- “Bu rivayetler (yani Ehl-i Beyt’in faziletlerini anlatan rivayetler), onların Allah tarafından hilafete atandıklarına işaret etmiyor! Yalnızca onların fazilet sahibi insanlar olduklarını bildiriyor!”
Denilebilir ki; peki hal böyle iken, Şii alimler hangi nedenle onların dünyevi işlerde de imam olduklarını öne sürerler?
Nedeni şudur: Halife Osman’ın öldürülmesi meselesinde, ilk önce Osman’a “hilafeti üzerinden at” dediler! Osman ise, Ebu Bekir ve Ömer’in hilafına ilk olarak şu düşünceyi öne sürdü:
“Allah’ın bana giydirdiği o elbiseyi (hilafeti) ben nasıl üzerimden çıkarıp atabilirim!”
Bu sözü ilk söyleyen Osman oldu! Onun dışında hiç kimse böyle bir cümleyi sarfetmemiştir! Oysaki Ebu Bekir, ilk hilafet makamına oturduğunda şu sözü demişti:
“Siz beni bu işe (hilafete) seçtiniz, ama ben sizin en hayırlınız değilim!” Hatta Ömer bile Osman’ın dediğini dememiştir!
Ebu Bekir’in ya da Ömer’in “Ben Allah tarafından tayin edilmiş bir halifeyim” gibi söylediği söze dair elimizde herhangi bir kaydımız mevcut değildir! Yalnızca Osman’ı öldürmek istediklerinde Osman bu sözü söyledi, sonra da Kur’an okumaya devam etti, halk da toplanıp onu öldürdü o kadar!
Osman’dan sonra Emeviler onun bu sözünü kendileri için kullanmayı adet haline getirdiler ve: “Biz Allah’ın yeryüzündeki halifesiyiz!” demeye başladılar! Yani yalnızca “Resulullah’ın halifesiyiz!” demediler, “Allah’ın da halifesiyiz!” dediler. Nitekim Muaviye’de Osman’ın o sözünün başka bir versiyonunu kullandı! Topladığı feyleri (bütçeyi) kendi zevkine göre harcayıp; “mal, Allah’ın malıdır ve ben de Allah’ın halifesiyim” diyerek o malları istediği şekilde kullanabileceğini ima etti! Nitekim naklettiklerine göre, ilk önce Muaviye’nin yaptırdığı “Yeşil Saray’a”, sahabenin önde gelenlerinden biri olan Ebu Zer (r.a) itiraz etti ve “bu mal Müslümanların malıdır, neden Allah’ın malıdır diyorsun? Sen Allah’ın halifesi değil Müslümanların emirisin, bunlardan sorumlusun Allah’tan sorumlu değilsin” diye ona ilk isyan bayrağını o dalgalandırdı! Muaviye ise ona verecek cevap bulamadı!
Daha sonraları Osman’ın o söylediği söz, değişik ifadelerle beyan edildi. Örneğin halifeler kendilerine “Zillullah/ Allah’ın yeryüzündeki gölgesi” unvanını kullandılar. Bu unvanlarla ilgili de birçok rivayetler uydurup halkın içerisinde yayıp durdular!
Şii alimler de boş durmadılar, onlara itirazlarda bulundular, onların Allah’ı temsil etmediklerini söylediler! Onları Allah tayin etmedi dediler! Allah’ın Ehl-i Beyt imamlarını tayin ettiğini öne sürdüler! Yani Şii alimler, Ehl-i Beyt imamları gibi “dinin imamlarını”, Osman’ın ölümünden iki-üç asır sonra “dünyevi imamlara” terfi ettirdiler! Yoksa imamların kendileri, aynen imam Ali gibi hepsi de kendilerini “dünyevi hilafete” daha layık görmelerine rağmen, hiç biri de “biz Allah tarafından bu işe tayin edildik” gibi bir iddiada bulunmadılar! Böyle bir sözü söylememeleriyle birlikte, ameli olarak da bunu (hilafeti) reddettiler!
Örneğin Muhtar Sakafi gelip İmam Zeynel Abidin için ona hilafeti teklif etti. Çünkü elinde büyük bir askeri güç vardı! Buna rağmen İmam onun o teklifini reddetti. İmam Bakır ve İmam Cafer Sadık ta hilafeti reddettiler. Yani Abbasilerin devrim hareketinde baş vezir olan Ebu Seleme’nin elçisi gelip İmam Cafer Sadık’a onun ordusuyla birlikte emrinde olduğunu ve kendisine biat etmek istediğini söylediğinde, İmam onun o teklifini reddedip geri çevirdi! Elçisiyle birlikte gönderdiği mektubunu da elçisinin gözleri önünde ateşe atıp yaktı!
Yine Abbasi halifesi Me’mun er- Reşit de İmam Rıza’ ya ısrarla gel hilafeti teslim al gibi bir teklifte bulunmasına rağmen, İmam kabul etmedi! Yine “gel veliaht ol” teklifinde bulundu, İmam bu teklifi de kabul etmedi! Dolayısıyla imamlar, kendi makamlarının “dine imam” olduğunu biliyorlardı. Fakat Şii alimler, Sünniler ile Kelamî cedelleri neticesinde her biri delillerini artırıp kendi mezheplerinin hak olduğunu ispat etmek için yoğun bir şekilde mücadele verdiler! Yoksa imamlardan gelen sözlere ve onların sîretlerine bakıldığı zaman, onların “dini imam” ile “siyasi imam”ın arasında fark koydukları görülmektedir!
Dünyevi liderlik olan hilafet, insanlar içindir. İnsanlar ise Sakife’de Ebu Bekir’i hilafete seçtiler! Burada, işin içinde herhangi bir icbarilik yoktu! Çünkü onların ne ordusu vardı ne de polisi! Yani onlar, askeri bir darbeyle iktidarı ele geçirmediler! İki-üç kişi Sakife’ye gittiler, Sakife’de toplananların arasında tartışma çıktı, iki saatlik münakaşadan sonra halk toplanıp Ebu Bekir’e halife olarak biat ettiler! Yani Ensar da ona biat etti. Genel itibariyle herhangi bir askeri darbe ve ölümle tehdit de söz konusu olmadı!
Son olarak şunu söylemeliyim:
Şehit Seyit Muhammed Bakır es-Sadr “Velayet Etrafında” isimli kitabında konuyla ilgili bir takım “akli deliller” getirmiş ve şunları söylemiştir:
Hilafet konusuyla ilgili önümüzde üç yol vardır:
- Ya Nebi’nin seçim işini insanlara bıraktığını söyleyeceğiz!
- Ya birini bu işe (hilafete) tayin ettiğini kabul edeceğiz!
- Ya da diyeceğiz ki, Nebi bu işi (hilafeti) “şura” ya bırakmıştır!
Desek ki Nebi bu işi (hilafeti) insanlara bıraktı, bu görüş makul değildir! Zira davası için 23 yıl zahmet çekmiştir! Aklı başında her insan bir inkılap yaptığında kendinden sonra, kendisini temsil edecek birini mutlaka yerine bırakmış olur! Nebi gibi büyük akıl sahibi birinin bu azamette bir devrim yaptıktan sonra kendine bir halife tayin etmeden çekip gitmesi düşünülemez! Yani bu denli önemli bir işi insanlara bırakmaz! Bu, makul değildir!
Şayet desek ki Nebi bu işi “şura”ya bırakmıştır! Aynen İran gibi orada da Hıbregan Meclisi vardır! Bilindiği üzere bu meclis lider vefat ettikten sonra onun yerine halifeyi tayin ediyor! Örneğin İmam Humeyni vefat ettikten sonra onun yerine Hamene-i’yi seçtiler, Hamene-i’den sonra da onun yerine başka birini seçeceklerdir!
Kanaatimce bu ihtimal da doğru değildir! Çünkü, kendi yerine halife atasınlar diye bir şura teşkil ettiğine dair Nebiden, bir tek rivayet bize intikal etmiş değildir!
Geriye bir tek görüş kalıyor, o da “Nebi’nin kendinden sonra yerine bir şahsı halife ve vasi olarak tayin etmesi hususudur!” yani söylediğimiz o üç ihtimal içerisinde bir tek son ihtimal doğrudur ve bunun doğruluğunu kanıtlayacak elimizde el- Gadir (Sakaleyn) vs. gibi hadisler mevcuttur! Bu hadisler bize, Nebi’nin kendi yerine birisini tayin ettiğini söylüyorlar!”
İşte Seyyid M. Bakır es-Sadr buna; “İmam Ali’nin hilafetine dair akli deliller” demiştir!
Ben diyorum ki akıl, şehit Sadr’ın söylediğinin aksine hükmediyor! Örneğin Nebi’nin şu zamanımızda yaşadığını farz edelim! Ona desek ki ey Nebi, şayet birisi gerçekleştirdiği devrimini ve kurduğu sistemi korumak isterse, acaba aklen halk içerisinde sevilmeyen ve tutulmayan birini kendine temsilci karar kılıp onu getirip sistemin başına mı koyar, yoksa halk tarafından sevilen ve tutulan birisini mi kendinden sonra kendine halife (temsilci) olarak tayin eder?
Yani Hz. Peygamber (sav) vefat ettiğinde kaç kişi İmam Ali’nin yanında yer almış ve onunla birlikte olmuşlardı? Acaba onlar 4 kişiden fazla mıydı?
Peki bu 4 kişi ne yapabilirdi? İmam Ali’nin karşısında Emevi, Kureyşli vs. gibi birçok kabileler vardı ve hepsi de İmam Ali’yi sevmiyor ve ondan nefret ediyorlardı! Çünkü Tevhit-Şirk savaşında onlardan kiminin babası, kiminin dayısı, kiminin kardeşi, kiminin yeğeni, kiminin amcası ve kiminin de amcası oğlu vs. İmam Ali tarafından onun kılıcıyla öldürülmüştü! Araplardaki adete göre aşiretten birini öldürdüğünüzde, onun kanı alınmadan o aşiretin gönlünün sizinle düzelmesi mümkün değildir! Çünkü cahiliye örfü böyledir! Bu durum Nebi’den önce, onun zamanında ve Nebi’den sonra, hatta günümüzde dahi aynen öyledir!
Şayet bu hususu bir örneklendirme üzerinden açacak olur isek, daha iyi anlaşılmış olur:
- “Örneğin, bir şirketinizin olduğunu düşünün! Binlerce çalışanı vardır. Şirket sahibi olarak sizin uzunca bir yolculuğa çıkmanız gerekir! Ya da vefatınızdan sonra şirkete bir vasi atamak istiyorsunuz! Çünkü büyükçe bir şirkettir, binlerce kişilik çalışanı ve dünya çapında ürettiği ağır işleri vardır! Çalışanlarının tümü olmasa da büyük bir kısmı mümin, işin ehli, ihlaslı ve takvalı insanlardır! Fakat tek bir kardeşiniz vardır! O da o şirketin işlerini çok iyi bilmesine ve o işlerin uzmanı olmasına rağmen o binlerce kişiden yalnızca üç veya dört kişi hariç kimse onu sevmiyordur!
Kardeşinizin dışında şirketteki her şeyi kardeşiniz kadar iyi bilmese de fakat her kesin çok sevdiği bir mühendis de vardır! O da senin şirketi kurduğun günden beri seninle kader birliği yapan samimi arkadaşlarından biridir! Senin şirketinde çalışan herkes onu seviyor! Kimsenin onunla herhangi bir düşmanlığı da yoktur! Peki aklen o şirketin sahibi kendinden sonra yetkiyi/temsilciliği bunlardan hangisine vermelidir? Acaba o üç veya 4 kişinin sevdiği ve diğerlerinin sevmediği kendi kardeşine mi vermelidir? Şayet vermiş olur ise, o binlerce çalışan isyan çıkarıp bütün işleri bozma ve şirketi batırma ihtimali de olabilir! Hatta kardeşi olan zat, o mühendisten daha işin ehli olsa dahi, onun şirketin başına gelmesi, işleri daha da berbat edebilir! Çünkü şirket çalışanları sizin kardeşinizden değil de o mühendisten daha memnunlar!
Tekrar soruyorum: Şirketin sahibi, o şirketinin başına aklen hangisini koymalıdır? Şayet Mühendisi koymalıdır derseniz, ben de derim ki, halk da o mühendis misali Ebu Bekir’i kendi başlarına seçmişlerdir! Nebi’nin yerinde olsaydım ve imam Ali’nin üstün bir şahsiyet, işinin ehli, ihlaslı biri olduğunu bilmeme rağmen, fakat halk onu sevmediği için bundan (halkın sevdiğini onların başına atamaktan) başkasını yapmazdım! Yani aklen şirketin devam etmesini istediğim için nasıl ki yönetimi mühendise bırakmam gerektiğini biliyor isem, ya da en azından çalışanların kardeşimi sevmediklerini bilmemden dolayı o mühendisi onların başına koymam icap ediyor ise, en alt seviyeden “dindarlığı” hatırına burada da Nebi olarak kendinden sonra, halkın sevmediği birini kendi yerine tayin etmemesi gerekirdi! Çünkü yönetim halk ile ayakta durur! Halk olmaz ise yönetim de olmaz!
Farz ediniz ki İmam Ali’yi hem Allah hem de Nebi bu işe tayin etmiştir. Nebi’den sonra da onun halifesi
Peki onlarla savaştığı taktirde, savaşı kiminle sevk ve idare edecekti? Yani İmam Ali’nin komutasında kim savaşa katılacaktı? Kureyş kabileleri mi onun emri altına girecekti?
Kureyş, Ebu Bekir’in yönetimine mutlaka yardımcı olurdu, fakat Ebu Süfyan gibi kalben tam manasıyla iman etmeyenler İmam Ali’nin yönetimine destek olur muydu? Çünkü İmam Ali, Tevhit-Şirk savaşlarında Ebu Süfyan’ın kayın biraderi ile kardeşini de öldürmüştü! Peki Ebu Süfyan Kureyş’in lideri değil miydi? Dolayısıyla İmam Ali, arkasında duran o 4 kişi ile bu kadar kalabalık olan aşiretlere ne yapabilirdi?
Ebu Bekir’in arkasında en azından 10.000(on bin) kişilik Kureyş kabilesi vardı. Yani Resulullah’tan hemen sonra İmam Ali, İmam Hasan ve İmam Hüseyin öldürülselerdi, putperestlik yeniden hortlamaz mıydı? Biraz gerçekçi olur isek, bizler bile şayet o dönemde yaşıyor olsaydık ve İslam’ı korumak isteseydik, İmam Ali’yi hilafetten menetmemiz gerekirdi! Çünkü her kes İmam Ali’ ye düşmandı! Onun iktidarı döneminde “Cemel”ciler gidip ona karşı askeri devrim gerçekleştirmek istemediler mi?
Evet, Osman’ın öldürülmesinden sonra, önceki neslin çoğu ölüp dünyasını değişmiş ve yerine yeni bir nesil çıkmıştı! Bu nesil Nebi’den 25 yıl sonra dünyaya geldi ve Tevhit-Şirk savaşlarını görmediği için, İslam’ı seven bir nesildi! Halk, İmam Ali’nin geçmişteki müşrik dedelerine yaptıklarını unutmuşlardı! Bu yeni nesil İmam Ali için pek de fazla bir düşmanlık gütmüyorlardı! Bundan dolayı da İmam Ali’ ye biat etmişlerdi! Durum böyle olmasına rağmen, yine de Cemel savaşı gerçekleşti! Yani 25 yıl sonra 4 kişi değil 10.000 kişi İmam Ali ile yönetimi kurdular. Buna rağmen İmam Ali’ ye karşı ahdini ve biatini bozanlar, yine de sahabeler oldu! Talha, Zübeyir, Muaviye vs. Cemel savaşını oluşturdular ve sonrasında da Sıffin ve Nehrivan savaşları ortaya çıktı! Dolayısıyla, şayet bir insanın 4 kişiden başka beraberinde kimsesi olmazsa, karşı tarafın rahat duracağını düşünmek saflık olur! Onlar zaten zorla İslam’a girmişlerdi! İçlerinde büyük kinler taşıyorlardı! Aradan 60 yıl geçtikten sonra Yezit, İmam Hüseyin’in öldürülmesini, Bedir ve Huneyn savaşlarında öldürülen müşrik dedelerinin intikamı olarak nitelendirmiyor muydu?
Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz:
Hilafet meselesinin dip derinliklerine indiğimizde, Sünni ile Şia’nın arasındaki bu ihtilafın temelinde gerçek bir neden söz konusu değildir! Ve varmış gibi gözüken ihtilaflar bir hayalden ibarettir!
Gerçek şu ki İmam Ali, “dinde İmamdır!” Onun takvasında, Allah’a ve Resulüne yakınlığında hiçbir şüphe yoktur! Hatta Sünniler dahi bunu itiraf ediyorlar! Yani Kuran’ı tefsir etmede, fıkhi hükümlerde, dini konuları anlama ve izah etmede ve bunun gibi diğer konularda İmam Ali, sahabe içerisinde en üstün olandı! Nitekim Peygamber de bu hususa şöyle dikkat çekmiştir: “İçinizde en güzel gazavet yapan Ebi Talip oğlu Ali’dir!” Onun bu durumları Sünni Müslümanlar nezdinde de sabittir! İmam Ali’nin dini faziletleri asla inkâr edilemez! Bununla birlikte Ebu Bekir, Ömer ve Osman’ın da halifeliklerinin meşru olduğunu söylememiz gerekir! Dolayısıyla artık onlara hakaret etmenin ve lanet okumanın hiçbir nedeni yoktur! Onlar hilafeti gasp etmemişlerdir! Müslümanlar hilafeti Ebu Bekir’e vermişlerdir! Ebu Bekir de bu hilafet ile mürtetlerle savaşmıştır! İmam Ali de olsaydı aynen onun yaptığını yapacaktı! Fakat İmam Ali’nin mürtetler ile savaştığında zafer elde edeceğini zannetmiyorum! Çükü Kureyş, Halit b. Velid’in komutasında Ridde savaşına girişip onlara karşı zafer elde etti! İmam Ali ise hem yönetimin (devletin) merkezinde durup hem de savaşı komut etmesi doğru olmazdı!
Peki İmam Ali kimin komutasında bu savaşı yaptıracaktı? Halit b. Velid’in komutasındaki yaptıracak değildi! Çünkü Halid, aralarındaki rekabetten dolayı onun komutasına girmeyecekti! Ta Hz. Nebi döneminden onların arasında rekabet vardı! Halid, İmam Ali’yi kıskanıyor ve ona karşı düşmanlık besliyordu! Hatta kimi rivayetler Gadir Hum toplantısını Halid b. Velid ile İmam Ali’nin arasında vuku bulan bir hadiseye dayandırıyor! Kimi rivayetlere göre onlar, bir cariye yüzünden kavgalılardı! Halid’in çadırına almak istediği cariyeyi İmam Ali çadırına almıştı! Böylece de aralarında nifak çıkmıştı! Gelip durumu Nebi’ye şikâyet etmişlerdi. Nebi de Müslümanları Ali hususunda ikaz etmek için: “Ben kimin mevlası isem, bu Ali de onun mevlasıdır!” diye buyurdu! Yani “ey Halid, ey falan, ey filan! Siz kiminle didiştiğinizin farkında mısınız? Ben kimin dostu isem, bu Ali de onun dostudur!”
Netice olarak birkaç şeyi söylemek isterim:
Birincisi:
- “Kur’an ve rivayetlere bakıldığında, tüm bu kaynaklar bize şunu gösteriyor; “dinen, aklen ve şer’an dünyevi imamet olan “hilafet”i tayin etme konusu, Müslüman halka ait bir konudur!
İkincisi:
Kuran’da geçen ayetler ve Nebi’den nakledilen rivayetler bütünüyle, İmam Ali’nin faziletine işaret ediyor ve onun sahip olduğu faziletlerin de bütünüyle “dini faziletler” olduğunu vurguluyor! Diğer bir ifadeyle; ayet ve rivayetler, İmam Ali’nin, “dinde İmam” olduğuna işaret ediyor!
İmam Ali’nin hilafetiyle ilgili elimizde tek bir rivayet vardır ve onda da Nebi (sav), İmam Ali’ye şöyle buyuruyor:
- “Ey Ali! Benden sonra benim halifem ve varisim sensin!”
Peki bu sözü Nebi ne zaman söylemiştir?
Bakıyoruz ki biset’in ilk yıllarında bu sözü söylüyor! Hadisçilerin dilinde buna “Hadis-i Dar” denir! Yani Nebi bu hadisi söylediğinde, arkasında duracak hiç kimsesi yoktu! Dolayısıyla kendi aşiretini toplamıştı, onlara bir takım yiyecek ikramında bulunduktan sonra: “Kim bu işte (yani İslam dinini tebliğ etmede) bana yardımcı olursa, benim varisim ve benden sonra halifem o olur” demişti!
İmam Ali’den başka hiç kimse ayağa kalkıp da “ben sana bu işte yardımcı olurum” dememişti. Peygamber (sav) bu sözünü 3 kere tekrar etmesine rağmen, her üç defasında da İmam Ali kalkıp o cevabı vermişti! O dönemde de İmam Ali, 12 veya 14 yaşlarındaydı! Sonunda Nebi İmam Ali’ye “benim bundan sonra vasim ve halifem sensin” dedi! İşte “halife” ve “vasi” isminin geçtiği bir tek rivayet budur!...

