Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Yusuf YAVUZYILMAZ


Leman Dergisi, Tepkiler ve Eleştiri Ahlakı Üzerine

Yusuf Yavuzyılmaz'ın yeni yazısı...


Yaşadığımız topraklarda derin bir ikiyüzlük hüküm sürüyor. Kimse yaptığı açık olan eylemi üstlenmiyor. Böylece toplumu etkileyen olaylarda ortada sorumlu kalmıyor. Bu tutum salt bir kesime ait değildir. Yaptığı hatalı bir davranışa tepkiler gelince “ben onu kast etmemiştim” gibi çocukça davranışlar sergileniyor. Leman Dergisi’nin karikatüründe çizer verdiği isimlerin üzerine kurguladığı durumun ne anlama geleceğini, nasıl yorumlanacağını çok iyi biliyor. Yoksa başka bir Müslüman ve Musevi isim seçebilirdi. Herkes yaptığı eylemi, sonuçlarını düşünerek üstlenmeli ya da varsa yanlış anlaşılmadan dolayı özür dilemelidir. İşin çok daha ahlak dışı olanı ise karikatürde saldırgan, ırkçı Siyonist rejimle mazlumun eşit kategoride görülmesidir. Bir aydın asla saldırganın, güçlünün, egemenin, haksızın yanında yer almaz. Irkçı bir rejim ile yaşam mücadelesi veren mazlum bir halkı aynı kategoriye koymaz. Bu karikatürde en çok eleştirilmesi gereken tutumdur. Orada toprakları işgal edilen bir mazlum halk ile zulüm yapan Siyonist katiller vardır. Bu durumda İsrail ve Filistinliler asla eşit görülemezler.

Öte yandan, her olayda ilkesel ahlaki bir tutum takınmak gerekirken pratik tepkiler genellikle böyle olmuyor. İnsanlar o kadar siyasileştiler ki, eleştirileri de bu doğrultuda oluyor. Bir olayı kimin yaptığına göre tavır belirliyorlar. Önemli olan yapılan eylem olmaktan çıkıyor. Bir kısmı geçmişte Egemen Bağış’ın yaptığına, bir kısmı da Leman karikatürüne sesiz kalıyor. Bir kısmının tavrı da şu: “Egemen Bağış’a ses çıkarmayanların bunu eleştirmesi doğru değil.” Yarın başka bir olayda aynı tavır şöyle savunulacak “Siz Leman da yapılana ses çıkarmadınız, bunu eleştirmeye hakkınız yok.” Öyle görülüyor ki, olaylar karşısında gösterilmesi gereken ahlaki tutum, siyasal ve toplumsal kamplaşmaya kurban ediliyor. Oysa ahlak, taraf tutmayı, tutarsızlığı, ikircikli davranmayı onaylamaz. Yapılacak olan her ikisini olumsuz davranışı da eleştirmektir. Ahlaklı olmak ilkeli olmayı gerektirir. Hırsızlık, yolsuzluk, hakaret yapana karşı çıkılır, eleştirilir. Hırsızın partisi, grubu, inancı, etnik aidiyeti hiç önemli değildir. Birine karşı çıkarken diğerine sessiz kalınamaz.

Öte yandan, özellikle son yıllarda İslam’ın istismar ve araçsallaştırılmasına tanık olduğumuzu gözden uzak tutmamalıyız. Bu olumsuz durum toplumda büyük bir değer kaybının yaşanmasına yol açıyor. Özellikle siyasal alanda yapılan uygulamalar, İsrail karşısındaki söylem ve eylem arasındaki çelişkili tutum, olaylar karşısında ilkesel olmayan tutumlar, nepotizm, yolsuzluk karşısında duyarsızlık ve yaşanan ahlaki zaaflar, söylem ve eylemi uyuşmayan çıkarcı bir anlayış ortaya çıkarmış durumdadır. Dindar olmak, bu çelişkili tutumlar yüzünde, büyük bir değer kaybına uğramış durumdadır.

Kuşkusuz Leman Dergisinin ahlaki olmayan yaklaşımı, yakıp yıkmadan, şiddete başvurmadan eleştirilmelidir. Ancak şunu da unutmamak gerekir ki, dindarların içinde bulundukları olumsuz durumun nedeni Leman Dergisi ve yazarları değil, kendi iç zaafları ve ahlaki duyarsızlıklarıdır. Ayrıca geçmişte Egemen Bağış’ın Bakara Suresi ile ilgili yaptığı terbiyesizlik sessizlikle geçiştirilmiş, bununla da yetinilmemiş uzun yıllar ödüllendirilerek büyükelçi yapılmıştır. Burada ahlaki anlamda yaşanan tutarsızlıkla yüzleşilmelidir.

Ahlaki bakımdan tutarlı olan her ikisine de tepki göstermektir. Ne yazık ki, bu ilkesel tutum sahipleri oldukça azdır. Çoğunlukta olanlar ise olaydan kendi ideolojik kamplarına menfaat sağlamaya çalışan ve ötekini baskı altına almaya çalışan ideolojik taraftarlardır. Bu tavır her grup içinde fazlasıyla vardır.

Öte yandan sol, sosyalist ve Kemalist çevrelerin din sosyolojisini, dini duyarlılıkları dikkate almadan konuyu laiklik- yobazlık, ilericilik- gericilik karşıtlıklarına indirgemesi, Leman’ın seçtiği semboller üzerinden yaptığı karikatürün çirkinliği, Filistin sorununda zalim ile mazlumu aynı kefeye koyması gibi zaaflar görmezlikten gelinemez.

Sanat konusunda bir önemli soru daha karşımıza çıkmaktadır: Sanatçının, sanatsal eylemini yaparken uyacağını ahlaki ve hukuki sınırlar nelerdir? Yoksa diğer insanların uymak zorunda oldukları ahlaki ve hukuki sınırlar sanat faaliyeti yapanlar için geçerli değil midir? Tartışmada geldiğimiz nokta insanların hukuk ve ahlak karşısında eşit olup olmadıkları sorunudur.

Olayın bir yönü Türkiye’de uygulanan seküler modernleşmenin dini yok sayan inkarcı tarihiyle ilgili olduğu açıktır. Diğer yönü ise dindarların yaşanan duyarsızlık ve toplumda yaygınlaşan ahlaksızlık konusunda kendi sorumluluklarıyla yüzleşmekten kaçınmalarıdır.

Madımak ve Başbağlar katliamları, Leman Dergisi… Yaşadığımız ülkede toplumu belirli siyasi yöne yönlendirecek provokatif eylemlerin kolay zemin bulduğunu gösteriyor. Bu tür eylemlerin sonuçlarının infial yaratılmadan önlenmesi faillerin yakalanmasına bağlıdır. Bir olayda fail bilerek ya da bilmeyerek yakalanmıyorsa, olayın içinde başka hesaplar var demektir. Bu noktada kritik soru şudur: Yapılan eylemden ne sonuç beklenmektedir? İşte onu anlamanın en kolay yolu olaydan sonraki gelişmeleri izlemektir. Öte yandan bu yapılsa bile, yine de hedeflenen sonucu tam olarak belirlemek mümkün değildir. Toplumu belirli bir yöne yönlendirmeyi amaçlayan provokasyonun gücü de burada ortaya çıkar. Üzerinde ciddiyetle düşünmemiz gereken soru şu: Leman Dergisi’nde yayınlanan karikatürün amacı nedir? Bunu tam olarak bilememekle birlikte, bir şeye eminiz. Bu salt sanat eyleminin arkasına saklanarak açıklayabileceğimiz masum bir olay değildir. Bunu çizen ve servis eden aklın toplumsal tepkiyi hesaplayamaması kabul edilemez. Gelinen noktada yoğunlaşmamız gereken, bu olayın neyi örtmek veya saklamak üzere planlandığıdır. Provokasyonu işlevsiz kılmak, onun gösterdiği yere bakmamak, istediği eylemleri yapmamak ve eleştirilerde daima ahlaki sınırlar içinde kalmaktır.

Toplumsal kamplaşmanın üst düzeyde olduğu toplumlarda provokasyon için uygun ortam var demektir. Türkiye toplumu düşmanı kendi içinde arayan ve ötekinden kuşku duyan bir toplum haline geldi. Kuşkusuz bu tepkilerin tarihsel kökenleri vardır. Türkiye modernleşmesi sürecinde, hedeflenen sistemi oturtmak için iç düşmanın irtica- gericilik olarak belirlenmesi, toplum ve siyasal elitler arasındaki güvensizliği iyice artırmıştır.

Tartışmaların bu denli sert geçmesinin temelinde toplumsal kamplaşmanın derinliği yatmaktadır. Toplumsal kesimlerin birbirine karşı güvensizliğinin temelinde geçmişte yaşanan olayların izleri var kuşkusuz. Bu durum siyasal anlamda farklı düşünen toplulukları birbirlerine kuşkucu bakmalarına neden olmaktadır. Bundan dolayı iktidar kavgası sert geçmektedir. Her ideoloji, diğerini etkisizleştirdiği ölçüde kendine alan açacağından, devlet gücünü arkasına almak kendine büyük bir avantaj sağlamaktadır. Buradan çıkmanın yolu, her toplumsal kesim temsilcilerinin katılacağı, yeni bir toplumsal sözleşme yapmaktır.

Yaşadığımız sorunlar, Cumhuriyet modernleşmesi paradigmasının oluşturduğu ve içeriğini laiklik, batıcılık, milliyetçilik, bilimcilik ve ilerlemecilik gibi değerlerin oluşturduğu yaklaşımın, toplumsal barışı sağlama anlamında yetersiz kalmasından kaynaklanmaktadır.

Tarihsel süreç Türkiye’de uygulanan laikliğin dindarları, milliyetçiliğin Kürtleri baskı altına alıp dönüştürmeyi hedeflediğini gösteriyor. Bu dönüştürme sürecinde izlenen politikalar, sorunu çözmek söyle dursun daha da çözümsüz hale getirmiştir. Öyle ki Cumhuriyet modernleşmesini temsil eden elitler, başörtüsü ve Kürtçe’yi irtica ve bölücülüğün simgesi saymıştır.

Buradan çıkış Said Nursi’nin ifadesiyle “İşte eski hal muhal, ya yeni hal veya izmihlal” yaklaşımıdır. Said Nursi’ye göre eski hal, saltanat ve otoriter yönetim şekilleridir. Bu yönetim biçimleri artık geride kalmıştır. Said Nursi’nin ll. Abdülhamid’e muhalefeti de bu noktadadır. Yeni hal, cumhuriyet ve özgürlüğü temel alan yönetim biçimidir. İzmihlal, bozulmak, yok olmak, ortadan kalkmak anlamlarına geliyor. Otoriter ve askeri diktatörlüklerle yönetilen İslam dünyası bunun örneğidir.

Leman olayında görüldüğü gibi, ortada çift yönlü bir istismar vardır. İrtica- yobazlık söylemi üzerinden dindarları baskı altına almak yaklaşımı da yaşanan süreçte dindarların sorumluluklarını yerine getirmeden sürekli başkalarını suçlamaları da kabul edilemez.

Ne yazık ki, az sayıda insan hariç, eleştiri yapmak ile hakaret etmeyi çoğunlukla birbirine karıştırıyorlar. Bu tutum farklı düşünenleri birbirinden daha da uzaklaştırıyor.  Ancak yine de bu zinciri kıranların varlığı umut verici.

Kuşku yok ki, bir konuyu derinlikli ve entelektüel düzeyde ele alan metinler üzerinde düşünmek, daima ufuk açıcıdır. Leman Dergisindeki provokatif karikatür sonrasında da çok iyi metinler üretildi, nitelikli değerlendirmeler yapıldı. Öte yandan her zaman ki gibi düşünce kırıntısı içermeyen kaba ve ajitatif değerlendirmeler de yapıldı. Ne ki düşünce mecrasının kaderidir bu. Yine de entelektüel derinliği olan fikirleri izlemeye devam edip olumsuz ve fanatik değerlendirmeleri dikkate almamak gerekir.

Leman dergisinde yayınlanan karikatür karşısında herkesten aynı tepki beklenemez elbette. Dinini samimi bir şekilde ciddiye alan bir kişinin tepkisi elbette farklı olacaktır. Dindarlar vakur bir şekilde tepkilerini göstermeli insanların vicdanına seslenmelidir. Buna rağmen dindarların hassasiyetlerini paylaşmayan kişilerin olması doğaldır. Biz Kur’an’ın bize yüklediği ahlaki sorumlulukla yükümlüyüz.

Müslümanlar olaylara tepki gösterirken İslam’ın sınırlarını aşacak söz ve eylemlerde bulunmamalıdır. Tepkiler, Müslümanların vakarına uygun olmalıdır.

 

Kaynak: farklı bakış

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR