Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


ALTAN TAN


Özgür Özel ve "ümmet"

Altan Tan'ın "yeni" yazısı...


Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, PKK’nın silah bırakma töreninin ardından yaptığı konuşmada bin yıllık bir tarihe atıfta bulunması; bu tarih içinde Türk-Kürt-Arap birlikteliğini vurgulaması ve bu birlikteliğin temelinde İslam kardeşliğine, dine önemli bir yer ayırması; Malazgirt’ten Kudüs önlerindeki Selahaddin Eyyubi ittifakına, Çanakkale Savaşı’na kadar uzanan tarihsel örneklerle bu çizgiyi güçlendirmesi, CHP içerisinde adeta fırtınalar kopardı.

CHP Genel Başkanı Özgür Özel ise her zamanki gibi, ne söyleyeceğini ve nasıl bir tutum alacağını, en azından bu meseleyi iyi bilen kişilerle istişare etmeden, konuyu enine boyuna değerlendirmeden, derinlemesine tartışmadan zehir zemberek bir açıklama yaptı.

Özel’in konuşmasının ardından, kamuoyunda şu tür yorumlar yaygınlaştı:

"Bunlar yeniden ulus devletten ümmete dönmek istiyorlar",

"Bir Sünni ittifak peşindeler",

"Türkiye’yi tekrar hilafet dönemine götürmeye çalışıyorlar"...

Bu söylemler kısa sürede geniş yankı buldu ve tartışmaların odağına yerleşti.

Bizim halk arasında çok önemli bir terim vardır:

"Konuşmadan evvel bir nefes al…"

"Sapla samanı birbirine karıştırmayın…"

İnan edin, bu tip durumlarda insan, söze nereden başlayacağını, uzunca bir müddet düşünüyor:

Bu yanlışın, neresini toparlamakla, düzeltmekle, tashih etmekle başlayalım?

Öncelikle, "ulus" ve "ümmet" kavramlarının, -burada uzun uzun sosyolojik, tarihi, felsefi yorumlara girmeyeceğim-, anlamına bakmak lazım.

"Ulus" sanki dünya tarihin vardığı en ileri safhaymış gibi, yağdırıyorlar ve "ümmet"e bindiriyorlar.

Uzun uzadıya bir izahatta bulunmayacağım.

  • "Ulus", aynı dili konuşan insanların, toplulukların bir birlikteliğidir.
  • "Ümmet" ise, aynı hayat felsefesi, dünya teranesi, ahlak, kurallar, kültür etrafında birleşmiş insanlar topluluğudur.

Belki de çok farklı tarifleri de olabilir bu kavramların; hangisi doğru, hangisi yanlış, benim tarifim ne kadar doğru ne kadar yanlış; ancak "ümmet" demek böyle bir şeydir.
 

 


Bugün Avrupa Birliği (AB) de bir "ümmet" projesidir. 

AB, aynı tarihi köklere sahip, aynı kültür anlayışından gelmiş, Rönesans’tan Reform’dan, Hristiyan kültüründen, hatta daha geriye gidilirse Roma’dan bugüne kadar getirdikleri değerler etrafında kurulmuş bir birlikteliktir.

Bunun içerisinde onlarca din ve mezhep var: Katoliklik, Protestanlık, Ortodoksluk var, hatta sonradan ortaya çıkan birçok Hristiyanlık mezhebi de var.

Aynı dili konuşmak, bazılarının zannettiği gibi, bütün bir hayatı birlikte inşa etmeye yetmiyor.

Ulus-devletin çıktığı Batı dünyasında bile, eğer mezhebi aynı değilse -Hristiyanlıktaki Katoliklik, Protestanlık vs. gibi- bir ulusal birlik ortaya çıkmıyor.

Mesela, Hollanda’ya bakalım.

Katolik Flamanlar, Belçika’da Fransızca konuşan Valonlarla birlikte bir devlet kuruyorlar; hemen bir tel örgüyü geçince ulaşılan, kendi ırkdaşları, soydaşları Hollandalılarla bir ortak devlet kurmuyorlar.

Avusturya ile Almanya’nın durumu da aynı. Aynı dili konuşuyorlar ama aynı devlet değiller.

Hırvatlar, Sırplar ve Boşnaklar, aynı etnik kökene ve aynı dile sahipler, ama Hırvatlar Katolik, Boşnaklar Müslüman, Sırplar ise Ortodoks. O aynı dil, bu üçünün ortak bir millet, devlet kurmasını sağlamıyor. 


Gelelim Türk-Kürt-Arap birlikteliğine...

Allah aşkına, bu sizi neden rahatsız ediyor?

Emeviler, Abbasiler, Selçuklular ve Osmanlı dönemlerinde, Ortadoğu coğrafyasında yaşayan halklar -ki burada kimseyi dışlamıyorum: Ermeniler, Süryaniler, Ezidiler (ki Ezidiler etnik olarak Kürt, inanç olarak farklıdır)- ve farklı mezheplerden topluluklar, Aleviler, Şiiler, Nusayriler… hepsi bu coğrafyada birlikte yaşadı.

Bu ortak yaşam, aynı zamanda inanç ve kültür birlikteliğini de beraberinde getirdi.
Ve bu birlikteliğin ortaya çıkardığı sayısız ortak değer, alışkanlık ve ritüel var.

Milletvekilliğim döneminde, Akdeniz Parlamenterler Birliği’nin o yılki toplantıları Fas’ta düzenlendiği için, dört buçuk ayda dört kez Fas’a gittim.

İnanın, 5 bin kilometre uzaklıktaki Fas’ta katıldığım düğünler, nişanlar, cenazeler, taziye törenleri, evlilik ritüelleri, aile yapısı ve sosyal ilişkiler; Arapların yoğun olarak yaşadığı Mardin’den ya da Urfa’nın Harran ilçesinden neredeyse farksızdı.

Çünkü kültürel birliktelik tam da böyle bir şeydir.

Üstelik bu yalnızca bize özgü bir durum değildir; benzer birliktelikler Avrupa’da da, dünyanın başka bölgelerinde de görülebilir.

"Bin yıllık" ifadesi dilimize bir klişe olarak yerleşmiş olsa da, Kürtlerin Müslüman oluşu zaten 1400 yıl öncesine dayanır.

Türklerin Anadolu’ya gelişi ise yaklaşık bin yıl öncedir ve genellikle bu tarih bir milat olarak kabul edilir.

Oysa Türkler Anadolu’ya gelmeden önce de, Müslüman Kürtler ve Araplar bu topraklarda birlikte bir hayat kurmuşlardı.

Birlikte siyasi idareler kurdular ve bu birliktelik her şeylerine yansıdı:
Yeme içme alışkanlıklarına, müziklerine, kültürlerine, davranış biçimlerine, kılık kıyafetlerine...

Peki, siz bu muazzam tarihî birliktelikten neden bu kadar rahatsız oluyorsunuz?

Türkiye bugün yeniden ümmet fikrine yöneliyor.

E, ümmet ne demek?

Lütfen, “özgürlükler” adına bir dönüp bakın.

Doğup büyüdüğünüz Manisa’ya bakın; ki sizin de oraya Balkanlardan geldiğiniz söyleniyor.

Bir çıkın da Adana’ya, Mersin’e gidin.

Hadi Hakkâri’ye, Beytüşşebap’a, Ardahan’a, Kars’a gidemiyorsanız bile, hiç değilse Adana’ya, Mersin’e uğrayın.

Bir de, sizdeki bu Arap karşıtlığı neden bu kadar keskin?
Araplar size ne yaptı?

Sayın Özgür Özel, şu an partinizin yönettiği iki büyük şehrin, Mersin ve Adana’nın belediye başkanları Nusayri Arap, yani Arap Alevileridir.

Eğer Adana, Mersin ve özellikle Hatay’da Nusayri Araplar partinize oy vermese, bir muhtarlık bile kazanmanız mümkün olmaz.

Hele bir gel bakalım; Adana Arapları nasıldır, Mersin Arapları nasıldır, Hatay Arapları nasıldır?

Nusayrileri, Alevileri bir kenara bırakalım; Reyhanlı’da Sünni Araplar var, Urfa’nın Harran ilçesinde yine Sünni Araplar yaşıyor. Gel bir Mardin’e kadar uzan, gör oraları da.

Türkiye’de ne kadar Arap nüfusu var ve bu insanların siyasal davranışları nasıldır?

Kürtlerle, Türklerle olan ilişkileri nasıl şekilleniyor?

Eğer sen hâlâ Adana’daki, Mersin’deki -partinin siyasal varlığı açısından son derece önemli olan- Nusayri Arapları yeterince tanımıyorsan; onların sofralarına oturmadıysan, geleneklerini, göreneklerini yerinde gözlemlemediysen, Hatay’a hiç gitmediysen;

Künefenin Hatay’a nereden geldiğini bilmiyorsan; künefenin merkezi Nablus’u, Şam’ı, Halep’i, Musul’u, Bağdat’ı görmediysen...

O zaman neyi anlatıyorsun?

Bugün Türkiye, yeni bir Ortadoğu’nun kurulmakta olduğu tarihsel bir dönemin içindedir.

Bin yılı aşkın süredir birlikte yaşadığı Kürt, Arap ve Türk halklarıyla -ki bu halkların bir kısmı Türkiye sınırları dışındadır; örneğin Halep Türkmenleri, Kerkük ve Erbil Türkmenleri- yeni bir yaşam alanı, yeni bir bölgesel havza içinde siyasal, kültürel ve ekonomik bir birliktelik kurmak istemektedir.

Peki, bunun nesi yanlış?

Efendim, deniliyor ki: "Tayyip Erdoğan bunu kendi siyasi çıkarları için kullanıyor."

Olabilir. Belki böyle bir amacı yoktur.

Belki sadece bir kez daha cumhurbaşkanı seçilmek istiyordur.

Ama bir kez daha seçilmek istemesi ayrı bir meseledir; bu projenin doğruluğu ise bambaşka bir konudur.

Cumhurbaşkanı Erdoğan doğru işler yapıyorsa, desteklersin.

Yanlış yapıyorsa, bu Türk-Arap-Kürt ittifakını içi boş bir söyleme dönüştürüyorsa, sağlam bir kardeşlik tesis etmiyorsa, süreci boş bırakıyorsa… o zaman eleştirirsin.

Sen doğrusunu ortaya koyarsın.

Bizim de durduğumuz yer tam olarak burası.

Yani biz, ne Sayın Erdoğan’ın ne de AK Parti’nin yanlışlarının savunucusuyuz; ne içeride, ne dışarıda.

Ama eğer doğru bir hedef gösterilmişse, sağlam bir çerçeve çizilmişse, biz bu çerçeveye "doğru" deriz.

İçinin doldurulması için elimizden gelen gayreti gösteririz; süreci denetler, takip ederiz.

Deniliyor ki: "Samimi değiller."

Peki, samimi değillerse sen üzerine gidersin; doğrusunu yapmaları için baskı kurarsın, talepte bulunursun.

Cumhuriyet Halk Partisi’nin söylemleri ise artık toplumda karşılık bulmayan, içi boş söylemler hâline gelmiştir.

Adana’da, Mersin’de, Antakya’da bile etkisini yitirmiştir.

Bırakın Şam’ı, Halep’i, Beyrut’u... Hakkâri’de, Urmiye’de, Tebriz’de bile geçerliliği olmayan bu anlayışla bir yere varılamaz.

Az önce örnek verdim: Flamanlarla Hollandalıların mezhep farklılıklarını anlattım.

Sırpların, Hırvatların ve Boşnakların aynı etnik kökene ve aynı dile sahip olmalarına rağmen üç farklı kültür ve üç ayrı devlet kurduklarını anlattım.

Sayın Özgür Özel, senin kafandaki Türklük nasıl bir Türklük?

Dön bir tarihe, bak:

500-600 yıldır, Osmanlı’dan bu yana, İran ve Azerbaycan’daki Azeri Türklerle Anadolu Türkleri ortak bir devlet kuramamış, birlikte bir hayat inşa edememişler.

Neden?

Tam daburada mezhep ve inanç farklılıkları devreye giriyor.

Bunları aşmamız gerekiyor.

Mezheplerin, inançların üzerinde bir anlayış…

Hatta inançsızlık -yani hiçbir şeye inanmamak bile- bir inançtır.

Tüm bunların üstünde demokratik bir birliktelik kurmalıyız.

Ama yüzyıllardır süregelen ortaklıklarımızı;

Yememizi, içmemizi, düğünümüzü, kıyafetimizi, kültürümüzü, taziyemizi bir kalemde geride bırakamayız.

O yüzden, lütfen bir Azerbaycan’a gidin.

Bir de Kürdistan’a gidin.

Acaba Sayın Özgür Özel hiç Erbil’e gitti mi?

Süleymaniye’yi ziyaret etti mi?

Barzan Dağları’nı gezdi mi?

Oraları gezememiş olabilir...

Peki, Adana ve Mersin’e kaç kez gitti ve oradaki Araplarla nasıl bir etkileşim kurdu?
Hataylıları, oradaki insanları anlamaya çalıştı mı?

Bu nedenle, değerli arkadaşlar, gelin bu tür polemiklerin dışına çıkalım.

Eğer doğru bir şey, AK Parti ya da Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın ağzından dile getirilmişse -ona ne kadar karşı olursanız olun- doğru olanı desteklemek, yanlışları ve eksiklikleri eleştirmek ve bir konu istismar edildiğinde buna karşı durmak hem sizin hem bizim görevimizdir.

 

Kaynak: Independent Türkçe

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR