Bundan önceki Bir (1) nolu yazımızda, “PKK’nin, “sivil bir sosyalizm” tanımlı dünya görüşü içerisinde meclisten (TBMM) başlayarak, siyasi parti, kurum, kuruluş ve tüm toplumsal kesimlere değin “barış ve demokratik toplum” çerçevesinde yeni bir toplum oluşturma düşüncesi, onun en son paradigma değişimi olarak okunabilir.” diye bir tespitte bulunmuştuk.
PKK, ilk kurulduğun günden itibaren, aralarında birçok çelişki barındırsa dahi, zincirleme bir şekilde ve birbirini tamamlayan paradigmal değişimlerin itkisiyle varlığını korumaya çalıştı.
Belki de onun tarihi, paradigmal değişim tarihi olarak okunabilir.
Bu aynı zamanda, onun asıl olan hedefe ulaşma yolunda, arada var olan çelişki ve zikzaklarla birlikte; “sosyalizm ağırlıklı” ulusal kurtuluş mücadelesin akabinde, işçi ( ya da salt köylü) sınıfın oluşturacağı düşünülen sosyalist sistemin/aşamanın bir üst ve “en son” aşaması olarak vehmedilen “sınıfsız” komünist topluma geçiş yolunda düşünülen paradigma değişimi olarak okunmayı gerektirir.
(Bu arada konuya uygunluk açısından, parantez içi şunu da söylemiş olalım; Marksist anlayışa göre, mücadelede şiddet asla söz konusu olamazdı. Sosyalizm ise,, bu konuda revizyınist ve oportünist davranış sergilenerek Marksizm’den ayrı bir yol izlenmiştir, Buna birçok sosyalist örgüt dahil, PKK’de dahil olmuştur. )
Oluşmayacağından emin olarak, bir heyula sayılan komünist aşamaya dahi geçil(e)meden önceki aşama olan “reel” sosyalist aşamanın, –var olan sakil uygulamalarına istinaden- yıkılması sonucunda, PKK’nin de bundan etkilendiği, ama adeta kumaşa düşmüş olan lekenin varlığının gösterilmemesi adına, bu durum gözlerden uzak tutulmaya çalışıldı.
Bununla birlikte, PKK’nin, “soğuk savaş dönemi sonrası” değişen dünya dengeleri açısından sıkıştığı, payandasının bir miktar kaydığı, kaidesinin zemin değişimine uğradığı, sosyalizm pratiğinin buhar olduğu ve bunlarla birlikte, reel dünyada ulusal kurtuluş mücadelelerinin, ulus devlet” paradigmasının gevşemesi de eklenince, hareketin havlu atmaya çalıştığı satır aralarında okunmaya başlamıştı.
Bunu ilk kez, Öcalan, 90’ların başlarında (93) dile getirmişti. Ama o dönem, ülkenin en karanlık dönemi olmasına, tüm topluma yönelik baskıların arttığı, Kemalist rejime “muhalif” partilerin bir biri ardına kapatıldığı, darbelerin icra edildiği, fail-i meçhuller sonucu, çoğunluğu Kürt olan vatandaşların hayatına son verildiği ve bir de Kürt sorununun çözümü için kolları sıvadığı bilinen Özal’ın, derin güçler tarafından katledilmesi gibi sebepler eklenince, var olan sorunun çözümü de güme gitmiş oldu.
PKK’nin, yaşanan o hadiselere bağlı ve bağlı olmadan, hem sosyalizm-komünizm paradigması ve hem de ulusal kurtuluş mücadelesi düsturu açısından; ideolojik ve ulusal anlamda hedefine doğru ilerlediği söylenebilir.
Bu durum, harekete mensup militan kadronun ve ona bel bağlamış kesimler açısından ele alındığında, “ideolojik ve ulusal” anlamda devam ediyordu.
Ama –yaşanan geçmişi de göz önünde bulundurduğumuzda, bugün Öcalan’ın, bırakın Kürtler adına müstakil bağımsız bir devlet kurmayı, federasyonu, özerkliği ve kültürel hakların dahi zinhar reddedildiği düşünüldüğünde; bunun reel sosyalizmin çöküşü ve ulusalcılık fikrinin giderek tavsadığı bir ortamda, PKK’nin, devlet talebi olmayan “sivil bir sosyalizme” razı olduğu/edildiği söylenebilir.
Gül yetiştiren adam’dan kinaye ekolojik toplum hayaline…
O zaman bu durumu, “bizden” bir bağlantı kurarak, farklı bir deneyimden hareketle, “kurtuluş Savaşı”nın nihayete erip Kemalist paradigmanın hâkim olduğu dönemde, birçok Müslümanın, “maddi ve manevi” anlamda en azından ayakta kalma, kendi ayakları üzerinde durabilme, hayır işleme adına “gül yetiştiren” insanlara/adamlara dönüşme durumuna benzetebiliriz.
Ki, bu “sakin” durum, Müslümanların 50’li, altmışlı ve yetmişli yılları takip eden süreçte, siyasal ve toplumsal alanlarda varlık göstermesine bağlı olarak azalma göstermişti.
PKK’nin bu bir nevi ”gül yetiştiren adamını/insanını” çağrıştıran, içeriği meçhul bir ekolojik toplum düşüncesinin dillendirilmesi, farklı ideolojik ve pratik anlamda insana bir şeyler hatırlatıyordu.
Bir de, kadınların alabildiğine özgürleşti/rildi)ği, çeşitli açılardan eril bir karaktere sahip olan sosyalizmin, ideolojik ve pratik alanda yeterli olmadığından hareketle, onların, yani “özgür" kadınların (jinén azad) hakkını savunma adına, feminizmin bayraklaştırıldığı da, bu meyanda okunabilir.
O zaman, PKK’nin, bu iki olgu üzerinden, bir nevi “gül yetiştiren “silahsız”, ama haliyle anarşizme de varacak oranda söylem sahibi olan insan tipi ortaya çıkmış olmaktadır.
Özgür kadın yani “jinén azad” olgusuna dönersek…
Salt sosyalist pratikte, kadın “işçi, anne, yoldaş ve militan” olup bu rollere soyunmuş iken, reel sosyalizmin çöküşüne ve o çöküşü hızlandıran küresel liberalizmin de etkisiyle, kendisine atfedilen etiketleri bir tarafa bırakıp “toplum kurucu esas unsur olmaktan uzaklaşmış ve feminen duygulara kapılarak başkalaşmıştı.
Bu “yeni” durumu zamanında fark eden PKK’nin önderliği, bu kez kadını, hem sosyalizm karakterli “kurucu unsur” olmanın dışında tutup, onun feminen yönünü, bu kez Kürt ulusunun kuruluş hikâyesinde başat unsur olarak kullanmaya koyulmuştu.
Her çeşit “kölelikten” azade olan bu “modern Kürt kadını” kendi geleceğini, ama yine de kurucu bir unsurun onayıyla eline almıştı. Ya da öyle görünüyordu.
Jin, jiyan, azadi…
“Jin, jiyan, azadi”, yani “kadın, yaşam ve özgürlük” sloganıyla modern Kürt kadını bir nevi “sergerde” yani, “başına buyruk” bir profil çizmeye başlamıştı.
İşte, Aydınlanma düşüncesinden hareketle, modern karakterli bir dünya/yaşam adına ortaya konan seküler ideolojilerin, yine Batı’nın kendi içerisinde birbirine karşı vermiş olduğu savaşın mantığına bağlı olarak “soğuk savaş dönemi” olarak adlandırılan vasatta, “sözde kapitalizme karşı olan sosyalizmin savaşı kaybetmesi üzerine, kendini domine etmek ve ayakta tutmak için, liberal pratiklere ihtiyaç hasıl olmuştu.
PKK’nin de, çöküşün ayak sesleri baskın çıkmaya başladığı bir vasatta, öncelikle de ihtilafsız bir şekilde “kurucu önder” sayılan Öcalan’ın, okumaları, araştırmaları sonucunda, kadınlardan başlamak üzere, öncelikle kendi kitlesine yönelik bir toplumsal değişim söz konusu olmuş ve giderek hızlanmıştı.
“Değişmeyen tek şey değişimidir” fehvasına bakıldığında, bundan sonra, “hiç kimse, kendi geçmişinden, ortaya koyduğu pratiklerden kolay, kolay vaz geçmeyeceğine ve sürekli var olma adına, olası değişine ayak uydurma refleksi göstereceğine göre ”PKK’nin “silahsız” sivil sosyalizm deneyimi nasıl olacak ve hangi noktaya evrilecek; bunu da bizlere zaman gösterecekti.
Not: bu konuya/konulara dair düşüncelerimiz ortaya çıktığında, dilimiz döndüğünce bir şeyler yazıp çizmeye devam edeceğiz inşallah…