Mehmet ŞEREFOĞLU

Tarih: 26.01.2021 23:36

Said Çekmegil ve Ercüment Özkan’ın Sohbetine Tanıklığım

Facebook Twitter Linked-in

Said Çekmegil amcanın mekanının önünde, ikindi vakti muhabbeti güzel olurdu. Ercüment Özkan mihmandarı ile Said amcayı ziyarete gelmişti. Tabi bende komşu olduğum için bazen misafirlerinin muhabbetine iştirak ederdim.

Bin dokuz yüz doksan dördün sonu ya da doksan beşin başıydı. Malatya’da Büyük Çarşı diye esnafı olduğum tatlı bir iş hanı var. Orada M. Said Çekmegil amcayla komşuyuz. Aramızda bir işyeri var.

Ercüment Özkan’ın vefatından yaklaşık bir ay önceydi. Said amca kapının önündeki boşluğa birkaç sandalye çıkarmış bir şeylerle meşguldü.

Ercüment Özkan mihmandarı ile ziyaret için gelince ben de muhabbete katıldım. Said amca muhabbetin ilerlemesine doğru Ercüment Özkan’ı sıkıştırmaya başladı.

Said amcanın mekânı beş-altı metrekare tatlı bir büro. Derme İlkokuluna bakan geniş pencerenin önünde koridora sadece onun bürosu baktığı için kapının önüne, rahat koltuğunu çıkarır kendisine gelen yayınları okurdu.

Üstad Çekmegil, geceleri sabaha kadar çalışmalarını sürdürdüğünden sabah namazından sonra istirahat eder öğlen sonrası Büyük Çarşı’ya gelirdi.

Büroya geldiğini bizim işyerinin önünden geçerken verdiği selamdan anlardık. O dönem layka fotoğrafçılık işi ile uğraşıyordum. Said amca gençliğinde bir fotoğrafçı ile komşuluk yapmış o yüzden fotoğrafçılık-rötuş vb. kavramlara aşinaydı ve hatta seviyordu. (Gerçi biz o işyerini açmış olmamıza rağmen suret çekimi caiz mi değil mi? Tartışmalarından çok da isteyerek işimizi yapmıyor hatta vesikalık dışında boy fotoğrafı çekmemeye çalışıyorduk).

Geniş koltuğunun üzerine serdiği küçük el dokuması halıyı aynı zamanda namaz kılmak içinde kullanan Said amca namaz vakti yeri müsait olduğu için, bazen hemen seccadesini serer namazını kılardı.”

İkindi namazı vakti olmuştu. Said amca Ercüment Özkan’a: “Hadi bize namaz kıldır” dedi.

Ercüment Özkan abdestli olmadığını söyledi. Tabi Büyük Çarşı doksanlı yılların şartlarında çok tatlı bir iş hanıydı. Temiz bir abdest alma yeri mevcuttu. Tabi iki tane mescidi de olmasına rağmen Said amcanın mekânının önü müsait olunca namazı bazen orada kılardık.

Tabi Said amca ısrar ederek abdest alabileceği temiz bir mekânın yerini tarif etti. Ancak Ercüment Özkan rahatsızlığı nedeniyle orada namaz kılmak istemediğini ısrar ediyordu.

Ercüment Özkan ile Said Çekmegil amcanın Ankara Fikir Kulübü ve Saatçi Musa ağabeyin mekânından zaten iyi tanışık olduklarını ve Said Çekmegil’in bazen o mekânlarda Ercüment Özkan’ın da dahil olduğu bir grup insana bazen seminerler verdiğini ve muhabbetlerinin/samimiyetlerinin iyi olduğunu daha sonra öğrendim.

Said amca bir genç öğrenci ile konuşan bir tarzda davranırken Ercüment Özkan gayet saygılı ve mütevazı bir tavır takınarak bir üstadı ile sohbete devam ettiğinin bilincindeydi.

Ercüment Özkan elindeki ilaç poşetini gösterip rahatsız olduğunu namazı daha sonra kılacağını söylemişti.

Said amca abdest almak için imkânların çok iyi olduğunu, mutlaka abdest alıp bizlere namaz kıldırmasını ısrar ile ifade etmeye devam ediyordu.

Said amcanın ısrarlarıyla baş edemeyeceğini anlayan Ercüment Özkan kullandığı ilaçları gösterip “aldığım idrar söktürücü ilaçlar nedeniyle çamaşır değiştirip öyle namaz kılıyorum” demişti.

Said amca muhabbete iyice ısınmış Ercüment Özkan’ı sıkıştırdıkça sıkıştırıyordu.

Namaz ile ilgili Said Amcanın ısrarı geride kalırken başka meşhur bir konuya geçiş yapmıştı.

“Sen sahabelere neden hakaret ediyorsun?” diye Ercüment Özkan’a sert sayılabilecek çıkış yaptı.

Ercüment Özkan sahabelere hakaret etmediğini o günkü müşrik toplumda kullanılan bazı cümleleri kullandığını bir örnekle anlatmaya çalışmıştı.

Said amca “İbn-i Mesud’a neden iki deveyi güdemeyen adam” diyerek hakaret ediyorsun demişti.

“Said ağabey ben sahabeye hakaret etmiyorum. İbn-i Mesud’a hakaret etmiyorum. İbn-i Mesud o kadar ufak tefek bir fiziki yapıya sahipti ki Mekke’li müşrikler ona iki deveyi güdemeyen adam demişler. Ben sadece o tabiri kullanıyorum. Yani hakaret kastım yok” diyerek kendini savunmaya çalışıyordu.

Vefatından yaklaşık bir ay önce Malatya’ya gelip Said Çekmegil’i ziyaret eden Ercüment Özkan sert bir eleştiriye uğramıştı.

Gerçi Ercüment Özkan daha öncede Malatya Birlik Vakfındaki bir seminerinde şimdi bürokrat olan genç bir liseli öğrencimizin “sen sünneti inkâr mı ediyorsun?” diye çok yüksek bir ses tonu ile sert eleştirisine uğramıştı. Yani Malatya şartlarında Ercüment Özkan ağabeyi iki üç defa dinleme imkânım olmuştu ve hepsinde de kendisine yapılan eleştiriler gayet sert idi. Birlik Vakfında da yükselen tansiyona karşılık Ramazan Keskin Hoca sözü almış eğer vakıf yöneticileri münasip görürlerse haftaya Ercüment beyin söylemlerini değerlendiren bir seminer vermeyi teklif etmişti. Vakfın sanırım başkanlığını yapan Naci Şavata ağabey yönetim kurulu ile o an göz göze gelip hemen önümüzdeki hafta Ramazan Keskin hocanın seminerini ilan etmişti.

Konu sıkıntılı bir konu olmasına rağmen M.Said Çekmegil ve Ercüment Özkan gibi iki bilge insanın gayet mâkul bir üslupla konuşuyor, birbirlerini incitmeme nezaketini gösteriyorlardı.

Yirmili yaşların ortasına yaklaşan benim için böyle bilinen değerlerle muhabbet edebilmek onların üsluplarına şahit olmak büyük bir kazançtı. Said amca doksanlı yılların başında Malatya şartlarında yirmi beşe yakın yayın takip ediyordu ve kendisi öğleden sonra mekanına geldiği için bazen o yayınları alıp takip etme imkânım oluyordu. Çoğunlukla eleştirici misafir ve eleştirel konular olsa da bu tartışmaların önemli bir kısmına şahit oluyor ve bazen bir kısmına katılıyordum.

Said amca eleştirilerimizden ya da sivri söylemlerimizden rahatsız olmaz ya da bunu bize hissettirmezdi. “Fikir Kulübü’ndeki tartışmalara yirmi yaşın başında tıfıl bir delikanlı olarak katılıyor ve sert eleştiriler yapabiliyordum. Acaba bir sonraki gün Said amca işyerimizin önünden geçerken bana nasıl davranacaktı. Çünkü önceki akşam ona gayet sert sözler söylemiş sayılırdım. Ancak o öğlen sonrası gelişinde yine o tatlı tebessümü ile “komşu” diye selam verip mekânına geçerdi.  

Beni misafirlerine tanıtırken “komşum ancak hiç anlaşamayız” derdi. Bizi eğitirdi. Ben kendisine “hocam nasılsın” diye sorduğumda “ben talebeyim” derdi böyle de mütevazı bir kişiliğe sahipti. Delilsiz konuştuk mu perişan olurduk. Öyle üzerime gelirdi ki onunla konuşurken delilini bilmediğim konuda beni konuşturmazdı. O günün şartlarında muhteşem bir şeydi bu.

Rabbim her iki değere de rahmet etsin ve Cennet-i Firdevs ile mükafatlandırsın.


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —