(Makasıd tarihselcilik mi (a)
Miras taksiminde erkeğe 2, kadına 1 hissenin verilmesini esas alan hüküm, yerleşik Arap geleneği ve Yahudi şeriatı dışında bir yenilik getiriyordu; bu durum bazı yabancı ve yerli oryantalistlerin iddia ettiğinin aksine, İslam Şeriatı ne Arapların hayat tarzının bir tekrarı –oryantalistler buna yanlış olarak “Arap örfü” diyorlar-, ne de Yahudilikten basit bir iktibastır. Taksim Kur’an tarafından vaz’edilmiş amir bir hükümdür. Bu hükmün kaynağı nedir?
Miras taksimini düzenleyen hükmün ilk kaynağı Hz. Peygamber (s.a.)’e gelen vahiyle mi yan taksim vahiyle mi hukuki bir mahiyet kazandı, yoksa daha önce de bu yönde bir fikir veya bir teşebbüs olmuş muydu?
Kaynaklar, eski cahiliye Arapları döneminde Zü’l Mecasidi’l Yeşkuri adında bir şahsın, ilk defa kız çocuklarına mirastan hisse verdiğini, paylaşımı da erkeğe 2, kadına 1 hisse şeklinde düzenlediğini yazmaktadır. Yeşkuri’nin bu taksimi o zamanın teamüllerine tamamen aykırıydı, muhtemelen tepkiyle karşılanmış, kabul görmemiş (Ali Osman Ateş, İslam’a göre cahiliye ve ehl-i kitap örf ve adetleri, Beyan y., İstanbul-1996, s. 381.), bu hükmün uygulaması İslam’ın gelişini beklemiştir.
Burada akla ilginç bir soru gelir. Yeşkuri, bu hükme nereden varmıştır? İki ihtimal söz konusu görünmektedir: Yeşkuri, ya fıtri ve akli olarak bu paylaşımın adil olduğuna hükmetmiş –ki temiz fıtrat ve selim akıl da ilahi bağış ve yetidir- veya esasında Hz. İbrahim ve Hz. İsmail’den kalan bir tatbikattan haberdar biri olarak buna başvurmuştur. Her hal-ü kârda Yeşkuri’nin ilahi hükmün muradı olan bölüşümde adalet ilkesini gözettiğini söyleyebiliriz. Miras bölüşümünde adalet, külfete göre nimet ilkesinin gözetilmesidir.
Şu halde muteber ve meşru bir usul olarak Makasıd yoluyla ulaşmak istediğimiz menzil, külfete göre nimet, emeğe göre hak taksim ilkesini esas aldığından, külfete göre nimet ilkesi adaleti tesis eder. Makasıd usulünü kullandığımız zaman 2’ye karşılık 1 oranını 1-1 şekline çevirdiğimizde ilahi murad, başka bir deyişle hükmün maksadı olan adalet ilkesini gözetmiş oluruz, bunun hükmü maksadıyla birlikte tarihe gömen tarihselcilikle karıştırmamak lazım, az ileride bu konuya dönme fırsatımız olacak.
7.)Belirtmek gerekir ki, Makasıd tarihselcilik değildir, yer yer bazı alanlarda örtüşseler de –bu yüzden iki okuma biçiminin aynı şeyler olduğu zannediliyor-, mahiyetleri itibariyle birbirlerinden hayli farklıdırlar. İlletlerine binaen hükmün maksadını evrensel-küresel addedenler tanım gereği tarihselci olamazlar. Tarihselci bakış açısına göre, tarihe ve tarihsel olgu ve olaylara aşkın bir güç ve irade müdahale etmez, başka bir deyişle ilahi bir güç (Allah, vahiy) tarihi yönlendirmez, tarihi sadece ve tamamiyle insan yapar; Tanrı, tarihin kendi iç dinamikleriyle ve yasalarla sürüp giden gelişmesini, seyrini değiştiremez. Dini olsun olmasın, hükümler belli bir tarihin şartları ve olgularıyla sınırlıdır, bir tarihsel hüküm sonraki tarihe referans olamaz, sonraki her olay ve olgu, kendisinden öncekilere göre ilerleme ve gelişme halini ifade eder. Durum böyle olunca sadece Yahudilik ve Hıristiyanlık değil, İslamiyet’in de hukuki teamüllerde esas alınmasını talep ettiği hükümlerinin bugün için bir değeri ve geçerliliği yoktur. Bu açıdan:
a.) Tarihselcilik, paradigması icabı hükmü tarhihsel zaman ve ortaya çıktığı toplumsal durumla ilgili sayar, hükmün maksadında, evrensel veya bugünkü deyimle küresel ilke veya mesaj aramaz
b.) Bundan dolayı tarihselcilikte hükümlerde illet aramanın lüzumu ve manası yoktur, hükme mesnet teşkil eden nassın nüzul veya vurud zamanına bakılır, bu da sadece hükmün oluştuğu tarihi şartları anlamak içindir
c.) Tarihselcilere göre İslam Şeriatında yer alan hükümler Arap örfünden kabul edilir, hatta İslami hükümler Arapların hayat tarzını yansıtmaktan öte gitmezler, hükümlerin çoğu Yahudilikten iktibastır, bu bakımdan İslamiyet’te orijinal şeyler aranmaz; Müslümanlığı geleneksel fakihlerin söylemleriyle ele aldığımızda Arap olmayan diğer kavimlerin tamamı Araplaşmış olur; oysa her kavmin veya insan topluluğunun kendine özgü “kültür”ü vardır.
Halbuki yukarıda ifade ettiğimiz üzere İslami hükümler ne Arapların hayat tarzının bir tekrarı ne de Yahudi şeriatından bir iktibastır. Arap örfünden devam ettirilenler ile Musa aleyhisselamın şeriatından alınanlar ilahi menşe’leri dolayısıyla İslam tarafından kabul edilmişlerdir. (Tarihselcilikle ilgili geniş bilgi için bkz. Ali Bulaç İle Tarihselcilik Üzerine, (Haksöz Dergisi, Haziran-Temmuz-2019, Sayı: 339-340.)
d.) Makasıdla takip edilen usul, hükmün indiği tarihsel zamanı ve toplumsal durumu esas alır –ben buna Vasat-ı hükm- derim. Esasında hükümlerin tamamı oluştukları geniş sosyo ekonomik, politik ve çevresel vasat/ortam, iklim doğru anlaşılmadan hükümler hakkında doğru bilgilere ulaşılamaz. Makasıd usulü, mevzubahs olan hükmün vasatı Nüzul veya vurud sebebini içine alır ama daha geniş bir sosyo politik ve ekonomik çerçeve çizer. Buna göre Vasat ve İllet hükmün teşekkülünde “etkileyici (müessir)”, maksad “belirleyici (muayyin)” rol oynar. Etkileyici ve belirleyici faktörler, yerli yerine oturtulmadığı zaman, hükümlerde içkin olan maksat ve hikmet ortaya çıkamaz.
8.) Makasıd’ın aksine, tarihselcilikte hüküm indiği zaman vetiresine ve hususi ortamla münhasır olduğundan hüküm bir daha geri gelemez, tarihe gömülür. Burada tarihselciler açısından büyük sorun ortaya çıkar, o da şudur: Eğer Kur’an’da yer alan hükümler Miladi 610 ile 632 yılları arasında ve bu tarihte yaşayan İslamiyet’i kabul eden Müslümanlar veya reddeden/inkâr edenlere mahsus olarak indirildiyse, hükümleri indiren yüce Allah’ta –haşa- üç büyük eksiklik söz konusudur:
a.) Allah, Arap yarımadası dışında kalan diğer beşer havzalarını ya göz önüne almamıştır veya haklarında bir bilgiye/ilme sahip değildir
b.) Aynı şekilde Allah, 610-632 yılları arasındaki tarihsel zamandan sonraki tarihi göz önüne almamış veya –şimdi Abdulaziz Bayındır’ın öne sürdüğü üzere- geleceği bilmemiştir
c.) Allah, İslamiyet’i sadece Araplar ve 610-632 yılları arasındaki sosyal ilişkileri düzenlemek üzere din indirdiği halde, Araplar ve sonra İslami literatüre muazzam katkılar sağlayan diğer kavimlerin alimleri Arapların örf ve adetlerini, hayat tarzını bütün kavimlere empoze etmiş, hatta zorla kabul ettirmek istemişlerdir.
Tarihselci bu üç önermeye dayandığından, zorunlu olarak deizme sürüklenir.
Tarihselcilerden istisnaları tenzih ederek soruyorum: En azından bu perspektiften bakanların en çok sesi çıkmıyor mu? Bu vahim hataya hiçbir İslam alimi düşmemiştir, bu Aydınlanmacı tarih bakışının etkisinde yeni bir din ve tarih okumasıdır; bizce bir hakikat değeri yoktur.
Kaynak: mirat haber