Ve Londra köprüsü yıkıldı”
İngiliz monarşisinin en uzun süre tahtta kalan üyesi Kraliçe II. Elizabeth, 8 Eylül Perşembe akşamı 96 yaşında vefat etti.
“Uzun ya da kısa, tüm ömrümü sizlerin ve hepimizin mensubu olduğu büyük imparatorluk ailemizin hizmetine adayacağımı hepinizin önünde beyan ederim.” Elizabeth bu sözü verdiğinde, henüz 25 yaşındaydı.
1936’da amcası Kral 8. Edward Amerikalı sevgilisiyle evlenmek için tahttan feragat edince babasına krallık, akabinde ona da kraliçelik yolu açıldı.
Britanya İmparatorluğu’nun en görkemli günlerinde taç giyen Victoria’nın aksine Elizabeth, Avrupa’nın büyük hanedanlarının dağıldığı, monarşilerin çöktüğü, Britanya İmparatorluğu’nun çözüldüğü yıllarda tahta çıktı.
Kraliçe, krizlerle boğuşan bir imparatorluk devraldı. 1960’larda kolonileri birer birer İngilizlerin elinden çıktı. Bu doğal olarak İngiliz ekonomisini de zora soktu. Buna rağmen o dönemde dünya ekonomisinin yüzde 10’unu temsil ediyordu. Ülkesinin yüzde 2’lere gerilediği bir dönemde yaşama veda etti.
İktidarı döneminde Britanya İmparatorluğu yaklaşık 50 bağımsız devlete bölündü ve küresel etkisi önemli ölçüde azaldı.
Bir zamanların üzerinde güneş batmayan imparatorluk artık orta güçte bir devletti. Ama eski kolonyal toprakları üzerinde söz sahibi olması gerekiyordu ki Kraliçe bu yolda, Gana’da ilginç bir adım attı. Kraliçe eski Britanya kolonisi olan Gana’ya bir ziyaret gerçekleştirdi ve onuruna verilen yemekte Devlet Başkanı Kwame Nkrumah ile dans ederek bir ilke imza attı. Bu jest Güney Afrikalı beyazları öfkelendirdi.
Ölüleri iyilikle yad etmek bir gelenek olmakla beraber söz konusu kişilik, son yüz yılda dünyada yaşanan önemli olaylarda dolaylı ya da doğrudan etkisi bulunan Kraliçe ve İngiliz monarşisi ise bir taziye mesajı ile geçiştirilemez.
Kraliçe II. Elizabeth, törensel ve sembolik yetkileri olan bir karakter değil, karar ve veto yetkisine sahip güçlü bir politik figürdü.
Balkonda el sallayan sevimli ihtiyar pozunun arkasında koloniciliği destekleyen, sömürge ülkelerde yükselen bağımsızlık hareketlerine mani olan, şiddet dolu bir miras, koskoca bir kolonicilik tarihi yatıyor.
Kenya’da eşi Philip ile birlikte bir gezideyken babasının vefat haberini almıştı. Tahta geçtikten sonra bağımsızlık mücadelesi veren 1,5 milyon Kenyalı toplama kamplarında hapsedildi, aç bırakıldı ve sistematik işkenceye maruz bırakıldı. Yemen ve Irak’ta yaşanan zulümlerde Kraliçe’nin rolü görmezden gelinemez. Ayrıca Windrush skandalındaki ırkçılıktan da sorumludur.
Kraliçenin ölümüyle sadece Birleşik Krallık’ta değil tüm dünyada bir devir kapandı denilebilir. Tam 70 yıl tahtta kaldı, 96 yaşında son nefesini verene kadar görevinin başındaydı. Ölümünden iki gün önce Başbakan Boris Johnson’ın istifasını kabul etti ve yeni Başbakan Liz Truss’ın görevine başlamasını onayladı. Bu aynı zamanda son kamusal göreviydi. İlk başbakanı Winston Churchill olan Kraliçe’nin 15’inci ve son başbakanı da Liz Truss oldu.
Evrensel’den Arif Bektaş ve Özden Dinç’in yazdıklarına göre, politik aktivist ve akademisyen John Rees, halkın Kraliçe’nin çok uzun zamandır hayatlarında var olan bir figür olması nedeniyle bir kayıp duygusu yaşadığını ancak Yeni Kral III. Charles için benzer bir yakınlık hissi duymadıklarını söyledi. Rees “Monarşinin başardığı tek şey, bazı insanların sırf şu değil bu ailede doğdukları için diğer insanlardan daha iyi olduğu fikrini halkın zihnine nakşetmiş olması. Bu özünde çok eşitsiz ve hiç demokratik olmayan bir önerme. Dolayısıyla monarşi özünde çok gerici bir kurum.” şeklindeki saptaması bir gerçeğin ifadesidir.
Tüm dünyanın; şatafatlı yaşantıları, aile kavgaları, düğünleri ve entrikalarıyla yakın plan izlediği bu zengin ailenin, herkesten üstün ve ayrıcalıklı oldukları gibi saçma sapan iddialarına rağmen seviliyor ve korunuyor olması da garipsenecek bir olay.
Bütün bunlara rağmen Batı monarşilerinin dünyanın en demokratik ülkeleri arasında yer aldığını görüyoruz. Ülkelerin demokrasi karnelerine bakıldığında Danimarka, Hollanda, İsveç ve Norveç gibi monarşilerin üst sıralarda yer aldığı görülmektedir. Bu ülkelerde monarşiler sınırlandırılmış, diğer bir tabirle meşruti monarşilerdir. Doğal olarak esas yetkiler halkın seçtiği yöneticilerdedir.
Elbette bir devletin demokratik olup olmamasının tek ölçütü monarşi veya cumhuriyet olması değil. Dahası, Batı ülkelerinde demokratik kültürün oluşumunda monarşiler başat rol oynamıştır.
Birleşik Krallık Avrupa’da monarşiyi muhafaza eden ülkelerin en büyüğü ve aynı zamanda en eski geleneklere sahip olanıdır. İngiltere, 2066 yılında devlet ve monarşinin 1000. yılını kutlayacaktır.
Monark aynı zamanda, özellikle kriz zamanlarında ihtiyaç duyulan, siyaseten tarafsız, toplumun tamamını kapsayıcı ve birleştirici bir güç olarak ortaya çıkar. Kraliçe, teknik olarak oy kullanma hakkına sahip olmasına rağmen tarafsız kalmamanın anayasaya aykırı olacağı gerekçesiyle hayatı boyunca oy kullanmamayı tercih etmiştir. İlk kez “gelir vergisi” vermeyi kabul en bir hükümdar oldu.
Kraliçe Türkiye’ye ikisi resmi olmak üzere üç ziyaret gerçekleştirdi. Kraliçe İran’a yaptığı ziyaret dönüşü gayrı resmi olarak 6 Mart 1961’de Ankara’ya uğradı. Bu beklenmedik ziyaretin amacı Menderes’in asılmasını önlemeye matuftu.
Kraliçe muhtemelen dünyanın en zengin kadını idi ancak aynı zamanda sanki öz ninenizmiş gibi bir görüntü veriyordu.
Hayat görüşü, “Asla şikâyet etme, asla kendini açıklama” şeklinde özetlenebilir.
Tüm hükümdarlar gibi o da hem bir birey hem de bir kurumdu. İstikrarın demirbaşıydı adeta.
Evrensel bir ikon olarak son dansına kadar yüzyılımızın önemli bir figürü olarak kalmayı başardı.
En çok sorulan soru, oğlu Kral III. Charles, Kraliçe’nin yerini tutabilir mi? Bugüne kadarki yaşamına bakıldığında bu soruya evet demek pek mümkün gözükmüyor. 73 yaşındaki Charles, yıllar boyu İngilizleri hayal kırıklığına uğratan bir kraliyet mensubu olarak öne çıktı. Prenses Diana‘yla evliliği sırasında şimdiki eşi Camilla ile yasak ilişkisi imajına ağır darbe vurdu.
Yeni Kral, ekranlara yansıyan görüntüsünde hizmetkârlarını konuşmaya lüzum bile görmeden, sevimsiz ve kibirli bir tavırla azarlıyor, elleriyle emrediyor, kalemin akan mürekkebine söylenen huysuz bir ihtiyar portresi çiziyor. Herkesten üstün ve ayrıcalıklı olduğu imajını vermekten imtina etmiyor.
Kraliçe’nin duruşuyla “Britanya’nın bütünlüğünü koruyan” imajının oğlu Charles’te bulunmadığı konusunda herkes hemfikir.
Kaynak: Farklı Bakış