Devlet Bahçeli’nin, 1 Ekim 2024 tarihinde mecliste DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan’ı, bir taziye vesilesiyle ziyaret etmesi sonrasında, “Apo gelsin mecliste konuşsun; PKK’nın silah bıraktığını açıklasın ve umut hakkından yararlansın” çıkışından sonra, gerek İmralı, gerek DEM Parti ve gereke de Bahçeli taifesi arasında bir yakınlaşma meydana gelmişti.
Daha sonraki günlerde, İmralı ile birkaç kez görüşülmüş; tek taraflı da olsa PKK’nin silah bırakması talep edilmişti.
Bahçeli’nin bu yaklaşımının karşılık bulmayacağı farklı kutuplarda bulunan çevreler tarafından dile getirilmişti.
PKK’nin geçmişine, bidayetine, ideolojine ve vermekte olduğu mücadeleye bakıldığında; PKK’nin silah bırakması asla ve asla mümkün görünmüyordu.
Devlet, mevcut iktidar ve ulusalcı ve salt milliyetçi çevreler açısından bakıldığında da bunun da kabul edilmesi mümkün görünmüyordu.
Ama ortada bir ısrar vardı.
Bu ısrar, hem Türkiye için her zaman önemini korumuş bulunan Suriye’de, 8 Aralık sonrası var olan rejim değişikliği ve ona bağlı olarak, bölgesel ve küresel oyun kurucuların, burada, Türkiye’yi devre dışı bırakma ve bir de onun oyun kurucu role soyunmasını istememelerine yönelik olası politikaları;
PKK’nin de, açığa vurmamış olsa da, daha sonra dile getirdiği reel sosyalizm döneminin kapandığı savı ve bu savın aynı zamanda onu vermiş olduğu silahlı mücadelenin de reel sosyalizmin çöküşüne binaen geçerliğini yitirmesi;
Bir de 15 Temmuz’a bağlı olarak çokça gündemde kalan beka sorunu ile silahlarında devre dışı kalmasını gerektiren “Terörsüz Türkiye” söylemi, ister istemez PKK’yi silah bırakmaya sevk etmişti.
PKK’nin silah bırakması konuşulurken, yukarıda da belirttiğimiz üzere, farklı çevrelerin ortak kanaatleri, onun silah bırakmayacağı yönünde idi.
Bir de onun silah bırakmasını istemeyen farklı çevreler ve “etkili ve yetkili” zatlarda söz konusuydu.
Bunlar, kısaca; PKK eğer silah bırakırsa, TSK’nın operasyon gücünün zayıflayacağı yönünde kanaat belirtenler;
Bir de “”PKK’nin geldiği nokta bu mu olacaktı?” yollu radikal silahlı Türk solunun, kendi dinamiklerine bağlı olarak Türkiye’de kendi başlarına bir devrim yapma durumunun var olmayışı var olan imkânlardan yararlanamayacağı düşüncesi;
Ayrıca, *tamamen haklı sebeplere dayanan- PKK’nin, reel sosyalizm klişesi altında formüle ettiği bilinen Kürt insanının- özellikle de gençliğinin kahir ekseriyetinim- dinle var olan bağının koparılması eyleminin “derin devlet işi” olduğunu öteden beri dile getiren ve sonunda PKK’nin, devletin karşısında kepenk kapattığını vurgulayan sağcı Kürt çevrelerde oluşan öfke ve “hayal kırıklığı” da eklenebilir.
***
Öcalan’ın isteği doğrultusunda PKK, 12 Mayıs 2025 tarihinde Kürdistan bölgesinin merkezi konumunda bulunan Süleymaniye şehrinde son, yani, 12.Kongresini yaparak kendini feshettiğini deklare etti. (Bu arada, PKK’nin yayın organlarından ‘’Serxwebûn’’ isimli gazete, PKK’nin fesih ve silahlı mücadeleyi sonlandırma kararıyla birlikte 44 yıllık yayın hayatını sonlandırdığını duyurduğunu da belirtelim.)
Başta gerek Öcalan ve gerekse de Kandil, fesih ile birlikte bir isteklerinin olmadığı, olmayacağı yönünde düşüncelerini dile getirmişlerdi.
Hatta Öcalan’ın, her şeyden önce normal bir durum olan kültürel haklardan dahi vaz geçilebileceği söylemine bakıldığında – bunlar gerçekleştiği takdirde- yönü ve yüzü Öcalan’a dönük bulunan PKK’ye bağlı örgütlerin ve şahıslarında alınan kararlara uyması gerekirdi.
Uyacaklarını söylüyorlar, ama Bahçeli’nin ve bir, iki partili kurmayının, barışma ve Terörsüz Türkiye’ye yönelik “iyi niyet gösterisi” ve bunların anayasal zeminde kayıt altına alınmasına yönelik demeçleri, iktidar tarafının işi ağırdan alması üzerine PKK ve DEM Parti tarafından eleştiriler gelmeye başladı.
Siyasi partiler nezdinde ise, epey partinin bu işin artık bir çözüme kavuşturulması ve anayasada yer almasını belirtmeleri dışında, İYİ Pati ile Zafer Partisi gibi ulusalcı parti ve çevrelerin, sürece yönelik yola taş koyucu olumsuz tavırları; işin esprisine bağlı olarak giderek belirginleşmişti.
CHP’nin, baştan beri, “bu iş meclise gelir, orada görüşmeler olur ve anayasal zemine oturtulur” düşüncesinin, iktidarın yargı eliyle CHP’ye yönelik operasyonlarına bakıldığında, CHP’nin, bundan önce, kendisini yalnız hissetmesine sevk ettiği ve “Kent Uzlaşısı” çalışmasından dolayı birlikteliği bulunan DEM Parti’nin, barış sürecinin başarılı olması durumunda DEM’in bizzat Erdoğan tarafından Cumhur İttifakı’na dahil edilebileceği kaygısı CHP’yi rahatsız etmişe benziyor.
Bu sevk ediş, durumu CHP’de kalıcılaşırsa, büyük bir ihtimalle CHP’nin, İYİ Parti ve Zafer Partisi gibi ulusalcı Kemalist partilerle aynı kulvarda bulunacağını tahmin etmek içten bile değildir.
Bir de, eskiden de olduğu üzere –bu kez devletinde gözetiminde belki de yer, yer onayıyla- DEM Parti’nin, Öcalan tarafından yeniden dizayn edileceği akıldan çıkarılmamalı…
Özetlersek; Bahçeli 1 Ekim’de bir çağrıda bulundu, çağrısı gerek DEM Parti, gerek Öcalan ve bağlaşığı örgütler, güçler, şahıslar ve Kürt toplumunun kahir ekseriyeti ile Türk nüfusunda önemli bir kısmı tarafından kabul gördü.
Bunun, çağrıya ve onun iz düşümü kabilinden eylem ve söylemlere bir müddet bizzat sessiz kalan Erdoğan’ın, iktidarın ve AK Parti’nin, “barış olacaksa eğer” karşı taraftan istenebilecek haklar konusunda bir netlik görünmediği için, karşılanmasının uzun bir sürece yayılmış olduğu düşünülebilir.
Ama ne zaman?
Bunlarla birlikte PKK, reel sosyalizmin çöküşü, onun belirgin bir zemininin mevcut olmadığı gerçeğine bakıldığında, silahlarında terk edilmesi söz konusu idi
Silah yok, ama sosyalizm, gerek Öcalan’ın söylemlerinde peyderpey kendine konu bağlamında yer bulduğu gibi, silah bıraktığını deklare eden PKK’nin de, o da “devletsiz bir şekilde komünal yaşam pratiğini canlandıracağı öngörülebilecek ekolojik karakterli, feminizm çerçevesinde duygu ve pratiklerinde önplanda olduğu ve demokratik toplum temalı yeni anlayışlar ve paradigmalar da kamuoyunda yazılacak, çizilecek ve tartışılacaktır.
Din (İslam) dahil, ideolojik temelli anlatılar, egemenlik bağlamında, kendi reel zeminlerini yitirmiş olsalar dahi, birtakım kurallar çerçevesinde kendi toplumsallıklarını ele tutabilirler.
Anlaşılan PKK’yi oluşturan yapılar, o vazedilen kurallar çerçevesinde kendilerini ne olursa olsun; ortada bırakmadan, türüne özgü yaşamsal yapılar vücuda getirerek var kılmaya çalışacaklar…
Bu dahi başlı başına silah bırakmaktan daha evladır.
Buraya kadar, dilimiz döndüğünce konuya dair bir şeyler söyledik; doğru ya da yanlış; eksik ya da tam!
İnşallah, bundan sonraki yazımızın konusu muhtemelen PKK’nin, “silahsız ve ‘devlet’siz” bir konuma razı olması yönünde, sosyalizmden ne anladığı ve neyin reel olup olmadığının gözden geçirilmesi üzerine olmasını düşünüyoruz.