İnsanlık tarihi içerisinde, insanların, hemcinsleri tarafından köleler haline getirilmesine karşı en büyük cevap, meydan okuma ve o minvalde mücadele etmek için ittihaz eden büyük anlatılar söz konusu olmuştur.
Bu büyük anlatıları; dinler ve ideolojiler olarak iki ana gruba ayırabiliriz.
Her ideoloji, kendini, müntesipleri açısından, kendisinden sadır olduğu düşünce ve ona uygun olgular üzerinden okunduğunda, insanlığa “mutlak anlamda” bir şeyler verdiği düşünülür.
Kapitalizmin, sözde tün insanlar adına, o da elde edileceği savlanan bir zenginlik üzerinden üretimi baz aldığı, ama salt artık değer ürettiği ve bununla patron ile işçi arasında telafisi imkansız maddi bir dengesizliğin oluştuğu vasatta; başta ekonomi olmak üzere hemen her alanda tek alternatif olarak ileri sürülmesi, oluşan hayal kırıklığı ile birlikte büyük anlatılar sınıfına girdiğin görmekteyiz.
Karl Marks’ın oluşumuna etki ettiği Marksizm düşüncesinin öncesinde var olan ve toplumculuk” anlamına gelebilecek olan sosyalizm’de, onu oluşturan ve ona gönül verenler tarafından büyük anlatı olarak değerlendirilmektedir.
Keza, kendi muadili Avrupa ülkelerinin başlatmış olduğu sömürgecilik katarına, kendi ülkesel bütünlüğünü oluşturduktan sonra katıldığı için “geç sömürgeci” olarak tanımlanan Almanya’nın, başta insan ilişkilerinde ve Alman toplumunun dünyaya bakış açısını yansıtan yönüne dayandığından dolayı bir “Alman” ideolojisi” olarak vasıflandırılan Marksizm’de kendine “büyük anlatı” içerisinde yer bulur.
Keza demokrasi ve özellikle de insan hakları bağlamında ele alınıp bir değerlendirmeye tabi tutulacak olan liberalizmi, her ne kadar “kapitalizmin sırıtan yüzü” olarak tanımlamış olursak olalım- bunda elbette haklıyız- bugün dünyanın gelmiş olduğu duruma bakıldığında, -iyi, kütü; doğru yanlış- neredeyse hayatın her alanında liberalizm imdadımıza yetişiyor!
Dedik ya; “doğru, yanlış.” Bugünün dünyasında geçmişin “dediğim dedik, çaldığım düdük” kabilinden aklına esen her şeyi yapabilme gücünü kendinde bulamayan dikta mantaliteli “devletli yapıların yerine, yüzü Batıya dönük olup kendini ancak liberalizmin kurtaracağına inanan ya da aslında inanmadığı halde inandırılan, inandırılmış bulunan devletle, her sabah uyanıklarında Batı’ya bir göz atıyorlar.
Düşünün, Selefi bir kökenden gelen ve yine batı tarafından ayartılıp Suriye topraklarına hakim kılınan Ahmed el-Şara yönetiminin dahi seyr û seferleri doğuya değil de batıya yönelik oluyor.
Gerisini siz düşünün!
Buraya kadar anlatmaya çalıştığımız büyük anlattılar kabilinden, aralarında bariz farklar bulunmasına rağmen, her biri lineer bir çizgi üzerinde hareket edip ilerleyen ilerlemeci batı düşüncesinin itkisiyle oluşan ve insanı ve toplumları yönetme istidadı içerisinde bulunan seküler ideolojilerden, büyük anlatıyı esas alan formlardan elde geldiğince bahsetmeye çalıştık.
Bunların yanında, mantığı gereği komünizmin bir başka versiyonu olan, ideolojik katılığa ve sertliğe sahip bulunan; hemen her milliyetçi söylemi etkileyen, yer yer onunla anılan ve kendisin tevdi edilen esas görevi icadı “vahşi” kapitalizmin kanlı ideolojisi sayılan faşizmde aynı minvalde değerlendirilmeyi hak eder.
Kapitalizm, terkisine liberalizmi alarak tün dünyada; komünizm –imam esaslarının temelini oluşturma şartıyla- sosyalizm adı altında Rusya’da, onun peyki olan ülkelerde, Çin’de uygulandı.
Bu seküler ideolojilerin, onu ister içselleştirsinler, ister işi kılıfına koyup uygulasınlar, bu anlatıların kendilerini toplumsallaştırma adına demokrasi ile şu ya da bu şekilde belirgin bir ilişki biçimi olduğunu da belirtmiş olalım…
Demokrasi, İslam’ın öngördüğü, ama yüzlerce yıldır bir türlü ele alınıp bir form’a kavuşturulmayan şura ile kıyaslandığında, işin, insanların yönetilme-yönetme (yönetişim) arzusu istikametinde oluşan ve büyük oranda maddi donelere dayanan demokrasin, kendisinden iyi bir formun ortaya çıkarılamayacağı güne kadar kullanılışlı bir ideoloji olarak kalacağı izahtan varestedir.
Buna göre; demokrasi, sosyalist demokrasi, liberal demokrasi, sosyal demokrasi, milliyetçi demokrasi ya da “İslam demokrasisi” kalıbında adlandırılmaktadır.
“Şimdilik” kaydıyla diyelim; komünizm, dolayısıyla sosyalizm bir kenarda duruyor. Doğası gereği vahşi iken “insancıl” olmaya ve bu yüzünü korumaya çalışan kapitalizm, terkisine liberalizmi alarak, aynı zamanda, zemin ve zemin farkını da gözeterek yer, yer faşizmden de yaralanarak varlığını sürdürüyor. Belki de, ona alternatif olup hayatın tümünü kuşatacak külli bir dünya görüşü çıkmadıktan sonra bu oyun devam edecek.
Gelecek ne gösterir şimdiden bilinmez, ama başta ABD olmak üzere barıda birçok ülkede kapitalizmin “gülen yüzü” olan liberalizmin, kendi doğasından kaynaklanan özgürlükçü yönü Trump ve Macaristan’da Orban, Rusya’da Putin vb. gibi otokrat liderler açısından tehlikeli bulunmaktadır.
Bunun bir yansımasın da son dönemde maalesef ülkemizde de uygulanmaya çalışılıyor. Biz, ideolojik saiklerle liberalizme karşı olsak da, otokrasi adı altında –zahiren temelinde toplumsal bütünlüğü sağlama niyeti ve amacı yatsa da- uygulanmak istenen bir sitemin hayırhah olmadığını bilmemiz gerekir.
Bu saydığımız seküler temelli büyük anlatılar ile İslam kıyaslaması yapmak yerine, ne Osmanlı’da olduğu gibi “devleti kurtarma”,ne kendine muhafazakâr bir ideolojiyi uygun gören mevcut iktidara destek mahiyetinde olmadan, “aklın yolu birdir” fehvasın gereği, o seküler temelli büyük anlatıların içerisinde insanlık adına diri duran doneleri, İslam’la değil, İslamcılıkla meczederek yeni bir yol ve yöntem oluşturulabilir.
NOT: İnşaallah gelecek yazımızda İslamcılığın, “dün, bugün ve bugünden yarınlar için yapabileceğimiz, ortaya koyabileceğimiz çabalar üzerinden büyük anlatı olup olamayacağına dair aklımıza düşe(bile)cek olanları kaleme almaya çalışacağız.