Mustafa DOĞU

Tarih: 26.02.2024 17:04

KARDEŞİM MURSİ’den KARDEŞİM SİSİ’ye…

Facebook Twitter Linked-in

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan 14 Şubat’ta Mısır’a resmi bir ziyarette bulundu. Bu birçok açıdan konuşulması gereken bir seyahat idi. Zira 11-12 yıldır inkıtaa uğramış ilişkiler yeniden canlanıyor ve neredeyse bu süreçte hiçbir şey yaşanmamış, hafızalar silinmiş veya resetlenmiş gibi bir tutum ve davranış sergilenerek karşılıklı çok yüksek iltifatların edildiği görkemli karşılama töreninin yapıldığı ziyaret gerçekleşiyor ve iade-i ziyarette bulunulması için davet yapılıyordu. 

Arap baharının sonuca ulaşmış, halkın teveccühleriyle iktidar değişimi gerçekleştirilerek on yıllardır sürmekte olan totaliter rejim yıkılmış ve yine halkın arzu ve tercihi istikametinde yeni bir kadronun yönetime getirildiği tek ülkesiydi Mısır. Ümmetin yitiğini aramak ve dağılan birliğini yeniden teşekkül ettirmek için 1928 yılında Hasan el Benna ve altı arkadaşı tarafından kurulan İhvan neredeyse bir asır sonra büyük bir teveccühle iktidara getirttirilmişti. Fakat ne hazindir ki seneyi devriyesini tamamlayamadan Mursi’nin atamış olduğu savunma bakanı Sisi çok kanlı bir darbe yaparak başta Cumhurbaşkanı Mursi olmak üzere seçilmiş iktidarın tüm fertlerine çok aşağılık bir muamelede bulunarak tamamını zindanlara tıkmıştı. Bu darbe, İslam’ın devlet yönetiminde etkin ve yetkin olmasını arzu etmeyen başta ABD, Batı ve coğrafyanın yerli işbirlikçi hain devletleri tarafından ayakta alkışlanmış ve bu değişimi meşru kılmak ve başarıya ulaşmasını sağlamak için her türlü maddi ve manevi destek seferberliği ilan edilmişti. Tüm bunlar “aile fotoğrafı” ile de ebedileştirilmişti. ABD, Batı ve işbirlikçi hainler “put yemeye” devam ediyorlardı. Süreç, seçilmiş Cumhurbaşkanı Mursi’nin, darbecilerin tiyatrolaştırdıkları yargılama sahnelerinden bir perdeyi oynattırırken, “insanlığını yitirmiş mahluklar”ın gözleri önünde yarım saate yakın bir süre çırpınarak, can çekişerek son nefesini vermesiyle tamamlanmıştı. Bu hazin sona da tüm dünya şahit kılınmıştı. 

Bu süreçte gerek yapılan darbeye ve gerekse sonrasında ortaya konulan hareketlere insanlık onur ve şahsiyetine yakışmadığı, adaletin, hukukun ayaklar altına alınarak zulmün meşrulaştırıldığı gerekçeleriyle söz ve eylemleriyle en sert tepkiyi ortaya koyan ülke şüphesiz ki Türkiye idi. Bu son derece takdire şayan bir tepki ve duruştu. Bu süreci aşağıda alıntıladığımız birkaç haber en güzel şekliyle anlatmakta ve yeniden o günleri yaşamamızı sağlamaktadır.

Her askeri darbenin Türkiye'ye onlarca yıl kaybettirdiğini anımsatan Erdoğan, şunları söyledi:
"Dünyanın neresinde olursa olsun, seçimle gelmiş hangi iktidara karşı olursa olsun, darbeler kötüdür, darbelerin hedefi halktır, darbelerin hedefi gelecektir, darbelerin hedefi demokrasidir. Bunu herkesin cesaretle açık yüreklilikle samimiyetle ifade etmesini bekliyorum. Ben şu anda batıya şaşıyorum. Batı hala bu olaya darbe diyememiştir. Ama bu arada Afrika Birliği'ni de tebrik ediyorum. Afrika Birliği de Mısır'ın üyeliğini askıya almıştır. Duruş budur." (https://www.aa.com.tr/tr/turkiye/bati-misirdaki-olaya-hala-darbe-diyememistir/234204)

BM Genel Kuruluna Mısır Cumhurbaşkanı olarak katılan Abdülfettah el Sisi'yi de eleştiren Erdoğan, "Mısır'da halkın oylarıyla seçilmiş iktidar darbeyle indirilirken Birleşmiş Milletler'de ülkeler bunu izliyor ve darbeyi yapan meşrulaştırılıyor. Birleşmiş Milletler doğruyu savunma konusunda çok daha cesur olmalıdır" dedi.
BM'nin darbeye karşı tutumunu eleştiren Erdoğan, "Çocukların öldürülmesine, halkın oylarıyla gelmiş iktidarların silah ve tanklarla darbe yoluyla devrilmesine seyirci kalanlar, tepkisiz kalanlar, bu insanlık suçuna alenen ortak olmaktadır. Demokrasi diyorsak sandığa sahip çıkalım. Yok demokrasi değil de darbeyi savunacaksak, bu BM niye var diye merak ediyorum" ifadelerini kullandı. (https://www.yenisafak.com/gundem/erdogan-bmde-de-ilan-etti-darbeci-sisi-687729)

Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Mısır'ın demokratik yöntemlerle seçilmiş ilk Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi'nin mahkeme salonunda hayatını kaybetmesine ilişkin "Mursi kardeşimize, şehidimize, Allah'tan rahmet diliyorum." dedi. (https://www.yenisafak.com/gundem/cumhurbaskani-erdogan-mursi-kardesimize-sehidimize-allahtan-rahmet-diliyorum-3495237)

Pazartesi günü Muhammed Mursi'nin vefatıyla bir kez daha gözler önüne serilen Mısır'daki demokrasi katliamına yine bunun için tepki gösterdiklerini vurgulayan Erdoğan, şunları kaydetti:

"Bizlere hak, hukuk, özgürlük dersleri verenler Mısır halkının özgür iradesiyle yüzde 52 oyla seçtiği cumhurbaşkanının, darbe mahkemelerinde ölümüne sessiz kalsa da biz, sessiz kalamayız. Merhum Cemal Kaşıkçı cinayetinin unutulmasına nasıl rıza göstermemişsek Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi'nin dramının da birileri tarafından unutturulmasına asla izin vermeyeceğiz. Uluslararası hukukun verdiği imkanları sonuna kadar kullanarak, meselenin aydınlığa kavuşturulması için mücadele edeceğiz.

Darbecilerin yaptığı açıklamalar ne Mısır halkının ne de uluslararası kamuoyunun vicdanını rahatlatmaktan uzaktır. Darbeci yönetim tarafından basın yayın kuruluşlarına uygulanan abluka, şüpheleri daha da arttırmaktadır. Bir ülkede seçimle gelen ilk cumhurbaşkanı 20-25 dakika can çekişiyor ve orada en ufak bir müdahale yapılmıyor. Ailesi, bir vasiyetin yerine getirilmesini istiyor 'kendi köyüme gömülmek istiyorum' diyor ve ailesine naaşını vermiyorlar. Sadece iki oğlu ile avukatları bu defin esnasında hazır bulunabiliyor. Böyle bir cinayet olabilir mi? Sisi denilen kişi, şu anda Mısır'da böyle bir yöneticidir.

Ben kendisi için her zaman onu söylüyorum bir zalimdir ve bir demokrat değildir. Gerçek manada bir demokrasinin neticesi iş başına gelmiş birisi değildir. Bizim bu ifadelerimiz tabi gerek Sisi ve etrafındakileri, aynı zamanda dünyada da onları sevenleri rahatsız edebilir. Ama önemli olan bu dünyada haklıların yanında yer alanların buna nasıl baktığıdır."
(https://www.trthaber.com/haber/gundem/cumhurbaskani-erdogan-sisi-denilen-kisi-bir-zalimdir-420048.html)

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Mısır'ın seçilmiş ilk Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi için kılınan gıyabi cenaze namazına katıldı. Cami avlusunda vatandaşlarla selamlaşan Erdoğan daha sonra gıyabi cenaze namazında saf tuttu.
Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş'ın kıldırdığı cenaze namazının ardından konuşan Erdoğan, sözlerine "Her şeyden önce şehidimiz Muhammed Mursi için gıyabi cenaze namazını akdetmiş bulunuyoruz." diye başladı.
Bazı hassasiyetleri dile getirmeden edemeyeceğini, Mursi'nin dün akşam Türkiye saatiyle 19.00 sıralarında duruşma esnasında vefat ettiğini aktaran Erdoğan, şöyle devam etti:
"Tabii bu normal bir yürüyüş müdür, yoksa burada daha başka durumlar var mıdır yok mu mudur bu düşündürücüdür. Şahsen benim şu anda bunun normal bir ölüm olduğuna inancım yok. Zira o kadar ki ailesine Muhammed Mursi'yi teslim edemeyecek kadar bunlar korkak ve Muhammed Mursi'nin vasiyeti var. Vasiyetinde Muhammed Mursi ölümünde köyüne defnedilmesini arzu etmiş. Bunlar bunu tabii kabullenemedi ve Sisi burada da yine aynı anlayışını, aynı zulmünü devam ettirdi. O neydi? Kardeşlerim, şunu unutmayın korkaklar zafer anıtı dikemez. Sisi zulmünü bu şekilde devam ettiriyor." (https://www.iletisim.gov.tr/turkce/haberler/detay/cumhurbaskani-erdogan-unutmayin-bu-ulkede-de-sisiler-var-benzerleri-var-onun-icin-cok-dikkatli-olmaya-mecburuz)

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Kanal D-CNN Türk canlı yayınında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu. “Sisi ile asla…”
İşkence yapılan insandan ne istersen onu konuşur. Ben Türkiye'nin Cumhurbaşkanı olarak şu anda Sisi'nin yapmış olduğu bu eylemi, şimdi yargı verdi bu kararı diyecek. Orada yargı, seçim falan yok, bunların hepsi hikâye. Orada otoriter, totaliter bir yapı var. Kimi istersen getiriyorsun. Arada olanlar oluyor, geliyor zaman zaman. Böyle bir kişiyle asla görüşmem. Onun genel afla içerideki bütün bu insanları serbest bırakması lazım. Biz konuşmayız. Konuşanlar tarihte farklı bir şekilde değerlendirilecektir. Mısır halkı bizim canımız ciğerimizdir ama kendisi asla! (https://www.haberturk.com/cumhurbaskani-recep-tayyip-erdogan-sorulari-yanitliyor-2383195)

Yukarıda bir kısmını alıntılamakla iktifa edeceğimiz demeçler, süreci anlatması açısından yeterli olsa gerek. Burada üzerinde durulması gereken nokta neler değişti de bu ziyaret gerçekleşti ve söylemlerde çok daha naif, çok daha nazik ve yakınlık hissi veren bir dil kullanılmaya başlandı. Ne oldu da taraflar sanki “dün” hiç yaşanmamış ve adeta “nerede kalmıştık” atmosferi içerisinde sadece “bugün” var gerisi teferruat duygusu içerisinde olabildiler. Bu ve benzeri soruların cevaplandırılarak konunun aydınlatılması, izah edilmesi ve toplum vicdanının rahatlatılması gerekmiyor muydu? Aslında yaşanan olaylara baktığımızda güç/iktidar kimde ise bu sorunun cevabı ona göre şekilleniyor. Gücü ve iktidarı elinde bulunduranlar kendileriyle ilgili gelişen tüm hadiselerde sorunun cevabını “gerekmiyor” olarak veriyor bir tutum ve davranış sergiliyorlar. Muhalefetin ise “dün”ü -hatta “önceki günler”i bile- hiç unutulmamakta ve sürekli gündeme getirilmek suretiyle büyük bir korku salınmakta ve algı operasyonu yapılarak büyük bir manipülasyona imza atılmaktadır. Dedesinin hesabını ödemek zorunda kalan torun misali.

Toplumda olaylar adeta dünü hiç yaşanmamış ve olmamış, sadece bugünü varmış ve yaşanmaktaymış gibi bir duygu ve düşünceyle değerlendirilmekte, buna göre de bir inanç oluşturulmakta. Doğal olarak sorgulama, irdeleme yapıl/a/mamakta. Yani hep sonuca endekslenmiş bir pozisyon. Ya da “dün dündür, bugün bugündür” dolayısıyla dünün şartları düne aitti, bugün bu şartlar 180 derece değişmiş olabilir mantığı. Kısaca bu bir “çark” veya “U” dönüşü değil, konjonktürlerin ürettiği kaçınılmaz bir pozisyondur algısı. Buna göre de geliştirilen stratejik, sosyopolitik, jeopolitik, sosyoekonomik… vs. gerekçeler. 

Bu ziyaretin Filistin’de, Gazze’de işgalci lanetli Siyonist terör örgütü İsrail ve yandaşları tarafından dört ayı aşkın bir süredir, insanlık tarihinde benzerine ender rastlanabilecek bir vahşetin/barbarlığın/caniliğin sergilendiği bir soykırıma denk gelmiş olması açısından da son derece önemliydi. Zira savaş, Mısır’ın sınırında, burnunun dibinde gerçekleşiyor ve Gazze’nin dünyaya açılan yegâne kapısı “Refah” ise bu ülkenin kontrolündeydi. Dört ayı aşkın bir süredir havadan, karadan ve denizden kuşatma altına alınan Gazze’ye bu katiller sürüsü ölüm yağdırıyor, çocuk, kadın, genç, yaşlı demeksizin insanları hunharca katlediyor ve dünyanın gözünün içine baka baka bir soykırım işliyor. Dolayısıyla bu vahşeti bitirme noktasında olması gereken, coğrafyanın kadim devlet geleneğine sahip iki önemli ülkesi uzun bir aradan sonra bir araya geliyorlardı. Doğal olarak tüm beklentiler, -en azından İspanya başbakanın yaptığı gibi- bu “vahşete” dur diyecek güçlü ortak bir sesin buradan “Refah” sınır kapısının hemen yanından yükselmesi idi. Yaşanmakta olan büyük bir insanlık dramının sonlandırılıp, ülkesini, topraklarını onurluca/şereflice savunmaktan başka bir suçu günahı olmayan Gazze’li yiğit insanların en temel ihtiyaçlarının karşılanması için kapının sonuna kadar açılması ve bir daha kapanmaması iradesinin ortaya konması. Maalesef bunların hiçbiri olmadı. Tipik kınama cümlelerinin ötesinde bir adım atılmadı. Onlar görüşmelerini yaparlarken de İsrail katliamlarına devam ediyordu, ayrılırken de devam etmekte. 

Vicdanını, merhametini ve en önemlisi de insanlığını yitirmiş koskoca bir dünya bir avuç Filistin’li masum insanların hunharca/barbarca katledilmesini izlemeye devam ediyor. “İslam ülkesi” veya “halkı Müslüman olan ülkeler” denilen güruh ise adeta üzerlerine ölü toprağı serpilmişçesine sessizliğe bürünmüş, kendi kısır çekişmelerinin odağına kilitlenmiş gündemleriyle oyalanmaktan öte bir şey yapmamaktadırlar. Alimleri, entelektüelleri, aydınları, akademisyenleri, kanaat önderleri, yarı resmi bir hüviyete bürünmüş sözde “sivil toplum kuruluşları” iktidarların sonuç alıcı kararlar almasını sağlayacak söylem ve eylemlerden çok uzakta, konformist yaşamlarına gömülmüş son derece mutlu(!), bir o kadar da huzurlu(!) yaşamlarını sürdürmektedirler. Ülkelerini yöneten iktidar sahipleri ise “kınamaktan” öte hiçbir somut adım atmamaktadırlar. Yani özetle iki milyonu aşkın Gazzeli kaderleriyle baş başa bırakılarak toplu katliamlarının izlenilmesine devam edilmekte 

Bu yazıyı tamamlarken haber kanallarından bir haber dikkatimi çekti ve kendi kendime bir hayale daldım. Haber malum, bir ev kedisinin bir insan müsveddesi tarafından hunharca katledilişi, yargılanması ve verilen hükmün ertelenerek sanığın salıverilmesi. Bu haberin içinde dikkatimi en çok çeken kısım ise Cumhurbaşkanının adalet bakanını gece yarısı konu hakkında araması. Hemen aklıma, beş aya yaklaşmış ve her gün onlarca, yüzlerce çoğunluğu çocuk ve kadın olmak üzere on binlerce masum sivil Filistinliler insanlığını yitirmiş, kanun kural tanımaz katiller sürüsü İsrail ordusu tarafından öldürülmekte, aynı Cumhurbaşkanı yine bir gece yarısı öncelikle Ticaret Bakanını arayıp tüm ülke için utanç haline dönüşmüş İsrail ile ticaretin -ister özel, ister tüzel olsun- derhal sonlandırılmasını, sonra Adalet Bakanını arayarak bu katiller sürüsüne emir ve talimat yağdıran İsrailli yöneticiler hakkında ülkenin mahkemelerinde çok ağır müeyyidelerin uygulanacağı davaların açılmasını, yine Dış İşleri Bakanını arayarak İsrail ile tüm diplomatik ilişkilerin sıfır noktasına çekilmesini ve yine Milli Savunma Bakanını arayarak bu katillerin anlayacağı dilden konuşmak kabilinden ordunun teyakkuz halinde bulunması talimatının verilmesi. Bu güzel hayal benim için çok kısa sürdü ve kendi kendime “onlar kedi değil ki, onlar için kamuoyu baskısı oluşmuyor ki…” diyerek kendime geldim vesselam.


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —