Sait ALİOĞLU

Tarih: 26.05.2025 12:02

“Sınırsız Dayanışma”da “yeniden” Suriye’yi “konuşmak…

Facebook Twitter Linked-in

Kurucuları ve yürütücüleri arasında Kadir Bal’ın bulunduğu; sokakta yaşayan, evsiz ve bir umutla ülkesini  bırakıp bu topraklara adım atan, ama pek de o aradığı umudu bulamayan, çoğunluğu da kara Afrika’nın kara yazılı insanının mekânı olabilmek için faaliyet gösteren “Tarlabaşı Dayanışma” hareketi, bir müddet sonra adını “Sınırsız Dayanışma olarak değiştirip kaldığı yerden çalışmalarına Fatih’teki mekânında devam etmektedir.

Bu dayanışma hareketi, bu kez, Suriye’de devam eden iç savaş döneminde oradan ülkemize mülteci olarak gelen, çoğunluğu da eğitimli genç çocukların kendilerini “toplım nezdinde” ifade edebilecekleri, hatta ettikleri mahal olarak iyi ve hayırlı” bir işe imza atmış olmaktadır.

Burada, iyi’den kasıt maddi düzlemde “söylenmesi, konuşulması, tartışılması ve bir sonuca bağlanması” gereken konuların sebep ve sonuçlarını anlamaya yöneliktir.

Hayır’a gelince ise, bu konu “ilgilisi tarafından” izahtan varestedir!

Sınırsız Dayanışma, acizane olarak, bizi bu mekâna, yine 8 Ocak öncesinde –2024 Eylülü olabilir- Suriye ile ilgili olarak düzenlenen bir form’a katılmak için davet edilmişti.

Bizde “… çağrıldığın yere erinme” diyerek, o nazikçe yapılan davete icabet edip düzenlenen forum’a bir arkadaşla birlikte katılmıştık.

Konu, Suriye ve yine Suriye’nin entelektüel seviyesi bir hayli yüksek gençlerinin “yaşanmışlıkları içeren” anlatımları çerçevesinde devam etmişti.

O güne dek Suriye ile ilgili birçok makale, birkaç kitap okumuş, oraya dair konuşmaları dinleme sadedinde bulunmuştum.

Okuduklarımdan ziyade, kulağıma çalınan konuşmaların bir kısmının gerçeklik barındırdığı, gerçekliğe yakın, ya da gerçeklikten uzak bir de birçok saikten dolayı spekülasyon içerdiği de “yine” izahtan varestedir.

Gerek geçen yılki konuşmalar, gerekse de birkaç gün önce (24.05.2025) yine Suriyeli genç çocukların konuşmaları arasında az da olsa bir fark vardı.

O da, “dinlediğim” ilk konuşmalar yapıldığında, Suriye’de var olan rejimim değişeceğine dair bir işaret, karine yoktu; olması da birçok sebepten dolayı düşünülemezdi. bir defa…

O ortamda, umut sahibi olmak, Suriye insanı için gerekli “bir ilaç” olacak olsa da, hem var olan rejimin (Baas) bilinen, görünen durumu, hem de onun yerine geçeceği varsayılan gücün/güçlerin nasıllığından ziyade, ne durumda olacakları, ne yapacakları, ne yapabilecekleri, ya da neyi tamamlayıp neyi de eksik bırakacakları hususunda, kafalarda soru işaretleri vardı.

O soru işaretleri, Baas’ın yerine geçen yapı adına, halen, zihinlerdeki varlığını korumaktadır. En azından bizim için!

İkinci kez katıldığım ve Suriye ile ilgili olarak başta tarih olmak üzere orada var olan edebi çalışmalar, kitap yayıncılığı, kültürel yapı, sinema gibi konuların devamı sayılan –sanırım son program olacaktı-“Suriye “101” konulu forumda büyük oranda inşaat alanı gibi yeniden yapılaşmaya yönelik görüşlere yer verildi.

Program başlarken, Kadir Bal, bir incelikte bulunarak, prporamın başında, kendi sesinin ve görüntüsünün canlı olarak kayda alınması ve bunu da, birkaç gün önce report edilip Suriye’ye gönderilen mülteci hakları savunucusu Taha el-Gazi’ye programla ilgili kaydı göndererek ona sürpriz yapmış oldu.

Taha el-Gazi gibi gayretkeş bir insanın report edilmesi de bizim ayıbımız olarak hafızalarda yerini alacaktır. Bu da acı bir şey olsa gerek…

“Aklın yolu birdir kabilinden, Suriye iç savaşı başladığı günden itibaren, Türkiye’nin komşularına ikram edebileceği(!) en önemli kalemlerde olan inşaat işi ile ilgili resmi ve gayr-i resmi birçok çevrede konuşmalar olmuş, görüşler belirtilmiş; hatta Suriye’yi “yeniden” inşaya yönelik plan ve projelerinde elde tutulduğu izahtan varestedir.

Bir yerlerin maddi anlamda”  yıkılması, hercümerce uğraması normalde pek istenmeyecek olsa da, olduğu takdirde, “pamuk eller cebe”nin zıddı şeklinde, önce kağıtlar üzerinde bir şeyler yazılır, çizilir, envanter çıkarılır, onay beklenir ve alınacak onay sonrasında ihale kime çıkacaksa, o bu işe dört elle sarılır ve işin gereği yapılır!

Suriye’de, birçok alanda olduğu üzere, inşaat alanında da yeniden yapılanma söz konusu olacaktı. Zaten, buna yukarıda, kendi inşaat anlayışımız üzerinden temas etmiştik.

İnşaat alanında yapılanma nasıl olacaktı; İslam medeniyeti bağlamında, geçmişin güzellikleri ile günümüzün konuya dair güzelliklerinin bir halitası (alaşım) şekline mi; yoksa salt ranta dayanan; yerel, bölgesel ve küresel alanda cari olan kapitalist bir bakış açısıyla mı olacaktı; bu konuda, biz her ne kadar halitaya işaret edecek olsak da, ibrenin, maalesef kapitalizmden, hatta onun küresel versiyonunun maalesef söz konusu olacağı öngörülebilir.

Bizde uygulanan, içeriği boş ve taklide dayalı kapitalist kalkınma ve inşaat modeli…

Bu konu, orada gündeme geldi Suriyeli bir katılımcı, “bizim bu şekilde bir inşaat işini kabul etmememiz gerekir” ifadeleri bağlamında TOKİ’nin Suriye’de inşaat işine gireceği konusunda var olan endişeleri dile getirdi.

O ifadelerden şunu anladık, o da, TOKİ’nin, böyle davranacak olmasının Suriye şehirlerinin kimliğini olumsuz anlamda değiştirebileceği endişesi idi.

Hatta, o kurumun bir kamu kurumu olması hasebiyle halkı önceleyeceğine, piyasada faaliyet gösteren ve çok kazanmayı önceleyen bir yapıya evrildiğine dair endişeler konuşmalara yansımış oldu.

Forum’a katılan Suriyelilerin önemli bir kısmı, birçok medya kurumunda, kuruluşunda, onların Arapça editörlüğünü yapan gençlerden oluşuyordu.

Onlar, yayınları Suriye’ye ve Suriye’den Türkiye ile dünyaya ulaştırmaya çalışıyorlardı.

Onlar, Suriye’nin Arap, Kürt ve Çerkez etnik gruplarına mensup olup, Halep, Hama, Humus, Rakka ve başkent Şam gibi şehirlerinde ikamet eden ailere mensuptular.

Onların bir kısmı, 8 Ocak sonrasında, “oralarda ne olup ne bitiyor?” vb. soruların cevabını sahada arama adına; bir zamanlar mülteci sıfatıyla terk etmek zorunda kaldıkları memleketlerine gidip gelmişlerdi.

O forumda, Türkiyeli dinleticilerden “orada nasıl bir rejim kuruluyor, ne yapmak istiyorlar?” diye pek bir soru sorulmadığı için, konuyla ilgili net bir bilgi elde edilememiş oldu.

Sadece, işin vahametine yönelik, HTŞ yönetimi tarafınsan atanan bir belediye başkanını, -Dürzilerin genelini kapsamayan--bir Dürzi grup tarafından  kaçırılması üzerine, mevcut yönetimin o grupla, onların –daha doğrusu Dürzilerin- isteklerinin karşılanması sonrasında, kaçırılan belediye başkanının serbest bırakıldığı belirtildi.

Bu olay gösteriyor ki, HTŞ rejimi Şam kırsalında dahi kontrolü tamamen ele alıp güven ortamını bir türlü oluşturamamış!

Formun katılımcılarına bir de Suriye’nin, “bundan sonra” uygulanacak olan rejiminin mahiyeti hakkında bir soru yöneltilmediği için, konu “şimdilik” kapalılığını korumaktadır. Belki de, böyle bir soru sorulacak olsaydı da, -katılımcılar açısından-halen mülteci olduklarından dolayı, kesin bir fikirleri henüz oluşmamış olabilirdi.

Normalde, bu tür konular, onları ilgilendirecek olduğu halde, rejimin mahiyeti, öncelikle bizim gündemimize girmiş bulunmaktadır. “Suriye Arap Cumhuriyeti” yerine, kavmi, dini, mezhebi, kültürel ve sosyal alanda var olan ülkenin tüm renklerini kapsayıcı mahiyette düzenlenmesi gereken bir şekilde “Suriye Cumhuriyeti” olarak tescil edilmesi pek gündeme gelmedi.

Elbette, katılımcıların her konuda olduğu üzere belli bir fikirleri olduğu düşünüldüğünde, bu konuda da belli, ya  da belirginleşebilecek fikirleri var olacaktır; doğru, ya da yanlış…

Bizim fikrimiz sorulacak olsa, inşaat alanında kapitalist bir kalkınma modeli yerine, İslam kültürüne  dayalı, günümüze dair birçok iyi ve güzel uygulamayı da içerecek olan farklı bir konsept aliyu’l-âlâ olacaktır.

Ankara’dan “tevafuken, Mazlumder Genel Başkan Yardımcısı ve Ankara Şube'nin kurucu ve emektarlarından ayrıca medya alanında da faaliyet gösteren  www.hertaraf.com editörü sayın Ali Dalaz bey ile yine aynı şubenin yöneticilerinden olan eğitimci yazar Orhan Göktaş bir vesileyle foruma katımlı oldular.

Bu arkadaşlardan önce, yine Mazlumder’in önceki dönem Genel Başkan Yardımcısı ve Diyarbakır Şube başkanlığı görevini deruhte etmiş bulunan ve şimdilerde İstanbul’da ikamet eden Av. Nesip Yıldırım bey de  görüşleriyle programa katkı sunmaya çalışmıştı.

8 Aralık’ta vukubulan rejim değişikliği sonrasında İslamcı cenahtan epey kişi Suriye’ye gidip oralarda bir müddet kalıp gözlemlerde bulunmuşlardı.  Bu gidenlerin büyük bölümü “Baas sonrası” dönemde yönetimi deevralan HTŞ’nin elde ettiği söylenen “zaferini kutlamak için” orada bulundukları bilinmektedir.

Öyle ki, büyük oranda hakikatten ve var olan realiteden ve kapalı kapıla ardında kotarıldığı “artık” ayan, beyan ortaya çıkan küresel ilişki biçimlerinden bakıldığında, gafil durumda bulunan ve İslamcılık ile Selefiliği aynı potada erittiği (daha doğrusu karıştırdığı( gözlemlenen zevatın, illa da zafer kazanmışlar gibi davranışları görülmektedir.

Ali Dalaz’da konuşmasının bir yerinde Suriye’ye gidiş amaçlarının, orada olan biteni bir “zafer havasında” görmek isteyenlerden farklı olduğuna vurgu yaparak, orada, tüm kalemlerde ayağa kalkmak için, kısa vadede on yıl, uzun vadede ise otuz küsur yıla ihtiyaç duyulduğunu; Suriye gibi bir ülkenin ayağa kalkabilmesinde otuz yılın pek de uzun bir süreç olmadığının altını çizdi.

Bu türden tespitler daha reel ve içtenlikli olup, işe “zaferci bir mantıkla yaklaşmaktan” daha evladır diye düşünebiliriz.

Programda yapılan sunumlar, her bir kendi yanında birçok değeri barındırmakta olup, orada oluşan kardeşlik havası da görülmeye değerdi. 

Rabbim, dayanışmalarımızı hak ve adalet adına daim kılsın diyelim… Amin, inşallah!


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —