Sen misin yoldaki meşakkatler yazısını yazan!
Evet, benim.
Öyle miii? Al sana bir dizi meşakkat daha!..
***
Sonbaharın son ayının ikinci 10 gününün ilk akşamında âlemin tersine gidişine inat Mersin’de Adil Oğuz ağabeyin evinde geniş mi geniş arabaşı sofrasının etrafında muhabbet denizinde kulaç atıyoruz.
Evin hanımefendisi Fatma abla söylediklerinin bir yazıya ilham olacağından habersiz şu cümleyi kuruyor:
“Bülent hocam, maşallah memleketin tadını çıkartıyorsun.”
Önce derin bir “ah” çekiyor, dışı seni yakar, içi de beni vezninde şöyle diyorum Fatma ablaya:
“Evet, abla şayet acılarına kanaat edilirse memleket seyahati hayli tatlıdır.”
***
Yıllar önce okumuştum. Kimden, nereden bilmiyorum. Okumuşum işte.
“Unutunca insan olduğumu hatırlıyorum” diyen şaire hak verircesine..
Metin aşağı yukarı şöyleydi:
“Heyecanla ayağa kalkın.” dediler. Biz de aşk ile kalktık. Sonra birde baktık ki, yerimize oturmuşlar.
‘’Niyet ettim, Allah rızası için Mersin’e doğru yola revan olmaya’’ diyerek Güney Akdeniz firmasının uygun saatteki otobüsünün 13 numaralı tekli koltuğuna talip olmuştum. Sadece talip olmakla kalmamış, biletimi de almıştım. Otobüs geldi, Aydıncık yazıhanesinin önünde durdu. Valizi muavine emanet edip koltuğuma doğru emin adımlarla ilerliyordum. Tam yerime oturacaktım ki, aman Allah’ım, o da ne? Oturacağım koltukta başka bir yolcu oturuyor.
Anlayacağınız yıllar önce okumuştuk, yıllar sonra biz de yaşadık.
***
Tarsus’tayım. Mersin’de bulunan Yasin Derneği’nin davetine icabet etmek üzere TOK otobüsündeydim. Kaptanımız hayli gergin. Sanki dünyayı sırtında götürüyor mübarek. Bu heriflere de mübarek demek olmaz ama dedik gitti. Son durağa geldiğimizi hissedince soruyorum.
“Eski otogar durağına geldik mi acaba?
Kaptandan öyle bir “geldik” kelimesi aldım ki canını alsaydım daha kolaydı.
“Yolcularınızı arabanızda taşıdınız değil mi?” diye bir soru daha sordum. Soru sormakta parayla değil ya canım.
“Evet” dedi, kendisinin bile duyamayacağı bir ses tonuyla…
Şöyle dedim ona herkesin duyabileceği bir ses tonuyla:
“Yolcularınızı sırtınızda hissederseniz yorulursunuz, onları gönlünüzde taşırsanız dinlenirsiniz”
***
Bir insana 39 kişinin deli dediğini görsen bile sen sakın 40. olma. Duymuşsunuzdur, bir insana 40 kişi deli derse o insan deli olur.
İstanbul’a göre daha pahalıya gelse de memleketten kitap almayı seviyorum. Daha doğrusu memlekette kitap bulmayı seviyorum. Tarsus’ta Antik Sahaf’tayım. Fikriyatta ayrışsak ta, edebiyatta buluştuğumuz (şimdi diyeceksiniz ki fikriyatla edebiyat ayrı şeyler midir? Abi girme oraya. Girersen seni kimse çıkaramaz.) İsmail Kün beyefendinin mekânındayım. Yayınevinin penceresinden kafasını çıkarıp “al beni” diye bağıran kitapları soruyorum. Yaşadığımız kuraklığın etkisinden olsa gerek İsmail Kün ağabey bana Kamil Erdem’in Sel’den çıkan ‘’şu yağmur bir yağsa” kitabını öneriyor.
Bu kitapla ilgili benimde bir hikâyem var.” deyip kitabın Tarsus’a geldiği gün Tarsus’ta günlerce yağmur yağdığını anlatıyor. Keşke o kitabı almaz, o hikâyeyi de dinlemez olaydım.
Ne oldu diyeceksiniz?
Zaten bende ne olduğunu anlatıyorum. Biraz sabır lütfen.
Ne mi oldu? Şu oldu.
13.11.2025 tarihinde Çukurova havaalanından İstanbul’a uçacak 22.00 uçağı şiddetli yağmurdan dolayı tam 3 defa uçuş saatini tehir etti.
Duyuyor musun İsmail abi?
Hay Allah okuyor musun diyecektim.
Bu kitapla ilgili artık benimde bir hikâyem var.
***
Çukurova Havalananında şiddetli yağmurdan dolayı seyahatini 3 defa tehir eden uçağımızı bekliyoruz.
O esnada bir görevli gelip bana “Efendim, Blind yolcumuz siz misiniz?” diye soruyor.
Görevli bu soruyla bana yaşam sinemasında usta bir saflık rolü için muhteşem bir fırsat sunuyor.
“Efendim” diyorum. “Benim adım Bülent. Yoksa Bülent’in İngilizcesi Blind mi?”
İçinde kopan tebessüm fırtınasını gizlemek için azami gayret gösteren görevli:
“Efendim, Blind görme engelli yolcu demek, ben size eşlik etmek için geldim. Fakat eşlik edebilmem için bizden bir tekerlekli sandalye talebinde bulunmanız lazım” diyor.
Bunun üzerine bendeniz hayret makamında “hoppala” vezninde itiraz ediyorum: “Ama ben yürüyebiliyorum”
Nuh diyen görevlinin Peygamber demeye niyeti yok. O tekerlekli sandalye talep etmem konusunda hayli ısrarcı.
Benimde onun bu ısrarını polemiğe çevirmeye niyetim yok. En iyisi mevzuya esaslı bir nükteyle son noktayı koymak.
“Efendim, eşlik etmek için kör olduğumuz yetmedi mi? Birde topal olmamız mı gerekiyor?”
Kaynak: milat gazetesi

