Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Sait ALİOĞLU


Kürt Sorunu: Çözerse devlet çözer -1

Her zamanda olduğu gibi, her yerde devlet varsa, sorunların nihai çözüm adresi de haliyle devlet olacaktı. O zaman, Kürt sorununun çözüm adresi olarak devleti işaret eden “bu sorunu çözerse, devlet çözer” ifadesi haklı bir öngörü olarak karşımıza çıkmaktadır.


Bundan bir, iki yıl önce, bir arkadaş meclisinde, Kürt sorununun nihayetiyle ilgili olarak bana sorulan bir soruyu cevaplarken, “bu sorunu çözerse devlet çözer” mahiyetinde bir ifade de bulunmuştum.

“Bulunmuştum” diyorum, zira aradan bir hayli zaman geçtiği için, böyle bir sözü sarf ettiğimi haliyle unutmuştum.

Ama “aklın yolu birdir” kabilinden olaya, olguya bakıldığında, sivil anlayış açısından ele alınsa dahi, çözümü ve onun bir daha nüksetmemesi, hâl yoluna gidilmesi ve resmiyet çerçevesinde kabul görüp onaylanması adına hemen her konunun çözüm adresinin devlet olduğu izahtan varestedir.

Bir konu, eğer sorun haline gelmişse, önce toplumsal planda öbekler halinde, daha sonra “durumuna göre” kitleselleşerek sivil toplum örgütleri vasıtasıyla kamuya ilan edilir, oradan partiler vasıtasıyla siyaset sahnesinde arz-ı endam eder ve en sonunda büyük meclis’te, yasalar çerçevesinde ele alınır ve son noktayı ise devlet kor ve o konu –mümkün mertebe- bir daha sorun olarak belirmemesi adına anayasal zeminde muahede(antlaşma) yoluyla halledilmiş olur.

Konumuza dönecek olursak, biz de, bir mes’elenin nihai anlamda hallinin, yukarıda çizmeye çalıştığımız çerçeve dahilinde olması gerektiğine inandığımızdan dolayı, Kürt sorununun çözümü içinde, adres olarak devleti işaret etmişiz.

Tarih boyunca, işler böyle mi yürümüştür, bilemeyiz, ama modern zamanlarda, çözüm adresinin demokrasi çerçevesinde ilk nokta olarak toplum, sivil toplum örgütleri bünyesinde, sonra ise siyaset kurumunda ve oradan da bürokrasi marifetiyle devlet(ler)in toplum nezdindeki meşruiyeti anlamında onaylanıp kabul edilen ve uygulama sahasına aktarılan toplum sözleşmesi (anayasa) ile mümkün olmaktadır.

Yine, yukarıda çerçevesini çizmeye çalıştığımız tabloya bakıldığında, bu ülkenin en büyük ve aynı zamanda var olan sorunların motor gücünün, maalesef Kürt sorunu olduğunu görmekte, bilmekte ve haliyle yaşamaktayız.

İşte, biz de, sorun çözmede, hiç mi hiç denenmemiş, denenecek olsa dahi, hiçbir meşruiyet sağlamayacak olan –klasik ya da modern- yol ve yöntemlerin tamamen etkisizliğine, karşılıksız oluşuna bakarak, çözüm adresi olarak devleti işaret etmiş olduk.

Zira ondan dolayı, devlet kurumunun anlamına ve önemine binaen söylenegelen “ya devle başa, ya kuzgun leşe” sözü, başlı başına bir anlam ifade etmektedir.

Bu kadar sözü niye söyledik? 

Yukarıda belirmeye çalıştığımız üzere, bizim Kürt sorunu açısından “çözerse devlet çözer” anlamındaki ifadeden/öngörüden neyin kastedildiğinin, ya da somut bir anlama havi olup olmadığının bilinmezliğine dair, bazı arkadaşlarımızın, bu işe devlet el attıktan sonra “senin öngörün çıktı ve bu işe devlet el attı” meyanındaki ifadelerinde ortaya çıkan şaşkınlığa bakıldığında, devlet dersine yeterli derecede çalışılmadığı söylenebilir.

Yani, tevdi ettiğimiz soruda belirttiğimiz üzere, bu kadar sözü, devlet dersine yeterli oranda çalışılmadığı kanaati hasıl oldu diye vermiş olduğumuzu belirtelim…

Sonunda, öngörü olarak tanımlanan “bu işi çözerse, devlet çözer” ifadesi, belirtmiş olalım; insanlık tarihi boyunca, var olan kişisel ve toplumsal hayatın “insan-insan; insan-devlet ve nihayetinde devlet- devlet/devletler nezdinde” yürümesini devlet yerine ikame edilmesi suretiyle farklı yönetimsel formlar söz konusu olsa idi, o yapı/lar bir nevi devlet işlevi görürdü.

Bazı sorunları o üretecek olsa da, var olan sorunları da o yapı hâl yoluna sokardı. Ama onun yerine, çoğu kez baskıcı yönü önplanda gösterilecek olsa da, devlet, aynı zamanda çözüm üreten ve var olan sorunların bir daha nüksetmemesi adına, anlamı “şans, talih baht” demek olan devlet kurumu ihdas edilmiş sayılır.

Klasik dönemleri istisna kıldığımızda, modern dönemlerde devletin sorun çözücü ve toplumsal sözleşme yapıcı özelliğini “ti”ye alan bazı ideolojik durumdan söz edebiliriz.

Aşırı sol yaklaşımlar ile İslamcılığın ortaya çıkış sebebinin, birçok açıdan dönemin en önemli Müslüman devleti olan Osmanlı’yı, içerisine girdiği kaos ve kriz ortamından korumaya, kollamaya ve kurtarmaya yönelik olduğu gerçeği unutulduğunda, ya da göz ardı edildiğinde, buna kanaat getiren Müslümanların (birçok İslamcının) nezdinde devletin çözüm odaklı bir yaklaşım içerisinde olmadığı düşünülebilir.

Bu düşünüş şekli, bazı açılardan yaşanmışlıkların sonucunda oluştuğu için, az da olsa makul karşılanabilir, ama yukarıda da belirtmeye çalıştığımız üzere dün, bugün muhatabı olduğumuz devlet kurumunun yerine (haydi diyelim ki Medine Sözleşmesi çerçevesinde kendine özgü şartları olan yönetimsel bir yapı söz konusu olsa idi) farklı bir yönetim formu var olsa idi, çözümün adresi de orası olurdu.

Her zamanda olduğu gibi, her yerde devlet varsa, sorunların nihai çözüm adresi de haliyle devlet olacaktı. O zaman, Kürt sorununun çözüm adresi olarak devleti işaret eden “bu sorunu çözerse, devlet çözer” ifadesi haklı bir öngörü olarak karşımıza çıkmaktadır.

Güncele döndüğümüzde, yüz, yüz yirmi küsur yıllık bir sorun olan Kürt sorununun, hemen her açından ferde, topluma ve devlete kesmiş olduğu faturanın ödettiği bedelin farkında olan az sayıda devlet adamının, -işin tamamı bir çırpıda halledil(e)meyecek olsa da- en azından akan kanın durması açısından takdire şayandır.

Bu sayede, o da “şimdilik” çok da beklentiye girmeden, barış sürecine katkı sunmak ehven bir iş olsa gerek.

 

Devam edecek…

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR