Bu başlığı seçmem için birçok sebep var. Uzunca sayılabilecek bir mücadelenin sonunda, bana bazı faktörler, etkenler, olgular, sebepler, yaşanmışlıklar, geldiğimiz nokta itibariyle sahi, hani yani dedirtti!!!
Sahi demek; gerçekler, doğrular, gerçek olarak vs.
Hani; geçmiş zaman kipi olarak kulanılan bir terim. Hatıralasana, anımsa nerede kaldı, ne oldu, nerede anlamlarında soru belirteci olarak kullanılır.
"Hani çaylar? O geliyor diyordun, hani?"
2.karşıdakinin önceden bildiği bir şey kendisine anımsatılmak istendiğinde kullanılır.
Sahi bugün Müslümanlar olarak nerede duruyoruz. Geçmişte nerelerde duruyorduk. Hangi kulvarlarda, söylem ve eylemlerimizde neler söylüyor, haykırıyorduk?
Esaslı, özgün, kaliteli bir duruşumuz var mı?
Yani geçmişte nelere dikkat ediyor, neleri önemsiyor, neleri gündemimize alıyorduk. İddialarımız bu noktada nelerdi?
Sahi biz bugün neredeyiz, neler yapıyoruz?
Sahi o ilk dönemde (70, 80, 90'lı) yıllarda gündemlerimizi neler oluşturuyordu, nelerle iştigal ediyor, nelerin hülyasını, sevdasını, davasını, derdini, görüyor, güdüyorduk?..
Sahi biz vicdanımızı, aklımızı, ilmimizi, irfanımızı, idrakımızı izanımızı, irfan'ımızı muhafaza edebiliyor muyuz, edemiyor muyuz?
Sahi biz kardeşlik denen, dilimize pelesenk ettiğimiz, dilimizden düşürmediğimiz kardeşlik hususunda bugün ne durumdayız?
Yani peşpeşe ayet ve hadisleri sıraladığımız, teorisinde mangalda kül bırakmadığımız, bu güzel kavramı ne kadar yaşıyor, içselleştiriyor, empati yapıyor, pratik hayata yansıtıyoruz?
Sahi bugün biz bir binanın tuğlaları, bir vücudun azaları gibi sağlam bir duruşumuz var mı?..
Hani bir vücutta bir organ hasta olduğu zaman, bütün vücut ızdırap duyardu?
Sahi biz doğudaki bir Müslümanın başına bir musibet, bela gelse batıdaki Müslüman bundan sorumlu olur duyarlılığında mıyız?
Müminler ancak kardeştirler. (Hucurat /10)
Bir hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz (s.a.s) şöyle buyurmaktadır: "Müslüman, mMslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, haksızlık yapmaz, onu düşmana teslim etmez. Müslüman kardeşinin ihtiyacını gideren kimsenin Allah'da (cc) onun ihtiyacını giderir."
Sahi biz Hz. Ömer'in (ra) deyimiyle; Fırat'ın kenarında bir kuzuyu kurt kapsa, adli ilahide Allah (cc) onu Ömer'den sorar duyarlılığında mıyız?
Sahi biz Hz.Ömer (ra) döneminde, gece yarısı süte su katan annenin, kızım suyu getir, şu süte su katalım biraz, daha çok kazanalım! kızı; anne bir gören olur! demesi üzerine anne; kim görecek bu saatte Ömer'de çoktan uyumuştur! Kız Ömer uyur ama Allah (cc) uyumaz O her zaman, her şeyi görür demesi, hassasiyeti, şuurunda mıyız?
Sahi biz Mekke'den Medine'ye hicret eden ve yanlarında hiçbir şeyleri olmayan, muhacir kardeşlerine kardeşim; işte bu benim evim, istediğin gibi sende kullanabilirsin.
İşte bu iki eşim, birini boşayayım senin için, istediğinle evlen, işte bu benim bahçem istediğin tarafını alabilirsin! diyen samimi, ihlaslı, takva ehli ve kardeşlik duyguları üst seviyede,(imanları gereği) Rablerinin kendilerinden razı olduğu ümmet, cemaat gibi miyiz?
Sahi bizler bugün Kuran'dan'mı, yoksa cahili, tağuti, beşeri kaynaklardanmı besleniyoruz. Bugünkü hastalıklarımızın, hantallığımızın, duyarsızlığımızın, değersizliğimizin temelinde bu yanlış bir seslenme olabilir mi?
Sahi biz dünyayı mı, ahireti mi önceliyoruz? Kendimiz için sevip arzu ettiğimiz, istediğimizi, kardeşimiz içinde istiyor muyuz? Birimiz hepimiz, hepimiz birimiz gibi bir inanç, düşünce ve duruş sahibi miyiz?
Yani "sizden biriniz, kendisi için arzu edip istediği şeyi, din kardeşi için de arzu edip istemedikçe, gerçek anlamda iman etmiş olmaz.” (Buhârî, Îmân 7; Müslim, Îmân 71-72. Ayrıca bk. Tirmizî, Kıyâmet 59; Nesâî, Îmân 19, 33; İbn Mâce, Mukaddime 9)
Sahi bir kardeşimiz; düştüğü, yıkıldığı, tökezlediği, yada yolda kaldığı, yanıldığı zaman ona nasıl bir duyarlılıkla yaklaşıyoruz?
Sahi biz savaş sırasında, ağır yaralandığı halde, su kırbacı ile su dağıtan kardeşi, suyu getirdiği zaman, ağır yaralı olduğu halde! kendisi içmeyip yanındakini tercih eden, O da yanındakini, O da yanındakini, O da yanındakini tercih edip hiçbirine su içmek nasip olmayanlar gibimiyiz?...
"... Onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık duymazlar..."
İhtiyaç içinde olsalar bile onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin bencilliğinden korunmayı başarırsa işte kurtuluşa erecekler onlardır. (Haşr/9)
Yani bizler hak, hukuk, adalet, insan onuru gibi değerleri ayakta tutanlar, bedeller ödeyen, şahitler olabiliyor muyuz?
"Ey iman edenler! Kendinizin veya anne babanızın ve akrabanızın aleyhine bile olsa adaleti ayakta tutun, Allah için şahitlik eden kimseler olun." (Nisa/135)
Sahi biz dün iddia ettiklerimizin, bugün neresindeyiz! bizde istikamet ve istikrar var mı? O imanı muhafaza edebiliyormuyuz?
O aşk, vecd, coşku neden söndü. Neden kayboldu, neden aramıza tefrika girdi?
Sahi biz kendimizi hiç kontrol ediyor, yokluyor muyuz?
"Ey iman edenler iman edin.(yeniden, yenileyerek)" (Nisa/136)
Yani bugün bizler ne haldeyiz? Ben münafık mı, mürayi mi (gösterişçi) oldum diye endişeleniyor muyuz?
Yani kişinin imanı arttıkça ahiret endişeside artar, kişinin imanı azaldıkça dünya endişeside (sevgi, meyil, tutku, özlemi) de artar...
Sahi biz nasıl bu kadar rahat olabiliyoruz? Biz her şeyden emin miyiz. Allah'ın (cc) rızasından, cennetten, cehennemden emin miyiz? Bu konuda bize bir haber mi geldi, garanti altında mıyız?
Sahi bizim endişelerimiz, kaygı ve korkularımız nelerden oluşuyor? Nelerin endişesini taşıyoruz! Nelerden korkuyor, sakınıyor, neler için mücadele ediyor, bedel ödüyor neleri feda ediyoruz?..
Hz. Ömer(ra) örneğini hatırlarsak
Şöyle diyordu;
O “Mahşer günü deseler ki herkes cennete girecek. ama sadece bir kişi cehenneme girecek. O bir kişi ben miyim diye korkarım."
Yine deselerki herkes cehenneme girecek, ama sadece bir kişi cennete girecek. O bir kişi ben miyim diye ümitlenirim.”
O halde gücümüz yettiğince korku ve umut arasında durmalıyız…
Sahi biz duruşumuzla, özümüzle, sözümüzle, ahlakımız, karakterimiz, sıtkımız, sadakatimiz, samimiyetimiz, özverimiz, inancımızla, tavır ve davranışlarımızla, empati ve sempatilerimizle, insanlığa, topluma, kardeşlerimize ne tür özellikler, güzellikler, artılar, segvi, şefkat gibi güzellikler, nitelik ve özellikler sunuyoruz?..
Mesela davamızın temsili noktadasında ne durumdayız? Hep tespit, tercih noktasında mı duruyoruz, yoksa temsil noktasında ne tür özellikler, güzellikler, örneklikler sunuyoruz?
Sahi biz İslam'ı asrın idrakına anlata biliyormuyuz. Duruşumuz, ahlakımız, samimiyetimiz ve fedakalığımızla İslam'ı ne kadar temsil ediyor, anlıyor, yada anlatıyor, yaşyoruz? Emri bil maruf nehyi anil münker vazifesini ne kadar yapıyoruz.
Sahi biz ümmetin geleceği için ne kadar endişe ediyoruz?
Gündemimizin birinci, İkinci, üçüncü sırasında ne, kim, ne oranda var?
Sahi bizim sevgimiz, nefretimiz ne için. Allah (cc) için mi seviyor öfkeleniyoruz, yoksa menfaatimiz, şehvetimiz, servetimiz, çıkarlarımız için mi?
Sahi biz yapmamız gerekirken yapmadıklarımızdan dolayı endişe taşıyor muyuz?.
Bilmemiz gerekirken bilmediklerimizden, söylememiz gerekirken söylemediklerimizden dolayı tedirgin oluyor, uykularımız kaçıyor mu?
Sahi biz imkanlarımız, gayretimiz, niyetimiz ve samimiyetimiz hususunda hesaba çekileceğimiz gerçeğiyle ne kadar yüzleşebiliyoruz?
Sahi biz borçlu, yolda kalmış kardeşlerimizi, yetim, yetemaları, yoksulları, mazlumları, mustazafları, kimsesizleri ne kadar doyuruyor, gözetliyor, gündemimize alıyor, onlarla ilgili planlar, projeler üretiyor, onlara şefkat, merhamet kanatlarımızı geriyoruz?
Sahi biz davamızın delisi ne zaman olacağız? Neleri erteliyor, önceliyoruz, nelere sevdalıyız, nelerle avunuyor, övünüyoruz! nelerin peşinden koşuyoruz, nelerin hülya sını, rüyasını görüyoruz?
Hani Rabbimizin; dur dediği yerde duracak, yürü dediği yerde yürüyecek, kal dediği kalacak, koş dediği yerde koşacak, ol dedi yerde olacak, öl dediği yerde ölecektik...
"Bilin ki Allah (cc) kendi yolunda, sağlam örülmüş bir duvar gibi, kenetlenmiş saflar halinde çarpışanları sever." (Saf suresi/4)
Hani mallarımız, canlarımız, evlatlarımız, beslediğimiz atlar, hoşumuza giden meskenler, eşlerimimiz, çocuklarımız, analarımız, babalarımız bize Allah'tan (cc) ve Resulü'nden (as) daha sevgili olmayacak, hoşumuza gitmeyecekti?" (Tevbe/24).
Hani Allah (cc) için ve onun yolunda her şeyimizi! feda edecektik!
Yani bu yol çok uzundu!, meşakkatli vede dikenliydi! bu yolda yürümek için, takva, azık, İlim, irfan, sabır, sebat gerekirdi! Niçin bu yolda yürümeyi göze alamadık?
Hani birimize yapılmış olan bir saldırıyı, hepimize yapılmış olarak kabul edecektik!
Hani gece abid, gündüz mücahit olacaktık. Davamızı her şeyden önde ve üstün tutacaktık! Davanın olmadığı yerde bizde yokuz diyecektik.
Davamız için engel olan her şeyi, elimizin tersiyle itecek, tüm engelleri aşacak, vuslata kavuşmak için, içimizdeki aşk odununu yakacak, gönül köprüleri kuracak, gönlümüzde Allah'tan (cc) başkasına yer vermeyecektik...
Hani gönüllerimiz pınar gibi coşacaktı!
Ne oldu gönül pınarlarımız kurudu, gözlerimiz mal, makam ve mevkiden başka bir şey görmez oldu! ihtirasa dünya sevgisine yenik düştük...
Hani iyilerden olacaktık, iyilikleri çoğaltacak, iyilik neferleri olacak, iyilik ordusu kuracaktık...
Hani zalime karşı mazlumun savunucusu olacak! mazlumun yanında duracak, bedeli ne olursa olsun, hakkı savunacak, hakkı haykıracaktık...!
Hani Allah (cc) hariç hiç kimseden korkmayacak, Allah (cc) varsa her şey var, Allah yoksa hiçbir şey yoktu? Yani Allah (cc) varsa her şey vardır, düşüncesine felsefesine, inancına sahip olacaktık?
Hani Allah (cc) yolunda tüm kötülüklerden şeytani, nefsani, çevresel planlardan, programlardan, desiselerden darusselama hicret edecektik!
Hani nefislerimizi ıslah edecek! tüm kirlerimizi İslam'ın potasında eritecek, iman, ihlas, samimiyet, takva ile hayatı kuşatacak, şehadeti özleyecek, şehadetsiz, şahitsiz, vuslata özlemsiz, tevbesiz, Kur'an'sız, duasız bir günü, hayatı yaşanmamış kabul edecektik!!!
Sahi ne oldu bize?
Neden çakılıp kaldık, eridik, silikleştik, etkisizleştik neden harekete geçemiyor, mücadele edemiyoruz(etmiyoruz)..?
"Rabbinizin mağfiretine mazhar olmak ve takvâ sahipleri için hazırlanmış olup gökler ve yer kadar geniş olan cennete girmek için yarışın!" (Ali imran/133).
Sahi kendi ellerimizle, kendimizi zincire vuruyor, sonrada koşmaya çalışıyoruzda koşamıyoruz!
Sahi yürümemize, koşmamıza engel olan şey nedir..?
"... İşte insan o gün: "Kaçış nereye (kime sığınabilirim)?" diyerek (acizliğini ve çaresizliğini görecektir).
O gün insan haykırarak “Eyvah kaçacak yer nerede?” der." (Kalem /10)
Sahi en çok neleri özlüyor, seviyor, meylediyor, düşünüyor, nelerden vazgeçiyor, yada vazgeçemiyoruz? olmazsa olmaz dediklerimiz, vazgeçilmez addediklerimiz neler?
Hani kokuşmuş dünyanın, insanlığın öznesi, vicdanı olacaktık! Karanlığı, zulmü def edecek,
karanlığa bir mum yakacaktık...
Hani bedeller ödeyecek tik! bedelsiz hiçbir şeyin kazanılamyacağına inanıyorduk! Çile çekmeden, bedel ödemeden, mücadele etmeden, kansız, cansız, bedelsiz bir cennet olmayacağına ,kazanamayacağımıza inanıyorduk...
"... Onlar öylesine yoksulluk ve sıkıntı çekmişler, öyle sarsılmışlardı ki peygamber ve yanındakiler, “Allah’ın yardımı ne zaman gelecek?” demeye başladılar." (Bakara/214).
Sahi neden bedel ödemekten kaçtık! nefsimize yenildik! nefsimizin esiri, kulu, kölesi olduk...
Sahi ne zaman yeniden ayağa kalkacağız! Yeniden vaktimizi, sorumluluklarımızı, davetimizi, davamızı kuşanacağız? Neyi mehdiyi mi, abiyi, hocayı, şeyhi, üstadı mı bekliyoruz..?
"... Herkes yarın için ne hazırladığına baksın!" (Haşr/18)
Sahi bu gidiş! Bu kaçış nereye?
"... Öyleyse nereye gidiyorsunuz?" (Tekvir/26)
Sahi yaşadığımız şu hayatı beğeniyor muyuz?
Hani bu dünya hayatı bir oyun ve eğlence idi, ahiret yurdu ise daha hayırlıydı! neden dünyaya takılıp, çakılıp kaldık!
"... bu dünya hayatı hakikatte sadece bir oyun ve eğlenceden ibarettir; âhiret yurduna gelince işte asıl hayat odur; keşke bunu bilselerdi!" (Ankebut/ 64)
Sahi bugün yaşadığımız yorgunluğun, bitkinliğin, bitmişliğin sebebi nedir?
Sahi hayata, olaylara, alışverişe, sevgiye, nefrete, zafere, sefere, yenilgiye, kazanmaya, kaybetmeye velhasıl her şeye vahyin temiz penceresinden ve çerçevesinden mi, yoksa keyfi, nefsi, menfi, cahili bir zaviyeden mi bakıyoruz?
Hani bizler bu dünyaya, sahip olmaya değil! şahit olmaya gelmiştik! şahit olunmadan, şehit olunamayacağına inanıyorduk.
Sahi dünyevileşme, bireyselleşme, bencil leşme, sekülerleşme rüzgarlarının, duygu ve düşüncelerimizi nasıl altüst ettiğinin farkında mıyız?
Sahi geleceğin, bugün rahatından, rehavetinden, kasvet ve kaygısından vazgeçenlerin olacağını biliyor muyuz?
"Hani rabbin meleklere, “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım” demişti. Onlar, “Biz seni övgü ile tesbih ederken ve senin kutsallığını dile getirip dururken orada fesat çıkaracak ve kan dökecek birini mi yaratacaksın?” dediler. Allah “Şüphe yok ki, ben sizin bilmediklerinizi bilirim”
'Hani komşusu açken tok yatan bizden değildir.’ düsturuna,
Evrensel komşuluk bildirisine, kardeşliğin en ateşli savunucusu olarak bakacaktık.
Hani! Söz vermiştik Rıdvan’da.
Başımızı tutamayan ellerimizi kökünden kurutacaktık.
Nemlenmemiş bir gözü, yara almamış, çile çekmemiş bir bedeni,
Mevlâya sunmayacaktık.
Mücadelesiz ve vuslata özlemsiz geçen bir günü, yaşanmamış kabul edip,
Doğarken nişanlandığımız ölümle,
Cihad masasında, şehâdet gömleğini giyerek,
Nikâhlanacağımız günün hasreti ile yanıp tutuşacaktık.
Hani söz vermiştik..!
Ayaklarımızı vura vura Mekke’ye girerken,
Dinime, namusuma göz diken zalimler tekrar işbaşına gelirse,
Mukaddes beldelere Ebreheler tekrar saldırırsa,
Biz de kanatlanıp uçacak,
Mevlamızın Ebâbil kuşları olmaya talip olacaktık.
Hani! Söz vermiştik Veda Haccı’nda Resulullah’a.
Cahiliye adetlerini bir daha diriltmemek üzere kökünden kurutacaktık.
Miras bırakılan emanetlere sımsıkı sarılacak,
Ahkâm-ı Kur’âniyeyi tüm dünyaya hâkim kılacaktık.
Ahde vefâ gösteremedik Allah'ım.
Zihinlerdeki hatırasını çoktan silmiştik.
Şehâdet mi...?
Çok uzaktı bizden, tanımıyorduk onu.
Sözlüklerimizden bile çıkarmıştık.
Çile çekmeye yanaşmadık.
Öyle eğildik, öyle eğildik ki…
Doğrulacak ne bir belimiz, kaldıracak ne bir başımız kaldı.
Utanıyoruz Allah'ım…
Nemlenmemiş bir gözle, yara almamış bir bedenle huzuruna varmaya utanıyoruz.
Ahde vefâ gösteremedik Allah'ım.
Bunu biliyoruz…
Ama şunu da biliyoruz ki…
Rahmet deryanda ufacık bir damlayız.
Yüzümüz yerde ama..!
Affet Allah'ım!.