Sait ALİOĞLU

Tarih: 16.06.2025 12:29

Kur’an meâllerinin içeriğinin resmiyete tabi tutulması üzerinden bir değerlendirme…

Facebook Twitter Linked-in

Allah’ın©, Hz. Muhammed’e(s) vahiy yoluyla inzal etmiş olduğu Kur’an’ın, dili açısından Arapça olması sonucunda, iletilen mesajın Araplar tarafından anlaşılması gayet normaldi.

Bu vahyin, Arap olmayan halklara ulaştırılıp iletilmesi mes’elesine gelince, Kur’an’ın, zaman içerisinde, bir bütün olarak değilse dahi, bazı ayetlerin ve surelerin, Arapça dışındaki dillere tercüme edilmesi durumu hasıl olmuştu.

Örnek vermek gerekirse; Selman-ı Farisi’den Fatiha suresinin kendi dillerine tercüme edilmesini isteyen Fars(İranlı) Müslümanların bu isteğinin Hz. Peygamber’e(s) bildirilmesi üzerine yerine getirildiğini kaynaklardan öğrenmiş oluyoruz.

Ondan sonraki süreçlerde, peyderpey Müslüman olan halkların, Kur’an’ın ne dediğini anlamaya yönelik olarak, Kitab-ı Kerim, parça ya da tüm metin olarak, birçok dile tercüme ve tefsir (yorum)edilmiş oldu.

Zaman içerisinde, bizde olduğu üzere “Kur’an’ı biz anlamayız, ancak âlimler anlar” düşüncesi çerçevesinde, kitab’ın, onu, halkın anlamasının engellendiği vasatlarda, dinin o pak mesajı halka ulaşmamış ve dinin maksadı ciddi anlamda hasıl olmamıştı.

Bizde bu durum sürerken, Osmanlının son döneminde ve özellikle de cumhuriyet’in ilk dönemlerinde, hem de o kadro tarafından Kur’an’ın anlaşılması adına yapılan meâl çalışmaları baz alınarak, tefsir ile birlikte meâl çalışmaları aynı zamanda sivil ortamlarda da devam etti.

Kur’an’ın meâlendirilmesi ile din adına yapılacak olan her şeyin, Diyanet İşleri Başkanlığı üzerinden kotarılması durumu bu kez, var olan resmi görüşe uymuyorsa, Kur’an meâlerinin yayınının durdurulması, yayınlanan meal çalışmalarının piyasadan toplatılması ve internet ortamından da kaldırılmasına yönelik olarak meclise teklif edilen konunun, orada kabul edilmesi ile farklı bir durumun oluştuğu söz konusu…

İlgili haberlere şu linkten(*) göz atalım:

Bazı Kanunlarda ve 660 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede (KHK) Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, TBMM Genel Kurulu'nda kabul edilerek yasalaştı.

Yasayla Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararları doğrultusunda bazı kanunlar ile 660 sayılı KHK'de değişiklikler yapılıyor.

DİYANET MEAL YASAKLAYABİLECEK

Din İşleri Yüksek Kurulu, Kur'an-ı Kerim meali veya tercümesi adıyla yapılan yayınları Başkanlık ile diğer kamu kurumları, özel kişi ve kuruluşların talebi üzerine veya resen inceleyecek ya da incelettirecek.

Yapılacak inceleme sonunda İslam dininin temel nitelikleri açısından sakıncalı olduğu Kurul tarafından tespit edilen yayınların, Başkanlığın yetkili ve görevli yargı merciine müracaatı üzerine basım ve yayımının durdurulmasına, dağıtılmış olanların toplatılmasına ve imha edilmesine karar verilecek. Yayının internet ortamında yapılması halinde, Başkanlığın müracaatı üzerine, yetkili ve görevli yargı mercii bu yayınla ilgili olarak içeriğin çıkarılması ve/veya erişimin engellenmesi kararını verecek” 

Bu bağlamda birçok medya organında konu ile ilgili haberler yayınlandı ve birçok siyasetçi ile düşünce insanı, Diyanet’e KHK ile verilmek istenen yetkinin, TBMM’de kabul edilmesi sonucunda, kararın yanlışlığına dair görüşleri de kamuoyu tarafından paylaşıldı.

Bu açıklamalarda konunun vehameti üzerine durulmuş oldu. Din adına resmi bir görüşün olmayacağını, dinin, dolaysıyla Kur’an’ın bir hidayet rehberi olarak fertlere seslendiğini ve onun üzerinde hiçbir gücün olduğu gibi devletlerinde otoritesinin ve baskısının olamayacağı üzerinde duruldu.

Diyanet’e verilmek istenen meallere yönelik “yasaklama, toplatma ve onların dijital ortamdan kaldırılmasına yönelik yetkinin, Diyanet teşkilatı açısından salt “dinî” bir görev almaktan ziyade, var olan rejimin muhafazakârlaşmasına koşut olarak en azından meal üzerinden “muhafazakâr makul vatandaş” elde etme düşüncesi söz konusu…

Bunun yanında, kendilerini Sünni paradigma içerisinde konumlandıran, birçok alanda olduğu üzere dinî alanda da kendi varlığını devlet ile tevlit eden “dindar çevrelerin tarihi süreçte, Kur’an’ı, bir hidayet rehberi olarak değerlendirememe saikiyle pek okumadıkları halde, zamanla bazı sebeplerden dolayı oluşan meal karşıtlığı, bu kez mealler üzerinde devletin yetkisini itirazsız kabul etmesi şeklinde, o anlayıştan farklı olarak, yeni bir formatla karşımıza çıkmakta…

Halbuki, insanı, tevhidi bağlamda özgürleştirme esprisi üzerine bina edilmiş bulunan İslam’ın, onu kabul eden insanların, o da iyi niyet ve ilmi çizgiye riayet çerçevesinde dile getirilen ona yönelik yorumların meal çalışmaları dahil, konuyu içeren eserlerde ve sözel ortamlarda kendine yer bulmasının, resmiyete, daha doğrusu iktidarın oy deposu olarak gördüğü sair tarikat çevrelerinin isteğine binaen yasaklama girişimi dinin imajına zarar verdiği gibi, devletin de vatandaşları arasında ayrım yaptığına dair yorumlara sebebiyet vermiş olacaktır..

İnsanlık tarihi boyunca, neredeyse tüm devletler, yönettikleri toplumlar nezdinde, kendi meşruiyetlerini, mantık açısından doğru olduğuna inandığımız, elle tutulur, gözle görünür “maddi doneler” üzerinden elde edeceklerine, din ve mezhep olgusu üzerinden elde etmeyi sürdürmüş olup bu yönteme halen devam etmektedirler.

Bu yol, her ne kadar tarihi bir geçmişe dayanıyor olsa da, meşruiyet elde etme konusunda iyi ve prezantabl bir yol olmadığı, yüzlerce yıllık deneylerle anlaşılmış bulunmaktadır.

Vatandaş, bu yolla kendini/n “manen” gönendi(ril)ğini düşünerek, dini anlama değil de,  yaşama konusunda rahatlatmakta ve “bizde” devletin/ iktidarın, “içeriği laiklik açısından” anayasal bir çerçevede onanması pek mümkün olmadığı halde, meşruiyet (yasallık) elde etme aracına dönüşmüş bulunmaktadır.

Esas olması ve gereken ise, devletin, yukarıda da belirtmeye çalıştığımız üzere, devlet(ler)in vatandaşı nezdinde kendi meşruiyetini, onlara sunması gereken hizmetlerin “değerli bulunup kabul edilmesi” üzerinden elde etmesi daha evla iken, din ve mezhep (ideoloji) üzerinden elde edilme durumu neden tercih edilmektedir?

Bu soruya, yapılıp edileni boşa düşürecek anlamlı ve kabul edilebilir bir cevap bulmak gerekiyor.

Meşruiyet, din ve mezhep (ya da ideoloji) üzerinden elde edilmesi durumunda, dinin, tevhidi esasa dayalı özgürlükçü yanı törpülenir ve ortaya, dinin imajına ters düşeceği belli olan sağcı, milliyetçi, en iyimser yaklaşımla söylersek, muhafazakâr anlayışlar sökün eder.

Bu durum, sistem açısından pek dikkate alınmayacak olsa da, Müslümanlar açısından hiçte hayra yol açmayacaktır.

Bir de, ülke çoğunluğunun Müslümanlardan oluşuyor olmasının yanında, devlete anayasal çerçeve içerisinde vatandaşlık bağı ile bağlı olan diğer dinî, toplumsal, kültürel vb. kesimleri, “olumsuzluk anlamında” geri plana itmiş olacaktır.

Bu durum da, salt kendi başına, eşitlik ve hakkaniyet bağlamında, devletin kendi vatandaşına eşitlik bağlamında yaklaşmadığı anlayışının oluşumuna ve yaygınlaşmasına sebep olabilir.

Yine, bir de, öyle iddiası bulunmadığı ve muhafazakâr olduğu halde, yaygın, ama yanlış bir imajla İslamcı olarak tanımlanan bir iktidarın, İslamcılığı değil, muhafazakârlığı baz aldığı ve tüm çabalarını muhafazakâr/tarikatçı çevreleri gönendirme üzerinden ortaya koyduğu görülmektedir.

Devletin, anayasal çerçevede hareket edip, vatandaşını her açıdan gönendirmesi, bir makuliyet içerisinde alabildiğine özgür bireyler olmalarını sağlama, onların refah seviyesini yükseltmek için çaba sarf edilmesi ve kendi meşruiyetini, din, mezhep ve ideoloji anlamında, kişiye özel mahiyeti bulunan “öznel doneler” üzerinden değil de, maddi doneler üzerinden elde etmesi daha doğru ve daha hakkaniyetli olacaktır.

*)https://www.evrensel.net/haber/555565/diyanetin-yetkilerini-artiran-kanun-teklifi-tbmmde-kabul-edilerek-yasalasti


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —