"Ehl-i kitaptan öylesi vardır ki, kendisine yüklerle mal ve altın emânet etsen onu sana eksiksiz geri verir. İçlerinden öylesi de vardır ki kendisine bir dinar para emânet etsen, tepesinde dikilip durmadıkça onu asla geri vermez. Bunun sebebi: 'Bizim gibi bir kitaba sahip olmayan ümmîlere yaptığımız haksızlık yüzünden bize bir günah yoktur' demeleridir. Halbuki onlar, bu Allah hakkında bile bile yalan söylemektedirler."
(Âli İmran, 75)
Bir diğer inanışları da "Armegedon Savaşı" (İslam literatüründe "Kıyamet Savaşı"); buna göre, bir Yahudi için savaşın gerçekleşeceği Kudüs civarında bulunmak ve son görevini yerine getirmek, en büyük ibadettir.
İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra kur(du)ulan İsrail'e bütün dünyadan Yahudilerin göç et(tiril)mesi de bu inançlarının gereğidir.
Filistinlilerin evlerine, tarlalarına zorbalıkla el koyan ve onları (gerekirse öldürüp) evlerinden eşyalarıyla birlikte attıktan sonra işgalciyi def etmenin gönül huzuruyla "baba ocağı"na çöreklenen devlet destekli eli silahlı "sivil yerleşimciler"in beyinlerini ve ruh hallerini ancak bu kodları çözebilenler anlayabilir.
Sivil Filistinlileri taradıktan sonra dans edip şarkı söyleyen; Tevrat’tan ayetler okuyup şükreden; taşla vura vura on yaşındaki bir Filistinli çocuğun kollarını kıran İsrail askerini de; bir tek çocuğun üstüne çullanıp boğazını sıkarak öldüren İsrail polisinin ruh halini de; ağlama duvarında bunlar için dua eden haham/sivil/asker Yahudi ve Evangelist Hristiyanlarn beyin kodlarınıı da ancak bu bakış açısıyla çözümleyebiliriz.
Pergelimizin ayağını biraz daha açıp; akıl, vicdan ve merhametten yoksun inancını fanatizm seviyesinde tek doğru kabul etmiş bir insan, kendi dışındaki herkesi "kafir" veya "suçlu" olarak gördüğü anda ve bir şeyi kendisi için "helal" ve "mübah" addettiği anda; adalet, merhamet, şefkat duyguları da ona paralel şekilleniyor ve tarafsız bir gözün "zulüm" olarak gördüğü bir davranışı, o kişi, en büyük "sevap" olarak tanımlayıp aşk ve şevkle icra edebiliyor.
Bir Müslüman'ın Kurban keserkenki İbrahimî tavrı, mesela...
Bir askerin "Allah Allah" nidaları eşliğinde düşman hattına ölümüne koşarkenki İsmailî teslimiyeti...
Bir Haçlı askerinin, hamile bir bayanın karnını deşerek çıkardığı bebeği mızrak ucunda sallayarak dans ederkenki neşesi...
Bir Hindu'nun babasının cesedini bir ibadet aşkıyla yakarkenki ruh hali...
Bir balıkçının, milyonlarca balık ağlarda/teknede çırpınarak can verirken neşeyle türkü çığırması...
Bir avcının, çantasına/ kemerine bağladığı onlarca kekliği sallandıra sallandıra hava atarak eve dönerken dünyanın en kahramanı edasıyla yürümesi...
Bir kızın kendi iradesiyle karar vererek gerçekleştirdiği bir sevgi eylemi (zina)
'Töre'ye göre baba veya erkek kardeş/abi tarafından infazını gerektirirken, aynı eylem ailelerin anlaşması sonucu kaynanaların kapı önünde nöbet tuttuğu gözetimli bir odada olunca altın kemer, gerdanlık ve beşi birlikle ödüllendirilmesi..
Mahallesinde yırtmaçlı etek giyen bir kadına/kıza çevresi farklı gözle bakıp hakkında olumsuz kanaat oluşurken; zihin dünyasına format atıp plaj ahlakı devreye girdiğinde aynı kişinin avuç içi kadar üç parça bezle kumların üzerinde sereserpe güneşlenmesinin yadırganmaması, hatta gerekli görülmesi; uzun şortla denize girmeye kalkanların ise plaj ahlakına riayet etmemelerinden ötürü "görevliler"ce uyarılıp bölgeden uzaklaştırılması...
Atalarımız akıllı adamlarmış ve "ümmî" olmalarına karşın çok iyi edebiyatçılarmış.
Mektep sıralarında "dirsek çürütmüş", yaptığı hataları düzeltebilmek için tonlarca "mürekkep yalamış" edebiyatçıların sayfalar dolusu yazarak anlatamadığı meramını bir cümlelik "söz", iki kelimelik "deyim" ile nesiller boyu silinmemek üzere "kafamıza kazıyıp", "beynimize çakmışlar".
Şimdi bu yazıyı bir "ata"mız divit'e alsaydı bu kadar "kendini parçalamak"tansa tek bir "söz"le konuyu "bağlar"dı:
"Şeriatın kestiği parmak acımaz!"...