Sultan Alaaddin’in şu sözü, sadece bir dönemin değil, bütün zamanların muhasebesini içinde barındırır:“Ömer (r.a) misali her yerde en ufak bir olumsuzluktan bizler sorumluyuz. Kurtlar kuzular ile ahbap olmalı. Ümmeti Muhammed’in vebali hepimizin boynunda.” *
Bu söz, yöneten ile yönetilen arasındaki mesafeyi kapatan, sorumluluğu tek elde değil, bütün bir ümmetin omuzlarına yükleyen derin bir anlayışı ifade eder. Burada kastedilen sorumluluk, şekli bir görev paylaşımı değil; ahlaki, vicdani ve imanî bir yükümlülüktür. Çünkü İslam, sorumluluğu sadece yetkisi olanlara değil, imkânı olan herkese yükler.
Hz. Ömer’in (r.a.) adaleti, sadece sertliğiyle ya da kararlılığıyla değil; kendini herkesten daha fazla sorumlu hissetmesiyle anlam kazanır. Rivayet edilen “Dicle kenarında bir koyunu kurt kapsa, hesabı Ömer’den sorulur” sözü, yöneticilikten önce insan olmanın, makamdan önce vicdan sahibi olmanın ölçüsünü verir. Sultan Alaaddin’in bu hatırlatması da aynı çizgide durur: Bir yerde yanlış varsa, zulüm varsa, ihmal varsa, bundan sadece yapanlar değil, görüp susanlar da mesuldür.
“Kurtlar kuzular ile ahbap olmalı” ifadesi, ilk bakışta masalsı ya da imkânsız bir beklenti gibi görülebilir. Oysa bu söz, güçlünün zayıfı ezmediği, kuvvetin adalete boyun eğdiği bir toplumsal düzen idealini anlatır. Buradaki kurt, sadece fiziki güç sahibi olanı değil; makamı, bilgisi, parası, nüfuzu olan herkesi temsil eder. Kuzu ise korunmaya muhtaç olanı, sesi duyulmayanı, hakkını arayamayanı. İslam’ın hedeflediği toplumda kurt, kuzuya diş bileyen değil; onu kollayan, gözeten, emniyet veren konumda olmalıdır.
Bugün yaşadığımız birçok sorunun temelinde bu dengenin bozulması yatıyor. Güç, sorumluluktan koparıldığında zulme dönüşüyor. Bilgi, hikmetle buluşmadığında kibir üretiyor. Dindarlık, merhametle desteklenmediğinde sertlik ve dışlama ortaya çıkıyor. Oysa Ümmeti Muhammed, birbirine tahammül eden değil; birbirinin yükünü omuzlayan bir topluluk olmak zorundadır.
Sultan Alaaddin’in sözünde dikkat çeken bir diğer husus, “her yerde en ufak bir olumsuzluktan bizler sorumluyuz” ifadesidir. Bu cümle, sorumluluğu coğrafya, kimlik ya da rol sınırlarının ötesine taşır. Uzakta olan bir zulmün, başka bir coğrafyadaki bir açlığın, bir mazlumun yalnızlığının bizi ilgilendirmediğini söylemek, bu anlayışla bağdaşmaz. Müslüman, sadece kendi kapısının önünden değil, ümmetin tamamından mesul olduğunu bilir.
Bu sorumluluk duygusu kaybolduğunda, din bireysel bir ritüele indirgenir. Namaz kılan ama haksızlığa sessiz kalan, oruç tutan ama merhameti unutan, hac yapan ama kul hakkını önemsemeyen bir dindarlık ortaya çıkar. Oysa İslam, ibadet ile ahlakı, iman ile adaleti, dua ile sorumluluğu birbirinden ayırmaz. Kurtların kuzularla ahbap olması, tam da bu bütünlüğün yeniden kurulmasıyla mümkündür.
Ümmeti Muhammed’in vebalinin hepimizin boynunda olması, bir suçluluk psikolojisi üretmek için değil; diri bir bilinç inşa etmek içindir. Bu bilinç, “ben ne yapabilirim?” sorusunu sürekli diri tutar. Herkesin her şeyi yapması gerekmez; ama herkesin yapabileceği bir şey mutlaka vardır. Susmamak, görmezden gelmemek, yanlışın normalleşmesine izin vermemek de bu sorumluluğun bir parçasıdır.
Bugün İslam dünyasında yaşanan parçalanmışlık, büyük ölçüde bu ortak sorumluluk bilincinin zayıflamasından kaynaklanıyor. Herkesin bir başkasını suçladığı, ama kimsenin kendine pay çıkarmadığı bir tabloyla karşı karşıyayız. Yöneticiler halkı, halk yöneticileri; âlimler gençleri, gençler sistemi suçluyor. Oysa Hz. Ömer çizgisinde sorumluluk, başkasını işaret etmekle değil; önce kendine bakmakla başlar.
“Kurtlar kuzular ile ahbap olmalı” sözü, aynı zamanda adaletin sadece mahkemelerde değil, hayatın her alanında tesis edilmesi gerektiğini hatırlatır. Evde, sokakta, iş yerinde, cemaatte, medyada, siyasette… Güç kimdeyse, onun sorumluluğu daha fazladır. Bu ilke kaybolduğunda, dindarlık güçlünün yanında, adalet zayıfın aleyhine işler hâle gelir.
Ümmet bilinci, romantik sloganlarla değil; somut ahlaki tutumlarla ayakta kalır. Bir yetimin hakkını gözetmek, bir mazlumun sesine kulak vermek, bir yanlışın karşısında bedel ödemeyi göze almak, bu bilincin gerçek göstergeleridir. Aksi hâlde ümmet kavramı, sadece konuşmalarda ve yazılarda kalan içi boş bir ifadeye dönüşür.
Sultan Alaaddin’in sözü, bugünün Müslümanına şunu hatırlatıyor: Güçlüysen koruyacaksın, biliyorsan aydınlatacaksın, imkânın varsa paylaşacaksın. Kurtluğunu kuzuya karşı değil, zulme karşı kullanacaksın. Çünkü ümmet olmak, aynı kıbleye dönmekten önce, aynı sorumluluğu paylaşmaktır.
Sonuç olarak; Ümmeti Muhammed’in vebali gerçekten de hepimizin boynundadır. Bu vebal, bizi umutsuzluğa değil; dirilişe çağırır. Herkesin kendi payına düşen sorumluluğu üstlendiği bir yerde, kurtlar kuzuya zarar vermez; bilakis onun güven kaynağı olur. İşte adaletin, merhametin ve gerçek kardeşliğin yolu tam da buradan geçer.
- Prof. Dr. Selim Hilmi Özkan, FIRAT’TAN TUNA’YA 1 KUT, s, 96

