Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Engin GÜLTEKİN


LAİK BİR MECLİSTE SALAVAT GETİRİLMESİ: DİNİ DEĞERLERİN ARAÇSALLAŞTIRILMASI.

Engin Gültekin'in "yeni" yazısı...


TBMM, egemenliğin Allah’a değil, millete verildiği bir anayasal zemine dayanmaktadır. Bu yapı içerisinde kanunlar, ilahi referanslara değil, beşeri akla ve çoğunluk iradesine göre belirlenir. Milletvekilleri, görevlerine başlarken “laiklik ilkesine sadakatle bağlı kalacaklarına dair” namus ve şerefleri üzerine yemin ederler. Bu yönüyle Meclis, modern ulus devlet modelinin seküler ve laik temeller üzerinde yükselen bir yapısıdır.

İşte tam da bu zeminde, Allah'ın hükümlerinin rafa kaldırıldığı yerde bazı milletvekillerinin Besmele ile konuşmaya başlaması, bazı milletvekillerinin salavat-ı şerife getirerek bir yasanın geçmesini "meşrulaştırmaya" çalışmaları, sıradan bir dinî hassasiyet değil, dinin araçsallaştırılmasıdır. 

Bu tutum, hem İslam'ın yüce değerlerine gölge düşürmekte, hem de ılımlı İslam projesinin Türkiye'deki kabul görmüş bir versiyonuna işaret etmektedir.

Bu duruma birkaç yönlü bakmak gerekir:

 

1. Teolojik Açıdan:

Laik, seküler bir mecliste – ki bu mecliste Allah’ın hükmü değil halkın iradesi egemendir – salavat getirmek, dini asli hüviyetinden çıkarıp bir siyasi şova dönüştürmektir.

Bu, bir müminin akidevi hassasiyetleriyle bağdaşmaz. Çünkü Allah’ın hükmünün geçerli olmadığı, beşerî kanunların hüküm sürdüğü bir zeminde “salavat”la meşruiyet üretmek, teolojik açıdan çelişkidir.

 

2. Sosyolojik Açıdan:

Halkın dinî duygularını istismar ederek politik meşruiyet aramak, İslam’ın siyasallaştırılması ve sıradanlaştırılması sonucunu doğurur.

Bu süreç, özellikle genç nesilde dine karşı bir yabancılaşma ve soğuma üretmektedir. Zira gençler, dinin "şov unsuru" haline geldiğini gördüğünde, dinin sahih özüne değil, görüntüsüne tepkili hale gelmektedir.

 

3. Sistematik Açıdan:

Bu yaklaşım, ılımlı İslam projesinin içselleştirilmiş bir tezahürüdür. Yani dinin asli yönlendirici vasfı törpülenir, semboller korunur ama içi boşaltılır.

Böylece, halkın dinle bağını koparmadan ama dini hayata müdahale etmeyen “kontrollü bir İslam” sunulur. Bu da İslam'ın hakim değil, edilgen bir pozisyona itilmesi anlamına gelir.

Türkiye’deki Müslümanların Durumuna baktığımızda İfrat ve Tefrit kıskacında bir din algısının oluştuğunu görmekteyiz.

Salavatlarla meclisten kanun geçirme çabası, aslında Türkiye’deki Müslümanların bir kısmının dini doğru anlama ve yaşama konusunda yaşadığı ifrat ve tefritin bir göstergesidir.

İfrat: Dini, sadece sloganlara, sembollere ve görünürlük üzerinden tanımlamaya çalışmak. Şekil var, şuur yok.

Tefrit: Dine ve onun kamusal tezahürlerine tamamen mesafeli durmak; laiklik adı altında dine karşı alaycı veya dışlayıcı olmak.

Bu iki uç, İslam sosyolojisinin oluşmasına ve dinin nuruna set çeken en büyük engeldir. Ne sadece “şekli din” ne de “dinsizlik” İslam’ın temsilcisidir. Türkiye’de dinin özünden koparılması, onu ya araçsallaştırma ya da dışlama şeklinde tezahür etmektedir. Bu da, toplumu kuşatan hakikat ışığını perdeleyen en büyük zihin ve ruh karanlığına sebep olmaktadır.

TBMM’de salavat getirilerek yasa geçirmek:

Ne Allah’ın hükmünü hâkim kılar,

Ne de bir Müslümanın vazifesini ifa ettiğini gösterir.

Aksine bu tür sembolik eylemler, dinin asli fonksiyonlarını gölgeler, hafifletir ve basitleştirir. Müslümanlar olarak artık bu tür istismarlara karşı uyanık, ilkeli ve sahih bir duruş sergilemek zorundayız. Hakikatin sesi; sessizliğin içinde kaybolmamalı, şekillerin arkasında silinmemelidir.

Ya olduğunuz gibi görünün ya da göründüğünüz gibi olun.

İnsanlar inandığı gibi yaşamazlarsa yaşadıkları gibi inanmaya başlarlar.

Bu yaşantı şeklide Onun inandığı dinin adıdır.

O dinin adını okuyucularımın inisiyatifine ve izanına bırakıyorum.

 

Selam ve dua ile...

 

     Engin GÜLTEKİN

Eğitimci-Yazar-Sosyolog

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR