Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Hasan POSTACI


Paradigmal Çöküşlerin Kıskacında Geleceği Konuşmak

Hasan Postacı'nın "yeni" yazısı...


Siyasetin kabul gören yaygın tanımlarından biri sorun çözebilme becerisidir. Toplumsal sorunların büyük bir bölümü çıkar çatışmalarının geriliminde şekillenir. Sosyal, kültürel, ekonomik, hukuksal, temel hak ve özgürlükler ve inançlar gibi birçok boyutta ortaya çıkabilecek çatışma ve gerilimleri yönetebilmek ve buradan çıkacak sorunları minimum düzeylere indirgemek becerileri etkin siyaset yapabilme düzeyini belirler.

Siyasetin sorun çözebilme düzeyi, yaşanmış insanlık deneyimlerinden yola çıkarak, ortak akıl, istişare, değer ve ilke merkezli evrensel ahlak, temel hak ve özgürlüklere odaklanmış güçlü bir hukuk mekanizması, farklılıkları güç merkezli değil, kurum, kural, değer ve adalet merkezli birlikte yaşatabilme kapasitesi ile doğru orantılı olarak şekillendiğini söylemek mümkün.

İletişim çağının birçok alanda insan ve topluma dair algı ve alışkanlıkları değişime zorladığı gibi siyaset anlayışlarında da yeni bakış, anlayış ve değişimleri kaçınılmaz kıldığını gözlemlemek mümkün. Bu durum eğitim düzeyi yüksek yurttaşlık bilinci oturmuş ülkelerde, siyaseti teknik bir hizmet organizasyonu görme algısı,  insana hizmet etme ve yaşamı her yönüyle kolaylaştırma performansı üzerinden ortak akıl, bilimsel planlama, kurumsal süreklilik, eşitlik, ilke ve değer merkezli ahlaki sorumluluk ikliminde bir bakış ve anlayışı toplumsal yaşama taşır. Güvenlik ve özgürlük denkleminde sarkaç hak ve özgürlükleri korumaya daha yatkın ve önceliklidir bir yerde durur.   Gelir dağılımında uçurumlar oluşmaz. Barınma, beslenme, temel hak ve özgürlüklerden yararlanma ve hukukun bağımsızlığı, tarafsızlığı ve kurumsal saygınlığı ile güvence altındadır. Eğitim ve sağlık hizmetleri gibi alanlarda sınıfsal elitizmin acımasızlığı gözlemlenmez.

Etnik, dini, mezhebi, ırksal vb. farklılıklar, toplumsal çeşitlilik, ülke gelişmişliğinin güçlü bir dinamiği olarak görülür. Çoğunluğun azınlıkları yok saydığı, ötekileştirdiği, her türlü eşitlikçi uygulamadan uzak tuttuğu, baskı, yasak, inkar, asimilasyon ve duygusal, kültürel, ahlaki her türlü asimilasyona maruz bıraktığı ülke ve sistemlerde ise keskin siyasi çatışma ve polarizasyonların oluşması kaçınılmazdır. Böyle bir sistem devlet erkini (burada erkini kullanan kesim kaçınılmaz olarak otoriterleşir. Bu otoriterleşme, etnisite üzerinden milliyetçilikle, din ve mezhep üzerinden teopolitik bir söylem ve anlayışla meşrulaştırılmaya çalışılır. İç düşman, dış düşman tanım ve dinamikleri, şanlı tarihin ideolojik anlatısı statükoyu güçlü, tartışılmaz ve köleliği artmayan bir sadakatle bağlılığa zorlar tüm kesimleri. Ortak ve eleştirel aklın dışlandığı, bilimsel ve evrensel olanın araçsallaştırıldığı katı bir entegrist düzen oluşur.

Oysa insana dair her türlü sorunun akıl, bilim, vicdan ve ahlak merkezli çözümlerini üretmek mümkün ve kolaydır. Yapılması gereken ilk şey köklü paradigmal bir yeni bakış üretmektir. Mevcut anlayışı baş aşağı olarak çevirmek bile bunu büyük oranda çözümleyebilir. Düşünsel formül devlet denen örgütlü yapıyı bir hizmet organizasyonu olarak tanımlamaktan geçer. Devlet kutsal tapınılacak bir özne haline dönüştüğü oranda insana dair her türlü evrensel fıtri kazanım ateşin buzu erittiği gibi eritir, yok eder ve daha kötüsü dozajı arttırılmış etnopolitik, teopolitik söylemlerle kendine tehdit ve düşman olarak görmeye başlar.

Türkiye gibi ülkelerde din, mezhep ve etnisite gibi kronikleşmiş sosyopolitik sorunların çözülememesinde temel neden statükonun, kutsallaştırılmış, jakoben, entegrist, polarizasyonlardan beslenen yönetişimsel anlayış, uygulama ve yapısallıklardır.

Dolayısıyla iktidarda hangi partinin olduğu önemli değildir. İktidar partilerinin kurtulamadığı bu sistemsel girdap kaçınılmaz olarak kronikleşmiş sosyopolitik sorunların devamı üzerinden geniş bir siyasi rant, güç ve zenginleşme aracına dönüşür.

 Kürt meselesi, alevi sorunu, sol, muhafazakâr, demokrat, liberal, İslami çevre oluşumların tüm çabaları sistemin iktidar pastasından pay alma odaklı bir anlayış ve siyasete odaklanmalarının ürettiği çürümeden kendini kurtaramaması durumudur. Her bir siyasal alternatif öncelikle statükoyu kutsamak ve vadettikleri ile statükonun daha güçlü reorganizasyonuna katkı sunma akreditasyonuna odaklanır. Toplumcu siyaset, temel evrensel hak ve özgürlükler, sosyal adalet ve eşitlik gibi insan ve toplum merkezli kazanımlar siyasetin, kitleleri manipülasyonunu, algısal yönetimini sağlayabilmenin retoriklerinden öte bir anlam taşımaz. Bu siyaset genetiğinde kitlesel akıl mefluçtur. İktidar söylemi dost-düşman tanımı, iyi-kötü tanımı, tüm teolojik yaklaşım, söylem ve yorumları, kaygı, korku, umut, sevinç benzeri tüm duygu örüntüleri statükonun ideolojik ikliminde şekillenir ve kitlelere servis edilir.

Tüm kitlesel yığınlar genel bir seker halini mukadderatının bir parçası olarak kabullenir. Başak bir dünya ve alternatif, yenilik ve arayış tehdit algıları, beka sorunu, iç-dış düşmanla işbirlikçilik, terörizm vb. söylemsel etiketlemeler ve algılar üzerinden kitlelere servis edilir. Artık akıl, vicdan ve ahlak bu iklimde kör sadakat ve sorgulanamaz itaatin birer karşı saldırı aracı olarak sistemin tasmalı değerlerine dönüşür.

Evrensel fıtrata yabancılaşmanın kaçınılmaz bir değişim veya geri döndürülemez bir helak ile sonuçlanması insanlık tarihinin, Risalet mücadelelerinin deneyimlerinden, örneklik ve ibretliklerinden kavramak mümkündür.

Ünlü Fransız düşünür Immanuel Kant’ın “Aydınlanma Nedir” makalesinin Fransız devriminin meydana getiren önemli bir dokunuşta bulunduğu bilinir. Kant, krallık merkezli benzer bir toplumsal çürümenin karşısına iki temel düşünsel dinamikle çıkar ve buradan yeni bir toplumsal değişim bilinci inşa etmeye çalışır. ilki ‘Aklını kullanma cesareti göster’ mottosu üzerinden eleştirel aklın yeni bir bilinç inşasının öznesine dönüşmesine kapı aralar. İkincisi ‘Ödev ahlakı” klişesiyle insana dair varoluşun zaman ve mekân üstü güçlü amaçsallıkları ile buluşturma çabasını bireysel ve toplumsal davranışları şekillendiren gücünü harekete geçirmeye çalışır.

Batı toplumlarının sosyopsikolojik genetiği Yahudilik ve Hristiyanlık üzerinden şekillendiğini söylenebilir. Yahudiliğin dünyeviliğine karşı Hristiyanlığın donuklaştıran mistisizminin çatışmalarından ortaya çıkan bir toplumsal genetik vardır. Bergson’un sezgiciliği karşısında Hanri Saint Simon’un katı maddeciliği ekstremum sarkacında, kendi çatışma ve gelgitlerinin devamı olan modernizmin güncel gerçekliğinde bir batı dünyasıyla karşı karşıyayız. Aklı ve bilimi objektifliğini yaşamın inşasının merkezine koyan bu anlayışın kırılma noktası, evrensel adalet ve özgürlük ile evrensel ahlak ve vicdanın sübjektifliğinden kendini kurtaramamasıdır. Nietzsche, Satre, Camus gibi varoluşu ve nihilist düşünürlerin çığlıkları bile bu kırılma noktasındaki fay hatlarının oluşmasını engelleyememiştir. Bugün İsrail’in Gazze soykırımı tam da bu varoluşsal kırılmanın ürettiği fay hatları ile tüm dünyanın yüzleşmesini beraberinde getirmiştir.     

Batı dışı resesif coğrafyalarda ve özelde İslam dünyasında, küreselleşmenin daha bir sertleştirdiği batı merkezli küresel istikbar ile karşılaşmalar karşısında yaşadığı politik çaresizlikler ve sistemsel çıkmazların merkezinde ülke içi güçlü alternatif yeni bir paradigmal bilinç üretememesidir. 

Bu bilincin Fransa’da Kant’ın ortaya koyduğu aydınlanma tanım, anlayış, slogan ve mottoları ile olması mümkün değildir. Ancak güçlü bir insanlık deneyimi olarak ilham verici örnekliğini değerli kılmasına vurgu yapılmalıdır. İslam’ın kendine özgü evrensel varoluş dinamiklerinin vahiy ikliminde güncel gerçekliklere yönelik güçlü yanıtlar üretebilecek düşünsel dokunuş, itiraz, yeni arayış ve çabalarına odaklanmanın yeni bir sosyopsikolojik değişim dalgası üretme kapasitesini ortaya çıkarabilecektir.

Teolojik otoritenin Muaviye sonrası araçsallatırmaları ile şekillenmiş sosyopolitik genetiğin alt üst edilmesi üzerinden güçlü düşünsel yüzleşmelere odaklanmak gerekir. Emevi statükonun otoriterliğini sorgulanamaz kılan, İslami değerler üzerinden meşrulaştıran kaderciliğinin karşısında Şia mistisizmin başka bir varoluşsal kırılma üretme tarihsel gerçekliği ile vahiy değerler ikliminde ve ölçeklerinde yeni çıkış ve tanımlamalar üzerinden cesaretli yüzleşmelere ihtiyaç olduğunun altın çizmek gerekir.

Bu düşünsel paradigmal çıkışın ve yüzleşmenin, statükoyu besleyen duygusal merkezli örüntülerine karşı “Kalbini kullanma cesareti göster”, “Ahlak ve iradeni varoluş öznesinin en izzetli parçası kılmanın şecaatini göster” temel mottoları üzerinden itirazlarını, adalet ve özgürlük merkezli değişimin ikliminde yeni bir bilinç inşasının gerçekleştirmeyi toplumsal dönüşümün motivasyonu hâkline getirmek gerekir.

Kürt meselesinin çözümüne dair yeni süreç, İsrail soykırımına karşı mefluç çaresizlik, kitleselleşen yoksulluklar ve derinleşen ekonomik kriz, adalet, hukuk, düşünce ve ifade özgürlüğü, özgür basın, özgür üniversite, entegrizmi aşmış STK, cemaat, sendika ve diğer tüm tüzel oluşum ve çabalar, paradigmal çöküşün sadece niceliksel birer göstergesi olarak tanımlamak ve görmek gerekir. Vahiy ikliminde yeni paradigmal bilinç inşasının bireysel ve toplumsal boyutta gerçekleştirme odaklanma ancak geleceğe dair güçlü çıkış oluşturabilir.                

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da hafta başında Çin’de düzenlenen Şanghay İşbirliği Teşkilatı toplantısından dönüş yolunda, gazetecilere “Her kim bu süreci baltalamaya çalışırsa bunun faturasını öder” dedi.

 

Kaynak: farklı bakış

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR