Davut GÜLER GÜLER

Tarih: 17.12.2020 14:49

Özgün İrade Dergisinin 200. Sayısı ve Bir Veda Yazısı Daha...

Facebook Twitter Linked-in

Özgün İrade dergisinin vefalı ve fedakâr yazar ve okuyucuları bir yandan dergimizin 200.sayısının heyecanını yaşarken diğer yandan bir veda yazısı yazıyoruz. Kaderin insanı hem ağlatması hem de güldürmesi buna denir diyebiliriz.

17.yılından 8 ay almış bir Dergi’nin kısaca hikâyesini hatırlamayı bir sorumluluk olarak görüyorum. Bir Kızılderili atasözü var “Her bir hikâyenin başka bir anlatımı vardır.”Özgün İrade Dergisi’nin de bir hikâyesinin öncesi ve sonrası var.

Hikâyenin öncesine kısa bir yolculuğa çıkalım derim: 28 Şubat post modern darbesinden nasibini almış irili ufaklı her İslami yapı kendi imtihanlarını veriyorlardı. 28 Şubat post modern darbenin ilk kurbanları başörtüsü mağduru hanımlardı. Yakın tarihe damgasını vurmuş bu mağdurelerin imtihanlarının miladı bir darbe sonrası denilebilir. 1980 askeri darbesinden sonra aralıklarla da olsa devam etmişti. Ta ki Ak Parti iktidarının 3.dönemine kadar bu süreç sürdü.  Ve bir gün baktık ki Davutoğlu’nun Başbakanlığı döneminde; İlköğretim de dahi kız çocukları eğer kendileri istiyorlarsa başörtüsü takabileceklerini hatta Emniyet mensubu bayanlar ve modern yaşamın vaz geçilmez savunucusu olan TSK’da bile isteyen bayan subaylar başörtüsü /(türban )takabilirler, icaz hükümetten gelmiş toplumsal kesimler ve siyasi çevreler büyük oranda bu başörtüsü gerçeğini kabullenmiştiler.

Biz neye/nelere şahit olmuştuk, bu şahitliklerimiz bize hatırlatmıştır ki; 1980-2000 yılları arası yaşanan olaylara kısa da olsa bakacak olursak; 1979’da Afganistan SSBC tarafından işgal edildi ve yine aynı yıl İran Şahı ülkeyi terk etti, İmam Humeyni önderliğinde İran İslam Cumhuriyeti kuruldu. 1980 12 Eylül askeri cunta tarafından Türkiye’de darbe yapıldı, tüm siyasi parti ve siyasi dernek ve vakıflar kapatıldı. 22 Eylül 1980’de Irak güçlerinin İran’a saldırmasıyla 8 yıl sürecek olan ve milyonlarca insanın öldüğü savaş başlamış oldu. 6 Ekim 1981’de Mısır’da Halid İstanbuli önderliğinde bazı İslamcı subaylar bir askeri törende düzenledikleri saldırı sonucu Devlet Başkanı Enver Sedat ve bazı yetkililer öldürüldü. Lübnan’ın geleceğinde belirleyici bir güç olan Hizbullah 1982’de kurulurken, katil İsrail Lübnan’da bulunan Sabra ve Şatilla kamplarından (750 ile 3500 arasındadır) Müslüman'ı katletti ve aynı yıllarda Lübnan’da karargâh kurmuş olan FKÖ önderliğindeki Filistinli güçler Lübnan’ı terke zorlanarak Tunus ve bazı Arap ülkelerine dağıtıldı.

1980 askeri darbesi sonrası askeri cuntanın siyasi hareketlerin üzerinden silindir gibi geçmesi sonucu tüm siyasi hareketlerin yeraltına çekilmeleri veya bir tasfiye sürecine girmeleri gibi bir fetret dönemi yaşandı. Fetret dönemi aynı zamanda bir tefekkür ve yeni yol arayışları ve çıkış yollarının da habercisidir.  Bizim kuşak için 1970-1980 dönemi bitmiş, 1980-1990 döneminin yol işaretleri belirlenmeye başlamıştı. Yeni dönemin İslamiliğinin söylemi/retoriği; Tevhidi Müslümanlar, İnkılapçı Müslümanlar, Bağımsız Müslümanlar gibi isimlerle anılırlarken, en önemli görünür yanları ise parti, tasavvuf ve sistemin kurumlarına yönelik sert tutum ve tavır alma karşıtlığıdır.

Özellikle büyük şehirlerde ve bu şehirlerdeki üniversitelerde öbekleşen kız ve erkek öğrenciler varlıklarıyla dikkat çekiyorlar. Özellikle sivil ve askeri bürokrasi kız öğrencilerin görünürlüğünü hazmedemiyorlar ve 80’li yılların sonuna doğru başörtülü öğrencilere yönelik kısıtlamalar geliyor. 1988’de Irak-İran savaşı Irak’ın Birleşmiş Milletlerin ateşkes kararını kabullenmesiyle milyonlarca Müslümanın ölümüne sebep olan bu kirli savaşta bitiyor ve 1989’da İmam Humeyni ölüyor. 10 yıllık Afgan-Rus savaşından sonra yine milyonlarca Müslümanın ölümüne sebep olan savaş bitiyor ama yeni bir savaş başlıyor, Müslümanın Müslümanla savaşı.. Afgan-Rus savaşı sonrası iki önemli gelişme oluyor. Bu iki süper güç arasındaki soğuk savaş bitiyor ve Batı düşman konseptini değiştirerek “kızıl”dan “yeşil”e dönüyor. Yeni düşman “İslam” olarak ilan ediliyor, İslam dünyasından gelen tepkiler üzerine “İslami terör” olarak adlandırılıyor.

1990- 2000’li yıllarda İslam dünyasının değişik ülkelerinden yükselen İslami muhalefet bu ülkelerdeki otoriter rejimlerce doğmadan boğulmaya çalışılıyor. Cezayir, Tunus ve Türkiye örnekleri gibi Cezayir’de FİS (İslami Selamet Cephesi), Tunus’ta Nahda Hareketi ve Türkiye’de ise Refah ve Fazilet Partileri arka arkaya kapatılıyor. Türkiye’de 28 Şubat kararlarıyla İslami yapılar bir süreç dâhilinde operasyonlarla büyük yaralar alıyor. 1993’de Sivas olayları, Gazi olayları, laik ve Kemalist bazı şahsiyetlere yönelik terör olayları ve İslami Hareket olarak bilinen daha çok Batman merkezli bir yapıya yönelik operasyonlar o gün itibarıyla dikkat çekiyor. 28 Şubatçılar İmam-Hatiplere yönelik operasyonlarıyla hem başörtüsü ve hem de İmam-Hatipleri pasif duruma düşürerek dini görünürlüğü minimum düzeye indirmede görece de olsa başarılı oluyor. Kemalist rejim bir mevzi daha kazanıyor. 1980’den itibaren Suriye rejiminin himayeleri altında olan PKK’nin başı olan Abdullah Öcalan, Türkiye’nin baskısı sonucu; 17 Ekim 1998’de Öcalan Suriye’den ayrılıyor. Üç gün sonra iki ülke yetkililerince imzalanan Adana Mutabakatı  gereği, Öcalan için Bekaa’dan yani artık Suriye’nin himayesinde barınma imkânı kalmıyor. Abdullah Öcalan küçük bir dünya turu attıktan sonra İsrail ABD işbirliğiyle paketlenerek Ecevit hükümetine teslim ediliyor. Ecevit bile bu olaya hayretini gizleyememişti; “Abdullah Öcalan bize niye teslim edildi” demişti. Bu olayla 1992’de Kuzey Irak’a ve 1997’de Kandil’e yerleşen PKK’nin iki merkezi oluyor. Abdullah Öcalan İmralı’da devletin denetiminde, sözde PKK önderliği de Kandil’de (ABD, Bölgesel Kürt Yönetimi ve İran’ın) himayesinde onlarca yıldır düşük yoğunluklu bir savaş sürüyor.

2000-2010’lı yıllarda 28 Şubatın muktedir zihniyeti kendi içinden çürümeye giderken ve buna rağmen toplumun dindar kesimine yönelik operasyonlar da devam ediyor. 1990’nın sonları 2000’nin başlarında İstanbul’un dindar kesiminin üzerine bir hayalet gibi çöken ve belli şahsiyetlerin kaçırılması ve akıbetlerinin belirsizliği gözleri toplum nezdinden Hizbullah olarak bilinen örgüte yöneltiyor. 17 Ocak 2000 Beykoz operasyonuyla örgüt lideri Hüseyin Velioğlu öldürülüyor ve örgütün üst düzey iki yöneticisi tutuklanıyor. Mezar evlerle örgütün kara yüzü gün yüzüne çıkıyor. Operasyonlar birbirini takip ediyor; 2000 (06-07 Mayıs) tarihlerinde Selam ve Tevhid örgütü ve 27 Eylül 2000 de ise daha çok Malatyalılar, Değişim- Şafak ve Türkiye İslami Hareketi olarak bilinen bu yapı da operasyonlardan nasibini almış oluyor.

27 Eylül 2000 tarihinde başta Malatya merkezli ve özellikle de Malatya’daki başörtüsü mücadelesi veren gerek Malatya’da gerek halk ve gerekse üniversitede en geniş tabanlı öğrenci potansiyeline sahip olan İslami Dayanışma Vakfı yöneticileri hedef seçiliyor. 28 Şubat zihniyetinin zinde güçleri bu kesim Müslümanlara yönelik operasyonla “Hedef Operasyonu” özellikle yönetici kesim bir gece baskınıyla toplatılıyor. Bizi de içine alan bu operasyon, 27 Eylül gece saat 12 de başlatılıyor, aynı gece 34 değişik il ve ilçelerdeki arkadaşlarımız toplatılıyor. İstanbul’da operasyonu yöneten terörle mücadele ekibinin elinde 35-40 kadar arkadaşımızın isimleri var. Benim de içinde olduğum 24 arkadaşı ellerindeki adreslerde toplayarak 7 gün terörle mücadele dairesinde sorgulandıktan sonra savcılıkça takipsizlik kararı verilerek hepimiz serbest bırakılıyoruz. Terörle mücadele bu arkadaşlarımızı tam 5 yıl her ay kontrol etmek üzere takip ediyor. Bu operasyon sonrası Malatya ve Ankara’daki arkadaşlarımız özellikle gözaltındayken daha sıkıntılı günler geçiriyorlar.

“Hedef Operasyonu”nun mağduru olan arkadaşlarımızdan Malatya, Antep, Kayseri, Elbistan ve Elazığ’dan tutuklamalar olmuş bunların bir kısmı 2 ay, bir kısmı 3 ay, bir kısmı ise 5ve 12 ay arası cezaevinde yatarak çıkmışlardı. O günün muktedirleri bu arkadaş çevresinin hiç hak etmedikleri bir suçlamayla bu davayı “terör örgütü” davasına sokarak arkadaşlarımızı değişik cezalara çarptırdılar. İki arkadaşımız 9,5 yıl hapis yatmak durumunda kalmışlardı.

2000-2020’li yılları tekrar bir hatırlarsak; iktidarda olan Ecevit’li koalisyon hükümeti 2001 krizini yaşıyor, halkın hükümete güveni gün geçtikçe düşüyor, kapatılan Fazilet Partisi içindeki yenilikçi ve gelenekçi her iki kanat kendi partilerini (AK Parti ve Saadet Partisi) kuruyorlar. Son devrin siyasetini belirleyen Bahçeli artık bu hükümetin ülkeyi yönetemeyeceğini anlayınca erken seçim çağrısı yapıyor ve ülke 2002. 3. Kasım’da erken seçim kararı alıyor. 3 Kasım seçimlerinin galibi AK Parti oluyor. Oluyor ama Partinin genel başkanı yasaklı olduğu için hükümeti Abdullah Gül kuruyor. Mecliste tek grubu olan partinin genel başkanı yani Baykal’ın bir himmeti sonrası Tayyip Erdoğan hem milletvekili ve devamında Başbakan oluyor. Artık devir değişmiş dün öteki olarak görülenler iktidar olmuşlar ama henüz daha muktedir olamamışlar. Siyaset cephesinde bunlar yaşanırken cemaatler veya hareketler açında ise mahkemeler ve sıkıntılı yeni bir süreç başlamış oluyor.

2000’li yıllardan itibaren yeni bir süreç başlıyor, demiştik; “17 Ocak Beykoz operasyonu”, “6-7 Mayıs Tevhid-Selam operasyonu”, 27 Eylül “Hedef Operasyonu”, 15-25 Kasım 2004’de birçok noktaya düzenlenen bombalı olaylar birlikte İslami çevrelere yapılan operasyonlar zinciri, operasyonlar sonrası bu çevreler bir suskunluğa giriyor. Artık bu çevreler için yeni bir dönem başlıyor. Herkes yeni duruma göre bir yol arayışındalar. Her yapı bir yaprak dökümü sürecine giriyor, bu panik sonucu yapılara mensup her bir birey kendilerini nasıl koruyacakları refleksine giriyor, biraz daha eke olanlar bir diğerine nasihatlerde bulunuyorlar. Ne nasihatler; kimi bu iş (dava-hareket) bitti. Gençlere gidin aşk yapın diyenlerden! İşinize gücünüze bakın nasihatinde bulunanlar! Bir şeyler yapmalıyız diyenlere kendinize iş mi arıyorsunuz diyen büyüklerimiz (!), daha neler neler…

İşte bu süreçte hayırhah nasihatler ve temkin uyarılar yapanlar, başgöz üstüne, bunları anlamak ve dikkate almak bir mümin sorumluluğudur. Mücadele dediğimiz uğraşı, çaba; karda, kışla, ayazla ve temmuz sıcaklığıyla karşılaşacağını onca yaptığımız ders halkalarında birbirimize anlatmamış mıydık, bir yıl boyunca kendi aramızda işlediğimiz derslerden biri “imtihan” değil miydi? Farklı bir şeyle mi karşılaştık? Bu soruları haklı olarak daha da çoğalta biliriz.

Biliyorum uzun bir girizgâh oldu konumuz dergiydi, derginin hikâyesine şimdi başlayabiliriz. Nasıl bir iklim içinde “Özgün İrade Dergisi”nin çıktığının daha iyi anlaşılması için ve buralara nerden geldiğimizi, nelere şahit olduğumuzu ve hangi badirelerden geçerek geldiğimizin daha iyi anlaşılması için bu girizgâhı bu hikâyeyi anlattım. 27 Eylül 2000’deki operasyonun bütün sıcaklığı devam ediyor, yönetici arkadaşlar emniyet güçlerince adım adım takip ediliyor. Özellikle Malatya hem operasyonun merkez üssü olması hem de şehrin küçük olması hasebiyle yönetici arkadaşların hareket alanı daraldıkça daralmıştı. Malatya’ya gittiğimde bunu açıkça gördüm ve en azından Ramazan Hocanın bir yer değiştirmesinde fayda var, diye düşündüm ve bu düşüncemi bazı arkadaşlara açtım çoğunlukla uygun gördüler, bu düşüncemi Hocayla paylaştım o da kendince düşünüp gerekli istişarelerini yaptıktan sonra fikrini bize bildirdi ve fikri olumluydu.

Ramazan Kayan hoca 2002’nin Ağustos ayında İstanbul’a taşındı. Hayat devam ediyordu, ne iş yapabiliriz sorusu bizi meşgul ediyordu, ben vakfa takılıyordum ama orası öyle imkânı olan bir yer değil, sadece bir arkadaş istihdam edebiliyorduk. Ben bir öğretmen hanımla evliyim ama başörtüsü davasında o da görevden atılmış ama ta küçüklüğünden beri kendince ticaret yapan biri olduğu için en azından evin masraflarını çıkaracak işler yapıyor, evde bizim olduğu için çok şükür kira sorunu yok, rutin hayatımız devam ediyor. Ramazan hoca ise 2001’de emekli olmuş kirasını karşılayacak bir gelir var ama beş kişilik bir aile ne yapacak, o yıllarda İhsan’da tekrar İstanbul’a taşınmış onunda yaptığı bir iş yok, yenge hanım mühendis ama mesleğiyle ilgili bir iş yapmıyor, çevrede bazı öğrencilere özel dersler vererek evin bütçesine katkıda bulunuyor. Bu şartlarda biz üçümüzde ticaret adamı değiliz, ne yapabiliriz diye bir birimize soruyoruz. Sonra yayıncılık yapma konusunda anlaştık ve 2002’nin Kasım ayında Çıra Yayınlarını kurduk ve ilk kitaplarımızı çıkarmaya başladık, Vakıf 2011’de kendi binasına taşınıncaya kadar yayıneviyle birlikte aynı mekânı paylaştı.

2004 yılında vakıf etrafındaki arkadaşlarla da istişarelerimiz sonrası kitap yayıncılığının yanında aylık bir dergi çıkarma konusunda da fikir birliğine vardık ve 2004’ün Mayıs ayında dergimizin ilk sayısını çıkardık. Dergiyi nasıl çıkardık; o gün itibarıyla küçük bir hesap yaptık, aylık bir derginin maliyeti (kâğıt ve matbaa) kabaca 2000 TL’ye mal oluyor. Bize güvenen ve bu derginin bir alan dolduracağına inanan birkaç imkânı olan arkadaştan en azından bir yıllığına bize yardım etmelerini istemeyi uygun gördük. Hatırladığım kadarıyla önce aile şirketi olan bir kardeşimize gittik ve durumu izah ettik, muhatap olduğumuz arkadaş güzel bir fikir verdi; yapacağınız işi bir masa gibi düşün ve bizi o masanın bir ayağı olarak kabul edin ve gidin kendinize üçayak bulunuz. Arkadaştan ayrılırken çok rahatlamıştık, diğer bir arkadaşa gittik o da olumlu cevap verince bu iş olacağına daha da inandık ve yine aile şirketi olan başka birine gittik fakat o arkadaşlar bizi hayal kırıklığına uğrattılar. Bu arkadaşlarımız hayır yapan ve gözleri gönülleri tok olan kerim arkadaşlar ama bu konuyu ya biz gereği gibi anlatamadık ya da onlar anlamak için bir çaba göstermediler. Abiler bizi mazur görün bu konuya destek veremeyeceğiz diyerek güzellikle bizi yolcu ettiler. O arkadaşlardan bu cevabı alınca kimseye gitmemeye karar verdik. Arkadaşlarla o masa metaforundan hareketle masadan iki ayak tamam diğer iki ayak içinde üçüncü bir ayak olarak derginin kendisi yani bu dergiyi bedava dağıtmayacağımıza göre bir ayak olarak onu düşünelim ve diğer dördüncü ayağı da bir iki tane reklam alırsak dergiyi rahatlıkla çıkarabiliriz dedik ve derginin ilk sayısını 2004 Mayıs ayında 1500 adet olarak çıkardık. Yine burada bu bağlamda olduğu için bir konuyu hatırlatmada fayda görüyorum çünkü zaman içinde derginin en önemli saç ayaklarından biri konumuna geldi. Dergimizin Malatya temsilcisi bu kardeşimiz (İshak Güven) kendi ile ilgili bunu (konuyu) çokça hak ediyor.

İshak Güven kardeşimle 2004’ün Ocak ayında kara yoluyla kasap olarak hacca gittik gerek yol boyunca ve gerekse de kasaphanede beraber kaldığımız sürece bol bol dertleştik ve gelecek hayallerimizi konuştuk. İshak kardeşimiz o tarihe kadar Sahil Çay ocağını muhafaza etmiş kendince orayı bir Dar’ül Erkam olarak görmüş ve mevzi olarak ne pahasına da olsa orayı koruma ruh haline/refleksine girmiş fakat görünen o ki, artık tıkanmış orayı çevirmekten zorlanıyor ve onun sancısıyla kıvranıyor. İshak kardeşime dergi projemizi anlattım ve birkaç aya kadar hayat bulacağını, derginin temsilciliğini kendisine verebileceğimizi eğer kendisi de isterse. Ramazan hocanın içinde olduğu bir şeyi duyması ayrıca ona memnuniyet tebessüm verdi. Hocaya muhabbetinden dolayı da çok sevindi ve bu işi seve seve yapacağının ışıklarını gözlerinden tabir caizse okudum. Onun derdi insanlardan ayrı düşmemek, bu yeni durum bir nebze de olsa onun hayallerini süslüyordu.Dediğimiz tarih geldi ve derginin ilk sayısı çıktı, İshak kardeşimiz 150 adet dergi istedi ve o sayı her sayıdan artarak devam etti. İshak kardeşimiz derginin ilk sayısından ve bu çıkacak olan şimdilik son sayısı diyelim, evet bu sayıya kadar canla başla uğraştı ve dergiyi tüm yaşanan olumsuzluklara rağmen tek başına omuzladı diyebiliriz. Bu 17 yıllık zaman diliminde her Malatya’ya gittiğimde mutlaka 5-10 arkadaşı beraber ziyaret ediyoruz, bu ziyaretlerimizle ne kadar mutlu olduğunu her halinde belli ediyordu. İshak kardeşimizin bu fedakârlığı karşında kendimi çok mahcup hissediyorum ona karşı sözümü tam yerine getiremediğim için de kendimi sorumlu hissediyorum. İshak kardeşim beni iyi tanıdığı için beni anlayışla karşılayacağını da düşünüyorum, ben (biz) o kardeşime hakkımı(zı) helal etti(m)k o da bize dergiyle ilgili inşallah hakkını helal etmiştir.

Özgün İrade Dergisi 2000 sonrası fetret diyeceğimiz bir dönemde çıktı. O günleri hatırlayan arkadaşlarımız takdir ederler ki bu dergi bir fonksiyon icra etmiştir. Her vicdan sahibi arkadaşımız bu hakkı takdir edecektir. Bunu insanlarımızın vicdanına havale ediyorum. İrade dergisi, dergilerin içerisinden uzun ömürlüğü açısından istisnaların içinde yer aldığını düşünüyorum.

Dergiyle ilgili fazla bir şey söylemeyi düşünmüyorum. O (dergi) kendini bugüne kadar anlattığı kadar anlatmıştır diye kabul ediyorum. Son sözler olarak diyeceğimiz; genel anlamda bu derginin 200. Sayısına kadar yaşamasına emeği geçen her bir arkadaşımıza teşekkür ediyorum, rabbimden her bir satırı için mükâfat vermesini ve kalemlerinin mürekkebinin kurumamasını niyaz ediyorum. Hatırladığım kadarıyla her bir yazarımızın, dergiden farklı zamanlardan görev almış arkadaşlarımızın, temsilci konumunda olan kardeşlerimizin ve reklam vererek katkıda bulunan kurumlarımızın isimlerini anarak kayda geçmesini istiyor ve bu temenniyle yazımı tamamlıyorum.

2004 Mayıs’da çıkardığımız ilk sayımızdan itibaren yazılarıyla dergiye katkıdan bulunan ve dergimizin mimarlarından hem yazar hem de yönetici olan Ramazan Kayan Hocaya, Ümit Aktaş’a, İhsan Eliaçık’a, Abdulaziz Tantik’e, Mehmet Duman, Mikail Alkan’a, Mehmet Aytekin’e, Mehmet Turgut’a, Av. Veysel Dağaşan’a, Av. Nevzat Yolcu’ya, Av. Mehmet Yel’e,Yahya Ayyıldız, Hanifi Tosun’a, renkli baskılar hariç derginin çoğunlukla basıldığı matbaa yani Step Ajans’a, teknik serviste emeği geçen Mehmet Şerefoğlu, merhum Ahmet Özçelik, hassaten Murat Acar ve Mehdi Yılmaz’a teşekkürlerimi bildiririm. İlk sayısından itibaren yazıları yayınlanan; Atasoy Müftüoğlu, Turan Kışlakçı, Halit Çelik, Orhan Kıtay, merhum Fikret Özdemir, Necip Cengil, Serdar Demirel, Ali Bulaç, Mehmet Yolcu, Nazif Deveci, vahdettin Işık, Hasan Eker, Hasan Postacı, Nurettin Kalgı, M. Metin Zirek, Esan Gül, Ferhat Dalaman, Yusuf Tosun, Suat Köçer, Adil Akkoyunlu, Gazi Kılıçparlar, Süleyman Dağ hoca, Mehmet Alptekin hoca, Abdurrahman Ateş hoca, Metin Kaya, Abdulbaki Çağatay hoca, Mustafa Doğu, Nezir Ergenç, H. Mehmet Dervişoğlu, Ersin Eryılmaz, Enes Tarım, Av. Cüneyt Toraman, Nuri Yılmaz, Mustafa Gül hoca, Bülent Acun, Muhammed Yetiş, Aziz Darıcı, Bilal Sambur hoca, Yusuf Yavuzyılmaz, Bayram Yılmaz, Ferhat Özbadem, Nihat Karademir, Nusret Aydemir, Ahmet Mercan, Masum Deniz, Necla Arpa Gülaçar, Celal Tahir, Seyit Ahmet Uzun, Mesut Aydın, Yunus Çolak, Şakir Kurtulmuş, Muhittin Bağcı, Engin Aslanargun, Yasin Erkuş, Ahmet Günhan, Fatma Turan, Sait Alioğlu ve ayrıca Özgün Aile ekimizden yazan kadın ve erkek yazarlarımız ve ismini hatırlayamadığım veya unuttuğum kadın ve erkek yazarlarımızın her birine, yine bu süreçte reklamlarıyla bizi destekleyen başta MİMSAN yönetim kurulundan Enver ve Ahmet İlhan kardeşlere, Malatya Belediyesi eski Başkanları Ahmet Çakır ve H. Uğur Polat’a, Ahmet Sungur ve bacanağı İbrahim’e.., Çağrı marketlerinin değerli yöneticileri ve ismini hatırlayamadığım firmalarımızın her birine, bu süreçten bizi destekledikleri için teşekkür ederim, rabbim onlardan razı olsun. Bir de teşekkürü ve daha fazlasını hak eden, 200 sayıdır dergimize abone olan veya temsilciliklerimiz vasıtasıyla dergimizi alan çok değerli okuyucularımıza da her birine ayrıca teşekkür ediyorum, onlar biliyor ki eğer onlar olmasaydı bu dergi olmazdı, rabbimden onlara duacıyım, haklarını helal etsinler. Tekrar herkesten helallik istiyoruz, haklarını helal etsinler, bizden taraf helal olsun.

Bunları niye anlattım, ne demiştik sözün başında “Her bir hikâyenin başak bir anlatımı vardır” Kızılderililerin atasözüyle başlamıştık. Bu son anlattıklarım bu zamana kadar (27 Eylül 2000 ve sonrası 2020’e kadar zaman dilimi..) büyük orandan bizim kuşağın anlayacağı bir süreci anlattık. Özgün İrade dergisi açısından bir süreç tamamlanıyor. Rabbim izin verirse biz farklı zeminlerden yine mesajımızı iletmeye çalışacağız. Haber Duruş’da bizi takip edebilirsiniz. Aziz dostlar hepiniz Allah’a emanet olunuz. Selam ve dua ile…

 


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —