Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Ömer Naci YILMAZ


İTTİHATÇILARIN İNGİLİZ HAYRANLIĞI

Ömer Naci Yılmaz'ın "yeni" yazısı...


Tarih, bir milletin siyasî tercihlerinin yalnızca iç dinamiklerle değil, aynı zamanda dış güçlerle kurulan ilişkilerle şekillendiğini açıkça ortaya koyar. Osmanlı’nın son dönemlerinde, özellikle II. Meşrutiyet’in ilanı sırasında, İttihatçıların İngiliz hayranlığı ve bu hayranlığın politik tercihler üzerindeki etkisi, Türk siyaset kültüründe kalıcı bir iz bırakmıştır. 1908 yılında ilan edilen II. Meşrutiyet, yalnızca bir anayasal değişim değil, aynı zamanda İttihatçıların İngilizlere duyduğu hayranlığın sembolik bir yansımasıdır. İngiliz Parlamenter Sistemi, bu dönemde İttihatçılar için bir model olmuş ve onların yönetim anlayışında belirleyici bir referans haline gelmiştir. Bu hayranlık, ilerleyen yıllarda yalnızca bir siyasal tercih değil, bir “vefa zinciri” haline dönüşmüştür.

Bu hayranlığın en çarpıcı örneklerinden biri, 31 Temmuz 1908’de İngiltere’den İstanbul’a gelen büyükelçi Gerard Lowther’in arabasının Sirkeci Garı’ndan Jön Türkler tarafından kendi kollarıyla çekilmesidir. Jön Türkler olarak bilinen sivil İttihatçılar, büyükelçiyi coşkuyla karşılamış ve arabasının atlarını sökerek taşıma görevini bizzat üstlenmişlerdir. Ahmet İhsan Tokgöz’ün (Ahmet İhsan Tokgöz, Türk gazeteci, tercüman, matbaacı, yayımcı, siyasetçi ve spor yöneticisi. Türk matbuât tarihinin en uzun süreli dergilerinden olan Servet-i Fünûn'un kurucusudur. 1868-1942) hatıralarında aktardığı gibi, bu olay sadece bir gösteri değil, İttihatçı aydınların İngilizlere duyduğu hayranlığın ve siyasi tecrübesizliklerinin bir tezahürüdür. İngiliz büyükelçi Lowther, bu şaşkınlığı Londra’ya çektiği telgrafta, gençleri “politik tecrübeden yoksun, aralarında birlik bulunmayan iyi niyetli çocuklar topluluğu” olarak tanımlamıştır. Bu ifade, aslında İttihatçıların İngilizler karşısındaki duruşunu en yalın biçimde ortaya koyar: Batı’nın siyasal modellerini kendi tarihî birikimlerinden daha değerli gören bir zihniyet.

 

 

İngilizlere duyulan bu hayranlık, sadece II. Meşrutiyet döneminde sınırlı kalmamış, Cumhuriyet’in ilanından günümüze kadar uzanan bir siyaset kültürüne dönüşmüştür. İttihatçılar, İngiliz Parlamenter Sistemini hem bir yönetim modeli hem de ideolojik bir referans olarak benimsemişlerdir. Günümüzde Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde atılan “Parlamenter Sistem” nutukları, bu geleneğin devamı olarak, İngilizlere duyulan vefanın ve ideolojik hayranlığın bir yansımasıdır. İttihatçılar, bu nutuklarla aslında geçmişten devraldıkları İngiliz hayranlığını ve modern siyasetteki referans noktalarını yeniden hatırlatmaktadır.

Cumhuriyet’in ilanından bu yana İttihatçılar, İngilizleri rahatsız edecek hiçbir eylem veya devrim gerçekleştirmemiştir. Bu, tarihsel bir gerçek olarak, İttihatçı zihniyetin İngilizlerle kurduğu yakın ilişkinin somut bir göstergesidir. İşgal yıllarında İstanbul’u tek kurşun atmadan teslim etmeleri, 20. yüzyıl boyunca İngiliz çıkarlarını gözeten politik tercihler, bu hayranlığın ve vefa duygusunun tarihe kazınmış örnekleridir. İngilizler, bu tavır ve yaklaşım sayesinde, Türkiye üzerinde uzun yıllar etkili olmuş ve hiçbir dönemde hoşnutsuzluk yaşamamışlardır. İttihatçı zihniyet, bu vefayı, bir erdem ve ulusal politikanın gereği olarak görmüş ve uygulamıştır.

İngiliz hayranlığının bir diğer yansıması, İttihatçıların Türk ve İslam dünyasına olan ilgilerinin zayıflamasıyla ilgilidir. Tarihsel olarak, bu zihniyet, Türk dünyası ve İslam coğrafyası ile olan bağlarını ihmal ederek rotayı İngiltere’ye çevirmiştir. Bugün, bu yaklaşımın güncel yansımaları, Ortadoğu meselelerine kayıtsız bir tavırla kendini göstermektedir. “Bana ne Ortadoğu’dan, bana ne Filistin’den, bana ne Gazze’den” söylemi, aslında bir yüzyıl öncesinin stratejisinin modern tezahürüdür. İttihatçı zihniyet, tarih boyunca kendi coğrafyasında ve İslam dünyasında söz sahibi olmayı erdem saymayıp, İngiltere’nin hoşnutluğunu gözetmeyi öncelikli bir görev olarak görmüştür.

Bu zihniyetin en ağır ve kalıcı sonucu, halifeliğin kaldırılmasıdır. İngilizler için Osmanlı halifeliği, 19. yüzyıldan itibaren en büyük tehlikelerden biri olmuştur. Çünkü Hindistan’dan Mısır’a, Afrika’dan Arap coğrafyasına kadar yüz milyonlarca Müslüman, halifeyi siyasî ve ruhî bir otorite olarak görmekteydi. İngiliz sömürge siyasetini en çok zorlayan faktör de bu bağlılıktı. Londra’nın resmî belgelerinde, “hilafetin zayıflatılması” bir hedef olarak defalarca kayda geçirilmiştir. Cumhuriyet’in ilk yıllarında halifeliğin kaldırılması, yalnızca dinî bir kurumun tasfiyesi değil, İngilizlerin uzun yıllardır beklediği bir arzunun yerine getirilmesidir. Bu karar, İslam dünyasında büyük bir şaşkınlık ve kırgınlık yaratmış, Türkiye’nin İslam coğrafyasıyla olan bağlarını neredeyse koparmıştır. İngilizler ise bu gelişmeden son derece memnun olmuş, kendi sömürge politikaları açısından en büyük engellerden birinin ortadan kalktığını görmüşlerdir.

İttihatçılar, bu adımla birlikte İngilizlere verdikleri vefanın en büyük örneklerinden birini sergilemişlerdir. Zira halifelik, yalnızca dinî bir makam değil, aynı zamanda İslam dünyasında siyasi bir birlik umudu olarak da varlığını sürdürüyordu. Onun kaldırılması, Türk ve İslam dünyasının ortak paydasını yok etmiş, Müslüman milletler arasındaki bağları zayıflatmıştır. İşte bugün Ortadoğu meselelerine kayıtsız kalan, “Bana ne Filistin’den, bana ne Gazze’den” diyebilen zihniyetin kökleri, bu tarihî kırılmaya dayanmaktadır. İttihatçı zihniyet, kendi halkına ve coğrafyasına yabancılaşmayı bir modernlik göstergesi sayarken, İngilizlerin çıkarlarına hizmet etmeyi bir siyaset tarzı haline getirmiştir.

İngiliz sömürgeciliğinin Osmanlı coğrafyasındaki etkisi, yalnızca siyasî kararlarda değil, aynı zamanda kültürel tercihlerde de hissedilmiştir. Eğitimden hukuka, askeri modernizasyondan ekonomi politikalarına kadar birçok alanda İngiliz modeli referans alınmıştır. Bu durum, Türkiye’nin kendi tarihsel kaynaklarına güvenini zayıflatmış, dışa bağımlılığı normalleştirmiştir. İttihatçı zihniyet, yüz yılı aşkın süredir İngilizlerin hoşnutluğunu kaybetmemiş, kendi halkının bağımsızlık ve özgürlük mücadelesini ikinci plana atmıştır.

İngilizler, İttihatçıların bu vefasını boşa çıkarmamış ve Türkiye üzerinde uzun süre etkili olmuştur. Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren atılan her adım, alınan her karar, çoğu zaman İngilizlerin hoşnutluğunu kaybetmemek üzerine şekillenmiştir. Ne Osmanlı’nın çöküş döneminde, ne Cumhuriyet’in kuruluş sürecinde, ne de sonrasında İngilizleri rahatsız edecek ciddi bir girişimde bulunulmamıştır. Bu, bir tesadüf değil, İttihatçı zihniyetin siyaset anlayışının doğal bir sonucudur.

Bugün dahi siyasî nutuklarda İngiliz Parlamenter Sistemine övgüler düzülmesi, yüz yılı aşkın süredir devam eden bu zihniyetin güncel yansımasıdır. Yüz yıl önce Lowther’in arabasını çekenler, bugün hâlâ İngiliz parlamenter modelini bir “kurtuluş reçetesi” gibi sunmaktadır. Bu durum, Türkiye’nin kendi coğrafyası, kendi değerleri ve kendi halkının beklentileriyle değil, İngilizlerin siyaset anlayışıyla uyumlu bir gelecek tahayyül etmesinin göstergesidir.

İttihatçı zihniyetin İngiliz hayranlığı, tarihsel bağlamda bir övgü değil, eleştirel bir sorgulama konusu olmalıdır. II. Meşrutiyet döneminde arabayı kendi kollarıyla çeken gençlerin gösterisi, bugün cumhuriyet yönetiminde İngiliz referanslı nutuklara ve Ortadoğu’ya kayıtsız kalışa kadar uzanan bir geleneğin başlangıcıdır. Bu zihniyet, yüz yıl boyunca İngilizleri üzmemiş, fakat kendi milletinin tarihsel, kültürel ve coğrafi sorumluluklarını yerine getirmesini engellemiştir.

Sonuç olarak, İttihatçıların İngiliz hayranlığı, sadece geçmişin bir anısı değil, aynı zamanda günümüz siyasî kültürünü etkileyen bir mirastır. İngiliz Parlamenter Sistemi’ne duyulan hayranlık, Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde yapılan nutuklarda kendini göstermektedir. İşgal yıllarında İstanbul’u tek kurşun atmadan teslim etmek, halifeliği kaldırarak İslam dünyasını parçalamak, tarih boyunca İngilizleri rahatsız edecek hiçbir adım atmamak ve Ortadoğu meselelerine kayıtsız kalmak, bu zihniyetin somut tezahürleridir. İttihatçıların İngilizlere duyduğu vefa, yüz yılı aşkın süredir siyasî ve ideolojik bir tercih olarak sürmekte, ancak Türk ve İslam dünyasının çıkarları göz ardı edilmektedir. Tarih, bu hayranlığın ve vefanın sınırlarını sorgulamak ve kendi milletinin bağımsız duruşunu hatırlamak gerektiğini açıkça göstermektedir.

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR