Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Kevser Deniz


Tevessül Meselesinin Yeniden Okunması: Ölülerden ve Dirilerden Yardım İstenir mi?

Kevser Deniz'in yeni yazısı;


İbadet, dua ve kulluk anlayışının temel taşlarından biri olan tevessül, son yüzyılımızda belki de en çok tartışılan hatta yer yer bir kesim tarafından tekfire kapı aralayan bir kavram haline getirilmiştir. Kelime anlamı olarak “yaklaşmaya vesile aramak” olan tevessül, Kur’ân ve sünnette geçen meşru vasıta ve yöntemlerle “Allah’a ulaşma” anlamına gelir. Ancak, tarih sürecinde kavrama yüklenen çeşitli anlam katmanları ve farklı fıkhî-mezhebî görüşler, tevessül konusunun bazen çerçevesini bulanıklaştırmış bazen ise özellikle modern dönemde inkâr veya aşırı genişleme şeklinde iki uç yaklaşıma sebebiyet vermiştir. Son dönem Osmanlı ulemasından İmam Muhammed Zahid El Kevser’i (rh.a.) kaleme almış olduğu “Mahku’t-Tekavvul fî Meseleti’t-Tevessül” isimli eseri, tekfire kapı aralayan dindar(!) kesimin iddialarına gayet kapsamlı ve tatmin edici bir cevap niteliğindedir. Kitab’a/(Kur’an) ve Sünnet’in yanı sıra İslâm ulemasının muteber kaynaklarında yer alan örneklerle konuya açıklık getirmeye çalışacağız. 

Kitab’a gelince: “Ey iman edenler! Allah’tan korkun, O’na yaklaşmaya vesile arayın ve O’nun yolunda çaba harcayın ki kurtuluşa eresiniz”, mealiyle Maide suresinin 35. Ayetinde yer alan “…vesile arayın” cümlesidir. Vesile, manasının umumuyla amellerle ve şahıslarla tevessül etmeyi de kapsayan bir kavramdır. Söz konusu ayette geçen vesile kavramının, şahıslar vasıtasıyla yapılan tevessülü de kapsayıp kapsamadığı meselesine gelince; Hz. Ömer’ul-Fârûk (r.a.)’tan nakledildiğine göre, o, yağmur duasında Hz. Abbâs (r.a.) ile tevessül ettikten sonra şöyle buyurmuştur: “Bu, vallahi Allah Teâlâ’ya bir vesiledir.” Bu rivayet, İbn Abdilberr’in el-İstî’âb adlı eserinde de aynı şekilde zikredilmiştir. Hz. Ömer’in bu sözü, sahâbe döneminde şahısların duası ve makamı üzerinden tevessülün, Allah’a yakınlaşma yollarından biri olarak görüldüğüne işaret eden önemli bir delil mahiyetindedir. Bu yaklaşım, klasik tefsir metodolojisinde sıkça kullanılan “sahâbe pratiğiyle te’yid” yöntemine dayanır. 

Sünnet’e gelince: Delillerden biri, Hz. Peygamber’in (s.a.v) Osman İbn-i Huneyf (r.a.)’a öğrettiği hadisidir ki onda şöyle buyrulmaktadır: Bir âmâ adam Rasûlullah Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem'e geldi ve bana gözümün açılması hususunda afiyet vermesi için Allah Celle Celaluhu'ya dua et, dedi. Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'de istersen dua edeyim, dilersen sabret, bu senin için en hayırlısı olur, buyurdu. Adam dua et, dedi. Rasûlullah Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem güzelce abdest almasını ve şu duayı yapmasını emretti. "Ey Allah'ım! Ben Rahmet Nebisi, Nebin Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem ile senden istiyorum ve sana yöneliyorum. Ey Muhammed! (s.a.v.) Şüphesiz ki ben seninle hacetimi yerine gelsin diye, hacetim hususunda Rabbime yöneldim. Ey Allah'ım! Onun hakkımda şefaatçi yap..." Bu hadiste Nebi (s.a.v.) zatı ve rütbesiyle tevessül ve de gıyabında ona seslenmek vardır. Bu rivayetin sıhhati, hadis hafızlarından oluşan bir topluluk tarafından açık ifadelerle teyit edilmiştir. 

Nitekim Fatıma bin tu Esed (radıyallahu anha) hadisidir. Resulallah’ın (s.a.v.) “Nebi’n ve benden evvelki peygamberlerin hakkıyla anam Esed kızı Fatime’yi bağışla…” Bu hadislerden, ölüler ve diri peygamberler aracılığıyla yapılan tevessül arasında herhangi bir ayrım bulunmadığı anlaşılmakta olup, peygamberlerin yüksek rütbesi vesilesiyle gerçekleştirilen tevessülün meşru ve kabul gören bir uygulama olduğunu göstermektedir. Bir başka delilde Maliku’d-Dar hadisidir. Hadisin ibaresi şöyledir: Ömer İbn-i Hattab’ın (radıyallahu anh) hüküm sürdüğü bir sıralarda, kıtlık meydana gelmiştir. Bunun üzerine bir adam, Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem) kabrine giderek, ümmet için Allah’tan yağmur istemiştir. Daha sonra Peygamber rüyada bu kişiye görünerek ona Ömer’e selam söylemesini, yağmurun yağacağını bildirmesini emretmiştir. Bu hadise, Peygamber’in kabirden yapılacak tevessüle müsaade ettiğini, Rabbine duada bulunduğunu ve O’ndan bir şey isteyeni bilmekte olduğunu ayrıca sahabelerden kimsenin de buna bir itirazda bulunmaması açısından mühim bir delil niteliğindedir. Bu hadis dirilerle ölüler arasında hiçbir farkın bulunmadığına dair bir nasstır. Bu durumu, Aleyhisselatü Vesselam Efendimizin vefatından önceki dönem ile sınırlamak, nefsin arzusundan kaynaklanan bir daraltma ve taraf olan hadisin nassını tahrif ve tevil etmeye yönelik bir yaklaşım olacaktır. Böyle bir yaklaşım, rey ile sahih ve açık bir sünneti iptal etmeye teşebbüsten başka bir şey değildir. Nitekim İmam Fahreddin er-Râzî, Allâme Saduddîn et-Taftazânî, Allâme Seyyid Şerîf el-Gürcânî ve diğer birçok akaid âlimi, akaid meselelerindeki müşkülatlarda müracaat edilen büyük şahsiyetler arasında yer almaktadırlar. Bu âlimler, diri veya vefat etmiş olsun, peygamberler ve salihlerle tevessülün caiz olduğunu açıkça ifade etmişlerdir. Ümmet, iman, küfür, tevhid, şirk ve ihlâs ile yapılan ibadet konularında onlara danışmaya devam etmişken, söz konusu âlimlere, kafirlere ibadet etmeye veya Allah’a şirk koşmaya teşvik ettikleri yönünde iftira atılması, hiçbir meşru gerekçeye dayanmayan bir itham niteliğindedir ve bu ciddi bir ilmî ve ahlâkî sorumsuzluk örneğidir. İmam Taberani ile ilgili konu üzerinde delil olacak başka bir rivayet de şöyledir. Ben, Taberani ve Ebu Şeyh Medine-i Münevvere'de bulunuyorduk. Vakit bizi sıkıştırdı, o günü aç geçirdik. Yatsı vakti olunca ben Resulullah’ın kabrinin yanına gittim ve ''Ey Allah'ın Resulü aç kaldık'' dedim. Taberani ''bana otur'' dedi. Bu şikayetinden sonra mutlak bir yerden ya rızık veya ölüm gelir dedi. Sonra ben ve Ebu Şeyh ayağa kalktık. O esnada kılık kıyafeti nedeniyle Hazreti Ali evladından olduğu düşünülen bir adam kapıyı çaldı. Ona kapıyı açtık. Beraberinde iki genç vardı. Yanlarında iki sepet dolusu yiyecek bulunuyordu. Bize dedi ki ''Beni Nebiye (s.a.v.) şikâyet mi ettiniz?'' Onu rüyamda gördüm, bana size bir şeyler getirmemi emretti. Eğer yardımın Allah’tan geldiğini bilerek kabirden yardım istemek şirk ise İmam Taberani ve beraberindekiler şirke mi girmiştir? Tevessülü reddedenlerin itirazları genellikle nassların literal veya yüzeysel yorumuna dayanmaktadır; oysa klasik usul âlimleri, nassların muhtevasını, maksat ve şer‘î sınırlarını dikkate alarak yorumlamış ve tevessülün şirke düşmediğini ortaya koymuşlardır.

En baştaki sorumuza dönecek olursak; bütün yardım ve kudretin yalnızca Allah’a ait olduğu bilinerek, kabirlerde bulunan müminlerden, hayatta olan salih kimselerden veya nebî ve velîlerden Allah’ın izniyle yardım ve aracılık talep etmek caiz görülmektedir. Bu yaklaşım, tevessülün şer‘î sınırlar içinde meşru bir ibadet ve vesile arayışı olduğunu ortaya koymaktadır. Bu yazılanlarda sırf ötekinin berikinin hatasını bulmaya ve hasmını ne olursa olsun yenmeye çalışmayan herkes için yetecek bilgi ve delil vardır…Vesselam…

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR