashab-ı Uhdud’da insanlar sırf:“Rabbimiz Allah’tır!” dedikleri için ateşe atılmıştı. Nemrut, Hz. İbrahim’i tutuşturmak için büyük bir ateş hazırlamıştı. Ne hazindir ki o ateşi yakan da o ateşe atılan da aynı coğrafyanın insanıydı. Coğrafya aynıydı ama inanç farklıydı. Demek ki mesele mekân değil, iman meselesidir. Ateşi yakmak, kafirlerin geleneği oldu. Biz ise ateşi söndüren karıncanın yolundayız. O küçük karınca gibi, elimizdeki su ne kadar az olursa olsun, yönümüz belli: Ateşi söndürmek.
Bugün de görüyoruz ki bu karıncanın izinden gidenler var. Bir ormancı, bir itfaiyeci, bir gönüllü kadın, bir çocuk… Hatta yangına patileriyle ateşi söndürmeye çalışan bir köpek bile gördük. Her biri, bu çağın karıncalarıdır. Onlar ateşe karşı saf tutanlardır. Allah onların niyetine rahmet indirsin.

Fatih Sultan Mehmet Han’ın şu sözü kulaklarımızda yankılanıyor: “Ormanlarımdan bir dal kesenin başını keserim.” Bu söz bugün her zamankinden daha kıymetli. Çünkü ormanı korumak, sadece ağacı değil, insanı, canlıyı, toprağı, geleceği korumaktır. Ormanlar bize emanet, bu toprakların asli sahiplerine, yani tüm mahlukata aittir. Kimse bu emanete ihanet edemez.
Yangınla mücadele eden herkese minnettarız. Başta canını ortaya koyan ormancılarımız ve itfaiye görevlilerimiz olmak üzere, tüm gönüllüler, bu çağın isimleri bilinmeyen kahramanlarıdır. Onların taşıdığı her damla su, Allah katında bir rahmet vesilesidir.
Ancak bu yangınları sadece doğaya karşı işlenen bir ihanet olarak görmek yeterli değil. Aynı zamanda iç dünyamızdaki yangının da dışa yansımasıdır. Kalplerimiz de kurudu, sevgilerimiz de yandı, merhametimiz de küle döndü. Hepimizin içten bir tövbeye ihtiyacı var. Allah’tan diliyoruz: Ne ormanlarımızı ne de kalplerimizi yakma. Bize yeniden yağmur gönder. Gökten olduğu kadar kalpten de…
Bu ülkenin ciğerleri yanıyor. Ve bu ciğer, hepimizin ciğeri. Lütfen taraflara göre değil, yaralara göre konuşalım. Çünkü ateş, hepimizin üstüne yağıyor.
Şimdi artık sorumluluklarımızla yüzleşme vaktidir. Sadece afet zamanı değil, her daim doğaya karşı vefalı olmak, Rabbimizin bize emanet ettiği bu yeryüzüne merhametle yaklaşmak zorundayız. Unutmayalım ki Kur’an, doğayı sadece bir çevre olarak değil, ibret alınacak bir ayet olarak tanımlar. Toprağın, suyun, ağacın, rüzgârın, kuşun, arının, karıncanın Kur’an’da bir karşılığı vardır. Her biri bir mesajdır. Biz bu mesajları çözemediğimiz sürece hem yangınlar sürer hem de biz kendi içimizde tutuşmaya devam ederiz.
Felaketi izlemek kolaydır. Ekrana bakmak, yorum yazmak, paylaşımlar yapmak kolaydır. Ama yangının ortasında bir çift el olmak, ateşi taşıyan değil söndüren tarafta durmak, işte asıl imtihan budur. Rabbimiz Kur’an’da şöyle buyurur: “Kim bir canı kurtarırsa, bütün insanlığı kurtarmış gibi olur.” (5/ Maide, 32) O hâlde bir fidanı kurtarmak da bir can kurtarmaktır. Bir ağaç, bir kuş, bir orman, bir vatan demektir.
Evet dostlar, ülkemizin ciğerleri yanıyor. Sadece ormanlarımız değil, vicdanlarımız da tükeniyor. Bu yangını söndürmek için fiziksel müdahale kadar, toplumsal bilinç ve ahlaki duruş da gereklidir. Tarafgirlik, bu meselede bir utançtır. Ağaçlar yanarken taraf seçmek değil, su taşımak gerekir. Ne zaman ki yangını durduramıyoruz ama karıncanın niyetiyle yola çıkıyoruz, işte o zaman insanlığımızın izzeti ayakta kalır.
Şimdi sormalıyız kendimize: Hangi saftayız?
Ateşi yakanlar mı, söndürenler mi?
Suskun kalanlar mı, su taşıyanlar mı?
Allah'ım! Bize yangını değil, yağmuru nasip eyle. Kalplerimizi serinlet, dillerimizi doğrulukla ıslat, niyetlerimizi karıncanın duasına dahil eyle.
Ve unutmayalım: Bu ülkenin ciğerleri yanarken, hepimiz aynı bedende nefes alıyoruz. Ciğer yanarsa nefes tükenir. O hâlde nefesimizi, umudumuzu ve merhametimizi kaybetmeyelim.