Afrika… Güneşin en parlak, insanının en bedbaht, yüreklerin en fazla sınandığı kara kıta…
Yüzyıllardır sömürünün, çatışmaların, kaosun ve gözyaşının eksik olmadığı bu topraklar, dışarıdan gelen zalim ellerin merhametsiz hesaplarıyla şekillendi. Emperyal güçlerin bitmek bilmeyen hırsı, Afrika’nın zenginliklerini sömürürken geride acı, yoksulluk ve umutsuzluk bıraktı. Bugün Sudan’da yaşanan vahşet, aslında iki yüz yıldır süren bu kara tarihin kanlı bir devamıdır. Afrika, insanı kadar talihi de kara bir coğrafyadır. Aşiretlerin, Kabilelerin, farklı dillerin ve kültürlerin bir arada olduğu bu topraklar, bir yandan çok sesliliğin beşiği olurken; diğer yandan örgütsüzlüğün ve dağınıklığın bedelini ağır bir şekilde demiştir. İşte bu yüzden, daha planlı ve acımasızca örgütlenen kolonyalist güçler için Afrika her zaman cezbedici bir ganimet olmuştur. Londra’nın, Paris’in, Roma’nın görkemi; Afrika’nın alın teriyle, köleleştirilen mazlumların kanıyla yoğrulmuştur.
Batı, bu utanç verici tarihsel geçmişine rağmen iştahını hiç kaybetmedi. Sömürgelerden çekilmiş gibi görünse de, Afrika’nın damarlarına sinsice nüfuz eden postkolonyalist varlığını hep sürdürdü. Kimi zaman kardeşi kardeşe düşman etti, kimi zaman kabileleri silahlandırdı. Ruanda’da, Nijerya’da, Kongo’da, Nijer’de, Sudan’da… Her defasında aynı senaryo, aynı acı, aynı gözyaşı… Kontrol edemediği bölgeleri cetvelle böldü, halkları birbirine düşman etti. Bugün Sudan’ın yaşadığı trajedi, bu kirli hegemonik planların en güncel yansımasıdır.
Sudan 1956’da bağımsızlığını kazanmasıyla beraber, ne yazık ki özgürlüğün tadını çıkaramadan yeni savaşların içine sürüklendi. Kuzey ve güney kabileleri arasında süren çatışmalar binlerce can aldı. 1972’de savaş bittiğinde geriye yalnızca yıkılmış köyler ve kasabalar, açlıktan kurumuş bedenler ve yetim kalan çocuklar kaldı. Barışın kısa sürdüğü o yıllarda Sudan yeniden ayağa kalkmaya çalışırken, emperyalistler bir kez daha harekete geçti. 1983’te patlak veren yeni savaş, 2005’e kadar sürdü.
Batı, Hıristiyan nüfusun yoğun olduğu güney kabileleri destekledi; İngiltere başta olmak üzere birçok ülke, bölgeye silah ve lojistik yardım sağladı. Sonunda 2011’de Güney Sudan ayrıldı.
Afrika’nın kalbi bir kez daha bölündü, umutlar bir kez daha paramparça oldu. Zengin petrol yatakları, verimli tarım arazileri artık Batı’nın kontrolündeydi. Güney Sudan’ın altını, petrolü ve umudu ellerinden alınarak Batı’nın vampir şirketlerine ve kasalarına taşındı.
21. Yüzyılın ilk çeyreğinde bu karanlık tablo içinde bir ışık doğdu: Türkiye. 2011’den sonra Türkiye, Recep Tayyip Erdoğan liderliğinde “kazan–kazan” anlayışıyla Afrika’nın yüreğine dokunan bir dostluk eli uzattı. Sudan’la geliştirilen kardeşlik, sömürüye değil, dayanışmaya dayanıyordu. Türkiye, çıkar için değil, insanlık için oradaydı. Bu duruş, Batı’yı ve Suudi Arabistan’ı rahatsız etti. Çünkü Türkiye’nin adil yaklaşımı, onların yıllardır kurduğu çıkar düzenini sarsıyordu. Hele ki Osmanlı’nın mirası Sevakin Adası’nın TİKA tarafından restore edilip 2017’de Türkiye’ye tahsis edilmesi gündeme gelince, Kızıldeniz’deki planlar bir bir bozulmaya başladı. Suudileri kendileri için sebze ve meyve deposu olarak konumlandırdığı Sudan’daki güçlü bir yönetim kendi çıkarlarını sarsacak bir hal alacağı endişesi ile Sudan’daki muhalifler çevre ülkelerden Suudilerin organize ettiği askeri ve lojistik destekler almaktadır. Bunun yanında Ortadoğu’nun baş belası ABD’nin gayri meşru veledi İsrail’in Nil’den Fırat’a kadar olan bölgede istikrarsız parçalanmış devletçikler peyda etme sürecinin önemli bir arenası Sudan olmuştur. İsrail’in bu planlarına ve dinsel ütopyasına başta ABD olmak üzere tıpkı Gazze’deki katliamda olduğu gibi batılı dostları da destek vermektedir.
Tüm bu çıkarların gölgesinde Türkiye uzun yıllardır başta insani yardımlar olmak üzere Sudanlılara askeri eğitimler, modern tarımı teknikleri, ülkenin kendi ayakları üzerinde durmasını sağlamak için çaba sarf etti. Nil’in bereketini Sudan toprağına yeniden kazandırmak için araziler kiralandı, iş birlikleri kuruldu. Ama bu çabayı çıkar gözüyle bakanlar anlamadı. Onlar için Afrika hâlâ bir pazar, bir maden ocağı, bir laboratuvardı . Oysa Türkiye için Sudan kardeşlikti. Aynı secdeye baş koyan, aynı kıbleye yönelen mazlum bir halktı. Geçmişten günümüze Sudan’da hiçbir emperyal güç o halkın onuru için orada değildi. Ama Türkiye, Müslümanlığın getirdiği sorumlulukla, “insan” olmanın gereğiyle hareket ediyor. Her insani yardımda, her türlü diplomatik girişimde bulunarak Afrika’nın artık müstemlekelerin oyun sahası olmaktan çıkarmaya çalışıyor.
Artık İslam coğrafyalarında bir avuç çıkarcının hırsı uğruna mazlumlar ölmemeli, kadınlar kirli savaşların bedelini ödememeli. İslam beldelerinde süren bu sessizlik, ümmetin vicdanını yaralıyor. Cetvelle çizilmiş sınırların yeniden belirlenmesine izin veremeyiz; çünkü her çizgi, bir annenin duasını, bir çocuğun geleceğini, bir milletin onurunu paramparça etmekten başka bir problem getirmiyor. Bugün birlik, vahdet, her zamankinden daha önemli bir görev bizler için. Modern Haçlıların yüzyıllardır yaşadığımız coğrafyalardaki zulmüne karşılık uyanık ve tetikte olmalıyız. Kur’an da belirtildiği gibi; “Onlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve savaş atları hazırlayın. Onlarla Allah’ın düşmanını, sizin düşmanınızı ve bunlardan başka sizin bilmediğiniz fakat Allah’ın bildiği diğer düşmanları korkutursunuz. Allah yolunda her ne harcarsanız karşılığı size tam olarak ödenir. Size zulmedilmez.” İlahi buyruğu her yönüyle hayatımıza, nizamımıza ve duruşumuza nakış nakış işlememiz gereklidir. Birliği, dirliği sağlayamadığımız her saniye emperyalistlerin hayalleri daha da büyüyor; biz küçülüyoruz. Sudan’ın, Somali’nin, Filistin’in, Doğu Türkistan’ın ve daha nice zulmün yaşandığı coğrafyalardaki çığlık aslında hepimizin çığlığıdır. O yüzden kardeşlerimizin yanında olmalı, elimizden geleni değil, gerekeni yapmalıyız. Çünkü sustuğumuz her mazlum sesi, bizi Yaradan’ın huzurunda sorumlu kılacaktır. Afrika’nın kara toprağı belki çok acı gördü ama hâlâ umut yeşeriyor orada. Yeter ki o umudu söndürmeyelim, yeter ki bir kez olsun çıkar değil vicdan kazansın diye var gücümüzle dünyadaki hegemon güçlere karşı her türlü mücadeleyi vermeliyiz.

