Son günlerde İran’ın Siyonist İsrail rejimine karşı gerçekleştirdiği askeri hamleler üzerine yapılan bazı analizler, meseleyi stratejik bir bakıştan ziyade mezhebi bir öfke ile ele alıyor. Mehmet Cafer Varol imzasıyla paylaşılan son metin de bunun tipik bir örneği.(*) Yazı her ne kadar “İsrail’e karşı kim vuruyorsa destekleriz” gibi cümlelerle başlamış olsa da, geri kalan tüm metin, bu söylemi geçersiz kılacak oranda İran karşıtı bir nefret diliyle örülmüştür.
1. Bu Savaş İran’ın Değil, Ümmetin Meselesidir
Her şeyden önce, bugün İsrail’le karşı karşıya gelen her yapı, kim olursa olsun, İslam ümmetinin kadim düşmanı olan Siyonist bir yapılanmayla savaşmaktadır. Bu savaş İran’ın ulusal güvenliği ile başlamış olsa bile, temelde Filistin’den Gazze’ye, Kudüs’ten Beyrut’a ümmetin topyekûn birikmiş öfkesinin yansımasıdır. İsrail’i sadece İran vurmadı, geçmişte Hizbullah da vurdu, Şii milisler de vurdu, hatta Yemen’deki Ensarullah da vurdu. Ve en önemlisi, bu yapılar yıllardır ambargo, suikast, saldırı ve işgal tehditlerine rağmen savaşmaktalar.
İran’ı bu süreçte yalnızca kendisini korumaya çalışan bir ulus-devlet gibi lanse etmek, mezhepçi bir bakışın ürünüdür. Oysa bizler şunu unutmamalıyız ki; bugün Siyonistlere füze atan kim varsa –ister Arap ister Acem, ister Şii ister Sünni– ümmet adına büyük bir risk üstlenmiştir. İran düşmanlığı ile bu gerçeğin üzeri örtülemez.
2. Mezhepçilik Üzerinden Zihinleri Bulandırmak Zarar Vericidir
Yazının en sorunlu tarafı ise, “Sünnilikten Şiiliğe geçiş furyası” adı altında ortaya atılan endişedir. Elbette ki kimse kimseyi mezhep değiştirmeye zorlamamalı; ne İran, ne Suudi Arabistan, ne de başka bir güç. Ancak Siyonist rejime karşı fiili mücadele veren bir devleti sırf Şii olduğu için karalamak, bu mücadeleyi değersizleştirmek ve gençlerin zihnini “İsrail düşmanlığı değil İran düşmanlığı” ile bulandırmak, apaçık bir gaflettir.
Bugün İran’ın politikaları sorgulanabilir, eleştirilebilir; tıpkı Türkiye’nin, Suudi Arabistan’ın, Katar’ın ya da Mısır’ın politikalarının sorgulandığı gibi. Fakat tüm varlığıyla İsrail’e meydan okuyan bir yapıyı “Şii olduğu” için değersizleştirmek, bilerek veya bilmeyerek İsrail’in işine yarayan bir tutumdur.
3. İran’ın Suçları Varsa, İsrail’in Suçlarını Örtmez
Yazıda Suriye, Irak ve Yemen’deki İran etkisinden bahsediliyor. Evet, İran bu bölgelerde bazı hatalı politikalar izlemiş olabilir. Ama şunu da unutmamalıyız ki, aynı coğrafyada Sünni görünümlü birçok devlet de İsrail ve ABD ile dirsek temasında olmuş, İsrail ile normalleşme yarışına girmiştir. Yani mesele Şii veya Sünni olmak değil, emperyalizme karşı kim mücadele ediyor, kim etmiyor meselesidir.
Saddam örneği verilmiş. Evet, Saddam İsrail’i vurdu. Peki sonra ne oldu? Saddam’ı İsrail değil, Amerika yıktı. Ve o yıkımın zeminini de bizzat Sünni Arap ülkeleri hazırladı. İran, o süreçte yine emperyalizme karşı direniş hattını destekledi.
4. İsrail’e Vurana Sahip Çıkmak Şarttır
Sonuç olarak, İran’ın İsrail’e füze atması bir ulusal çıkar hamlesinden çok daha fazlasıdır. Bu, zalim bir işgal devletine karşı ilk kez devlet düzeyinde gerçekleştirilen açık ve cesur bir müdahaledir. Bu hamlenin değersizleştirilmesi; İran düşmanlığı üzerinden yapılırsa, bu İslam düşmanlarının ekmeğine yağ sürmek olur.
Bizim meselemiz İran’ı övmek değil; Siyonizm karşısında kim ayakta duruyorsa onun yanında yer almaktır. Meselemiz Şii veya Sünni olmak değil, zalimin karşısında hakkın safında durmaktır. Şayet bu ilkeleri unutursak, kendi içimizde hizipleşirken düşmanın kılıcını bile bile bileylemiş oluruz.
Bugün zaman, düşmanlarımızın değil kardeşlerimizin hatalarını büyütme zamanı değil; düşmana karşı omuz omuza durma zamanıdır. Mezhep üzerinden ayrışmak değil, tevhid sancağı altında birleşmektir asıl sorumluluğumuz.
Engin GÜLTEKİN
Eğitimci-Yazar-Sosyolog
------------