Faysal Mahmutoğlu

Tarih: 27.09.2020 12:17

LİYAKAT VE ADALET

Facebook Twitter Linked-in

 

 

“Eğer Hakan, işi ehliyetsiz birine verirse ehliyetsizliği başkası değil, kendisi göstermiş olur.”(1)

Devletlerin ortaya çıkmasından günümüze kadar yöneticilerin kayırma politikaları ve uygulamaları hep görülmüştür. Bu adaletsizliğin, hukuksuzluğun temel göstergelerinden biri oldu. Bunu en kötü şekli “Neopotizim” akraba kayırmacılığıdır. İslam tarihinde Hz. Osman’la başlayıp Muaviye ile zirve yapan Neopotizme günümüze kadar her dönemde rastlamak mümkün. Adaletsizliğin "Kilentalizm" denilen türü ise en yaygın olanıdır. Klentalizm;  kamu kaynaklarını ve hizmetlerin iktidarın siyasi, dini ve kültürel düşünce yapısına yakın kesimler arasında paylaşılmasıdır. Kamu ihalelerinin iktidara yakın müteahhitlere verilmesi bunun somut örneğini oluşturur.  Oy deposu olarak görülen tarikat ve cemaatlerin birer holding haline gelmesi kamudan aldıkları ihaleler sayesindedir.

Adaletle hükmetmenin bir gereği işi ehline vermektir. Ehil olmayanların görevlendirilmesi  sonucu toplumsal güven kaybı yaşanır, adalet duygusu yara alır.

Adalet,  herkesin hakkına riayet etmeyi ve başkasına ait olanı ona vermeyi emir ve telkin eden bir erdemdir.

Adalet liyakatle tesis edilir, hakkaniyet liyakat esasıyla oluşur mülakatla değil. Toplum liyakat ortamında huzur ve refaha kavuşur. Liyakat yoksa ülke her türlü olumsuzluğa açık olur. Özellikle gençler gelecek kaygısı taşıyor. Başka ülkelere gitme arayışında olduklarını anketler açıklıyor. Seküler yaşam tarzına sahip olanların devlet kademelerinde dışlanması gençlerin bazı değerlere bakışını farklılaştırıyor. Sosyal medya insanların kendi mahallesinden çıkıp dünyayla bütünleşmesini sağlıyor.

Mekke fethinden önce Kabe’nin anahtarı Osman bin Talha’daydı. Kabe’nin bakımını ve temizliğini yapardı ki bu prestijli bir işti. Müslüman olup Medine’ye gittiğinde anahtarı amcasının oğlu Şeybe’ ye teslim etmişti. Mekke fethinde  Peygamberimiz Kabe’nin içine girmek isteyince anahtar Şeybe’den alınıp Peygamberimize verildi.   Amcası Hz. Abbas anahtarın kendisine verilmesini isteyince Peygamberimiz de anahtarı amcasına verdi .  Akabinde “ Allah size emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmetmenizi emreder(2)  ayeti nazil oldu. Bunun üzerine Peygamberimiz “ Ey Osman ; işte Kabe’nin anahtarı bugün iyilik ve vefa günüdür, bu güne kadar bu görevi layıkıyla yaptın şimdi daha güzel bir şekilde yaparsın” diyerek anahtarı geri verir. İnen ayet doğrultusunda emaneti ehline verdi.

Bu ayeti kerime ve Hz. Peygamber’in bu yüce erdemli davranışı tüm Müslümanlar için bağlayıcılığı ortadayken siyasal İslamcı iktidarın liyakat’ı ve başarıyı yok sayıp tek ölçüt olarak parti, cemaat veya tarikat referansını baz alması İslam pratiği ile bağdaşmaz. Bu adaletsiz uygulama ile "kindar ve dindar nesil" yetiştirme projesi milyonlarca genci deizmin ve ateizmin kucağına itmiştir.

İslam’ı siyasal bir rejim olarak algılayanlar aklı, düşünceyi ve ahlakı geri plana iterek gösterişe dayalı bir kamusal Müslümanlık inşa ettiler.  Tarikat ve cemaatlerin iktidarın ortağı gibi davranmaları dinlerin varoluş nedeni olan ahlaki değerler manzumesini kökten sarstı. İlkeli, ahlaklı, dürüst, adaletli ve liyakat’a dayalı dindarlık yerine, ötekiyi düşmanlaştıran, ganimet avcılığında yarışan liyakat yerine sadakat’ı esas alan  bir anlayış ikame edildi. İlkesizliği ilke edinen, liyakatsizliği liyakat olarak telakki eden bir topluluk oluşturuldu.

 Dört beş kurumdan maaş alanların normal görülmesi, banka yönetimine bir güreşçinin atanması, hiçbir kitabı ve bilimsel makalesi olmayan kişilerin rektör olarak atanması gibi uygulamalar liyakatsizliğin liyakat olarak görüldüğünün örnekleridir. Siyaset, akrabalık ve ideoloji gibi faktörler akademik tercihlerde yer almamalı. Politik atamalar bilimde gerilemenin önemli sebeplerindendir. Mevcut 72 rektör bilimsel eser yazma yerine günde yüzlerce tvit atmış.(3)

Din, yönetimde ortak akla ve liyakat ilkesine vurgu yapar, adil insanlar oluşumuna katkı sağlar. Devlet yönetimi için dindarlığı aramaz. Din liyakat ve adalet arar.

Hz. Ali; “ Devletin dini adalettir, adaleti olmayan devlet dinsizdir” der. Mahkeme salonlarında yargıcın arkasında Hz. Ömer’in “Adalet mülkün temelidir” sözü yer alır. Mülk devlet anlamındadır. Hz. Ömer halifeliği döneminde Basra valisi Ebu Musa el-Eş’ari’ye gönderdiği mektubunda şu uyarıyı yapmıştır: “Toplantılarda ve iş için huzuruna gelen insanlara eşit muamelede bulun. Böylece zayıflar adaletinden ümit kesmesinler. Güçlüler de kendi çıkarları için başkalarına zulmedebilecekleri hissine kapılmasınlar

Hukuka uygun olmayan uygulamalar toplumda güven duygusunu yok eder. Olağanüstü halin olağan hale gelmesi, kanun hükmünde kararnameler ile yargı kararı olmadan binlerce insan işinden ve aşından edilmesi, hukuk önünde beraat edenlerin işlerine iade edilmemeleri hukuksuzluğun somut örnekleridir. Hukuk devletinde keyfilik olmaz, yasalar herkes için bağlayıcıdır.

Yöneticinin birinci özelliği adil olmasıdır, Adalet Allah’ın adil isminin yeryüzündeki yansımasıdır.

Gücü elinde bulunduran kişi adaleti uygularken suçun şahsiliğini göz önünde bulundurmak zorunda. Bir masumun hakkı bütün halk için dahi feda edilemez ilkesi İslam’ın ana şiarıdır.

Bugün adaletin en iyi uygulandığı yerler kuvvetler ayrılığının olduğu yerlerdir. Yani yürütme, yasama ve yargının ayrı ve birbirinden bağımsız olduğu, birbirinin alanına girmediği ve giremediği yerlerdir. Kuvvetler ayrılığının olmadığı yerlerde tek adam rejimi vardır o da zülüm ve gözyaşı getirir.

Önemli bir İslam düşünürü olan Mevdudi  başlangıçta demokrasiye şiddetle karşı çıkarken 1955 yılında hakkında verilen idam kararının  Pakistan anayasa mahkemesi tarafından iptal edilmesiyle birlikte Kuvvetler ayrılığı ilkesini benimsemiştir.

Kuvvetler ayrılığının en iyi uygulandığı ülkelerin başında Almanya gelmektedir. “Berlin’de hakimler var” atasözü tüm hukuk fakültelerinde okutulur. Atasözün tarihçesi ders niteliğindedir. Olay şöyle anlatılır;

Alman Kralı II.Frederick 1750 yılında Potsdam’dan geçiyor. Orayı çok beğeniyor ve “Bana şuraya bir saray yapın” diyor. Ertesi gün adamları gidip bakıyorlar. Kral’ın beğendiği yerde bir değirmen var.

Kralın adamları yaşlı değirmenciye gelip Kralın burayı çok beğendiğini ve satın almak istediğini söylerler. Yaşlı değirmenci arazisini satmamakta ısrar edince durum Krala arz edilir. Bunun üzerine kral değirmenciyi çağırtır ve satın alma talebini yineler. Değirmenci yine reddeder. Kral II. Frederick ayağa kalkarak, beyefendi unutma ki ben kralım! Değirmenci de tarihe geçen şu cevabı veriyor; asıl sen unutma ki Berlin’de hakimler var! Hiçbir güç, hiçbir siyaset, hiçbir iktidar kral bile olsa adaletten üstün değildir. Hiç kimse adaletin üstüne çıkamaz. Orada oturamaz. Potsdam’da  Sansosi sarayı ve değirmen yan yana. Kral ve Değirmenci adaletle komşu oluyor. Rivayet o ki sabahları II. Frederick arka bahçeye çıktığında değirmenci sesleniyor; Hey Frederick, ekmek yaptım göndereyim mi? II. Frederick diyor ki; ADALET HER SABAH bana, SICAK BİR EKMEK kokusuyla gelir.

Şehir halkından yoksul var iken hükümdarın üzerinde süs çirkin gider” diyen, Firavunlar arasında Musa’ya benzetilen Ömer bin Abdülaziz  kamu malını yetimin malına benzetir.

İslam coğrafyasında her dönem var olana kirlilik, din vurgusuyla ortaya çıkan iktidarın bir takım güç odaklarıyla bütünleşmesi mevcut din anlayışıyla kendini bütünüyle hisettirmiş oldu.

Antik Yunan’dan itibaren seslendirilen dört erdem… Bilgelik, cesaret, itidal ve adalet bir topluma egemen değilse ve kişi bu değerlerle yoğrulmadıysa inancın yaptırımı sınırlı olacaktır.

Son söz efendimizin  "En faziletli ibadet zalim bir idarecinin yanında ona adaleti söylemektir."

Kaynakça

1- Kutadgu Biliç / Yusuf Has Hacip

2- Nisa-58

3- Taha Akyol / Karar

 


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —