İnsanlık, kendi elleriyle kurduğu modern dünyanın içinde kaybolmuş durumda. Bilim ilerledi, şehirler büyüdü, teknolojiler gelişti; fakat insanın kalbi daraldı, ruhu yoksullaştı. Artık bilgi çoğaldıkça hikmet azalıyor, iletişim arttıkça anlam kayboluyor.
İşte bu noktada tarih, bize yeniden dönüp bakmamız gereken dört büyük sesi hatırlatıyor: İbn Haldun, Muhammed İkbal, Ali Şeriati ve Aliya İzzetbegoviç.
Bu dört düşünür, yalnızca kendi çağlarının değil, bütün insanlık tarihinin ruhuna dokunmuş kişilerdir. Her biri farklı bir coğrafyada, farklı bir zamanda yaşamış olsa da ortak bir kaygıyı taşırlar: insanın varoluşsal anlam arayışı ve toplumların adalet temelinde yeniden inşası.
Bugün klasik ve aydınlanmacı paradigmalar, artık ruhunu yitirmiş birer beden gibidir. Onları “ilahi” kavramlarla süsleme çabaları, ölü bir medeniyetin yüzüne sürülen makyajdan başka bir şey değildir. Bu makyaj, çürüyen aklın kokusunu bastıramaz; sadece ölümün hakikatini bir süre erteler.
Nihilizm, yani hiççilik, insanın hayatı anlamlandıran tüm değerleri kaybetmesidir. Modern çağın bu görünmez tünelinde birey, artık neye inandığını, neden yaşadığını, nereye ait olduğunu bilemez hale gelmiştir. Sahip oldukça boşalan, bilgi arttıkça hikmetten uzaklaşan bu insan tipi; ruhunu, aklını ve yönünü kaybetmiş bir yolcudur. İşte bu yüzden “nihilizmin tüneli” yalnızca bir felsefi kavram değil, insanın kendi iç çöküşünün karanlık bir metaforudur.
İbn Haldun’un ifadesiyle her medeniyet, kendi iç çöküşünün tohumlarını taşır. Bizim çağımızın çöküşü ise bilgiyi hikmetten, aklı imandan, özneyi hakikatten koparmasında gizlidir. Bu kopuş, sadece düşünceyi değil; ruhu, ahlakı ve toplumsal adaleti de kurutmuştur.
İkbal’in dediği gibi, “Mümin, tarih yapan bir kudrettir; tarih tarafından yapılan bir nesne değil.”
Fakat bugün insan, kendi eliyle ürettiği teknolojinin, ideolojinin ve sistemlerin kölesi haline gelmiştir. Modern insan Tanrı’yı değil, kendini unuttu; unuttuğu kendiliğini ise “ilerleme” adıyla pazarladı.
Ali Şeriati’nin uyarısı nettir: “Düşünmek ibadettir, ama düşünmeden inanmak putperestliktir.”
Biz, düşünmeyi unuttuğumuz yerde imanımızı; iman ettiğimizi sandığımız yerde ise özgürlüğümüzü kaybettik.
Aliya İzzetbegoviç’in ifadesiyle, “Doğu’nun inancı ile Batı’nın aklı birleşmedikçe insanlık kurtulamaz.”
Yeni bir paradigma, işte bu sentezi kurmak zorundadır: Ne aklı dışlayan kör bir iman, ne de manayı reddeden kibirli bir akıl...
İnsanın hem ruhuna hem düşüncesine hayat verecek tevhidi bir bilinç doğmadıkça, bu nihilist gidiş durmayacaktır. O halde çağımızın görevi, sadece yeni fikirler bulmak değil, yeniden insan olmaktır.
Ne var ki nihilizmin etkisi yalnızca bireysel düzeyde kalmamıştır; artık toplumsal dokuyu da kemirmektedir.
Saygı, sevgi, değerler, tahammül, kabullenme, idare kültürü, birlikte yaşama, sulh, selamet ve anlaşma...
Bir zamanlar toplumun harcını oluşturan bu kavramlar, bugün alabildiğine yok olmuş; yerlerini şiddet sarmalına, öfke kültürüne ve benlik çatışmasına bırakmıştır.
Çünkü nihilizm, değerleri yıkarken sadece inancı değil, insanın insana tahammülünü de yok eder.
Anlamdan kopan insan, artık başkasına değil, kendi varlığına bile yabancı hale gelir.
Bizler, insanlık ailesi olarak bu dört şahsiyetin mirasından istifade ederek ya insanın varoluşsal çabasını yeniden temellendirecek ilkelerle yeni bir felsefi paradigma inşa edeceğiz, ya da bireyler olarak modern dünyanın nihilist tünelinde sessizce silinip gideceğiz.
Çünkü nihilizm, varlığı anlamsız, hayatı amaçsız, insanı ise tesadüflerin oyuncağı olarak gören modern bir karanlıktır.
Ve insan, anlamı, kaybettiğinde her şeyi kazanmış görünse bile aslında her şeyini yitirir.
Anlamı, ilmi ve doğruyu yitirerek yeryüzünde nefes alan ama varlığıyla yük olan bir fitneye dönüşür.
Kaynak: Urfa'nın Nabzı

