Şankiti, “İslam Medeniyetinde Anayasal Kriz/ Büyük Fitneden Arap Baharına” adlı eserinde, daha önce Cabiri’nin Arap aklının yapısı ve işleyişini analiz ettiği “Arap Aklının Oluşumu”, “Arap Aklının Yapısı”, “Arap Siyasi aklı” ve “Arap Ahlaki aklı” adlı eserlerinde yaptığı okuma biçimini daha da ileri götürerek yeni ufuklar açıyor.
İslam siyasi düşüncesinin gerek teorik gerekse pratik alanda temsilciliğini yapan Raşid el- Gannuşi, Şankiti’nin çalışması hakkında şu ifadelere yer veriyor: “İşte bu değerli çalışma, alanında donanımlı bir araştırmacı tarafından ciddi bir araştırma neticesinde hazırlanmış olup, o soruya yönelik sağlam ve cesur bir cevap niteliği taşımaktadır. Yazarın Eski Yunan ve İslam medeniyetlerine ait siyasal düşüncesine hâkim olduğu gibi İngiliz, Fransız, Alman ve Amerikan ekollerine ait siyasal düşüncelerine de hâkim olduğunu biliyoruz. Amerika’nın köklü üniversitelerinin birinden mezun olup, kendisinin Arapçaya da çevirdiği ‘Haçlı Savaşlarının Etkisi Altında Sünni- Şii İlişkileri’ başlıklı doktora tezi, okuduğum zaman önümde geniş ufuklar açan ve olup biteni anlamam konusunda beni besleyen çok değerli bir çalışmadır.”(1)
Şankiti’ye göre, İslam siyasi düşüncesinde çatışma ve kan dökülmesine yol açan temel faktör siyasal meşruiyet tartışmasıdır. Şankiti, çalışmasında değişik tarihsel anlayışları karşılaştırarak sentez yapmaya çalışmakta, buradan hareketle de anayasal krizden nasıl çıkılacağının analizini yapmaktadır.
Şankiti, kaynak metinlerle hayatın realitesi arasındaki çelişkinin Müslümanların bilincinde derin bir kötümserlik inşa ettiğini savunur. Bu sorunun doğru analiz edilmesi gerektiğini savunan Şankiti, İslam siyasal metinlerini, İslam tarihindeki gerçekliği ve İslam dünyasının içine düştüğü siyasal krizden çıkış yollarını analiz eder.
Şankiti’ye göre temel sorun metinlerde değil, Arap yarımadasındaki siyasal boşlukta aranmalıdır. Bundan dolayı, “Arap yarımadasını kuşatmış olan imparatorluk despotizmi etkinsinin ve bu etki sebebiyle İslam siyasi değerleri üzerinde oluşan yapısal ve manevi baskının hesaba katılması gerekir.”(2) Roma ve Pers despotik yönetimleri İslam siyasal anlayışını derinden etkilemiştir.
İslam siyaset düşüncesinin temel referansı Medine Vesikası’nda somutlaşan uygulamadır. Kuşku yok ki, İslam siyaset düşüncesindeki derin kırılma Cemel ve Sıffin olaylarında siyasal meşruiyetin ümmetin yararı anlayışına kurban edilmesidir. Özellikle Emevi despotizminden sonra fitne korkusu Müslümanların siyasal bilincini esir almıştır. Buradan kurtuluşun ilk koşulu, halkların özgürlüklerini kısıtlayan fıkhi denkleme boyun eğmekten kurtulmalarıdır.
Arap baharı devrimleri, Arap halkları arasında, sonuçları ne olursa olsun, önemli bir dönüşüme yol açmıştır. Şankiti’ye göre Arap devrimlerinin önünde üç yol vardır:
“Birincisi, yönetenlerle yönetilenlerin ortada buluştuğu ‘koruyucu reform’;
İkincisi, baskıcı rejimleri cezalandıran ama bu arada karşı devrimi de harekete geçiren, en soylu yöneticilerin halkın iradesine uymak zorunda kaldığı ‘uzun boylu açık savaşlar’;
Üçüncüsü, ise herhangi bir ülkede çöküşü durdurma karşısında bir kurtuluş olarak ortaya çıkma ihtimali olan ‘demokratik askeri darbelerdir’”(3)
Şankiti’ye göre ideal değerler ile uygulama arasındaki açıklığın giderilmesi siyasal krizin önlenmesi açısından hayati öneme sahiptir. Bu anlamda o, çözüm olarak önerilen laiklik ve selefi anlayışlara karşı çıkar.
Şankiti, İslami değerler ile çağdaş demokrasiler arasında kurulması gereken ilişkilerden söz eder. Burada referans alınacak ilk ilke şura, ikincisi de devletin ahlaki ve yasa bakımından İslami metinlere dayanma zorunluluğudur. Şankiti’ye göre bir yandan İslami değerlerden yararlanırken, öbür yandan Batı’da ortaya çıkmış pratiklerden de yararlanmak gerekir. Diğer yandan İslam siyasal kültürü, imparatorluk mantığından sıyrılıp, çağdaş devlet mantığına yönelmelidir.
Şankiti’ye göre, Cemel ve Sıffin olayları ile başlayıp Muaviye ile zirveye çıkan, İslam toplumlarının içine düştüğü Anayasal kriz ve doğurduğu sonuçlara çözüm arayışı, İslami ve insani bir sorun olarak karşımızdadır. Bu nedenler hürriyet ve adalet yolunda yürüyen entelektüellerin önünü açmak gerekir.
Şankiti’ye göre İslam’ın temel metinlerinde siyaset alanında var olan genişliğin diğer dinlerle karşılaştırılmayan derecede olduğunu bilmek gerekir. Siyaset alanında değerlerin ve genel ilkelerin dışında, sınırları kesinleşmiş normların bulunmaması, siyaset alanının büyük ölçüde ümmetin içtihadına bırakıldığını göstermektedir. İslam entelektüelleri, anayasal krizi aşmak için, tarih ve geleneğin üzerini örttüğü tohum halindeki değerleri gün yüzüne çıkarmaları gerekir. Buradaki en önemli engeller devlet geleneğinin yokluğu ve tarihsel miras olan imparatorluk geleneğidir. Bu etkenlerin belirlediği siyasal kültürü aşmak gerekmektedir.
Şankiti’ye göre “Müslümanlar, İslam tarihinin büyük kısmında, hem zor durumda kaldıkları için hem de başka kaynaklardan ve özellikle Sasani kaynaklarından sızan despotizm yanlısı ve despotizmi meşrulaştırıcı kültürel sızıntılar sebebiyle istibdadı mecburen kabullenmiş olsalar da, aslında hiçbir zaman ona tam anlamıyla teslim olmamışlardır; çünkü bu istibdat dönemleri sürerken bir yandan da nübüvvet ve raşid hilafet dönemlerindeki İslami kurucu tecrübenin hafızalardaki varlığı Müslüman vicdanını hep rahatsız etmiş, siyasi zümreleri reddetme fikrini bu vicdanlarda daima canlı tutmuş, onlardaki siyasi ıslah ve yeniden yapılanma eğilimlerini harekete geçirmiştir.”(4)
Şankiti’ye göre İslami siyasal yapılanma bir yandan zaruret fıkhı ve fitne endişesinden kurtularak ilkeler ve devrim fıkhına, diğer yandan ise İslami siyasi değerleri çağdaş anayasal kurumlara dönüştürmek gerekmektedir. Özellikle Arap Baharı sırasında askeri darbe yöntemine karşı Türkiye’de gerçekleşen karşı koyuş, siyasal tıkanmışlığı aşmak için önemli bir adımdır.
Şankiti’ye göre yöneticinin seçilmesi konusunda müşavere ile seçilmeden yönetime gelme arasında yaşanan gerilim mutlaka aşılmalıdır. Yöneticinin seçimi konusunda tarihsel olarak korkuya dayanan fitne tavrı mutlaka terk edilmelidir.
Şankiti’ye göre İslam kültürü değerler alanında büyük bir birikime sahip olmasına karşın, buna paralel olarak siyasal uygulamalar bakımından büyük bir fakirlik içindedir. Yapılması gereken değerler ile siyasal uygulamaları uyumlu hale getirmektir.
İslam siyasal geleneğinin temelini oluşturan büyük fitne ve onu temel alan siyasal kültür, hala aşılmamış bir sorun alanı olarak devam etmektedir. Bu nedenle ümmetin birliği ideali ve fitne korkusu ile siyasi meşruiyet arasındaki gerilim mutlaka aşılmalıdır. “Ümmetin birliği ile siyasi meşruiyet düalitesinin neticesinde ondan daha büyük ve daha tehlikeli bir düalite ortaya çıkmıştır. O da üstten gelen zulüm ile toplumsal anarşi düalitesidir. Toplumsal anarşi alttan alta siyasi birlikteliği yıkmaya çalışırken, üstten gelen zulüm de aynı toplumsal birlikteliği üstten başlayarak yıkma gayretindeydi. Tarihsel sürecin büyük kısmında Müslüman siyaset teorisyenleri, üstten gelen zulümden daha çok toplumsal anarşiden korkmuşlardır ve bu hep böyle devam etmiştir.”(5)
Şankiti, İslam medeniyetinde yaşanan anayasal krizi, fitneden Arap Baharına kadar tarihsel süreç içinde analiz ettiği eserini şu cümlelerle bitiriyor. “İslam medeniyetinin anayasal krizi aşması demek, bu medeniyetin birkaç yüzyıl devam eden fetret ve gerileme günlerinden sonra kendi yürüyüşüne yeniden devam etmesi ve insanlığın topyekün yürüyüşüne olumlu katkılar sağlaması sürecinde önüne dikilen engelleri kaldırıp atması demektir. Belki de geleceğe doğru yürümeyi arzulayan Müslümanların bugün ihtiyaç duyduğu en önemli şey, önlerindeki tarihsel anı idrak etmek ve araştırmamızın son sözü yaptığımız Mevlana Celaleddin Rumi’nin nasihatine uyarak, herhangi bir ümitsizliğe kapılmadan şafağın sökmeye başladığı bu ana odaklanmaktır. Şöyle diyordu Rumi: ‘Seher yeli sırrını açmak istiyor sana/ Sakın uyuma’ Her türlü güzel şeyde mutlak başarı Allah’tandır şüphesiz ve hiçbir şeriki yoktur onun, hamdolsun Salih amel yapmamız için verdiği tüm nimetlere.”(6)